in

Yılmaz Güney’in Ölümü, Kafkasya’nın Marşı ve Kibele’nin Kabul Ettiği Dilek

Aslında seni yıllardır aramaktaydım Yılmaz Güney filmlerinde. Yeri geldi dayak yiyen bir kadın oldun, yeri geldi bitli bir çocuk. Bazen bir pamuk işçisiydin bazense yoksul bir at arabacısı. Ne Yumurtalık’ta işlediği cinayet ne dövdüğü karısı ne de Siverek’te ezdiği çocuk değiştirdi bu arayışımı çünkü severim gerçeğin rahatsızlığını tıpkı Yılmaz Güney gibi.

Kendimi sözlü olarak ifade etme konusunda başarılı olmadığımın farkındayım. Bu yüzden kendimi şu şekilde tanıtayım dedim:

Karatepe-Aslantaş

Bakma Çankayalı olduğuma gerçeklik Anadolu’dadır benim gözümde seni Yılmaz Güney filmlerine aradığımdan anlayacağın üzere. Artuklu’ya da düştü yolum Hasankeyf’e de. Suriçi’nin Ermeni sokaklarında bile yürüdüm 29 saatlik tren yolculuğunun ardından. Siverek’e yolum düşmedi ama çok severim hem Halfeti’yi hem de şabut balığını. Antakya’da da yaşadım uzun yıllar ve hala daha yaşıyorum ara ara. Gerçeği sevdiğimdendir Antakya’nın yıkık mahallelerinde içtiğim biranın tadı. 20 yıl önce gördüğüm Tunceli’nin ardından bir daha eskisi gibi olmadı Dünya. Elbette rastlantı değil Tunceli’yi merak etmen çünkü şamanik bir meraktır bu. Muhacir ekmeğimi Kadirlili Baki’den alırım ve Kadirli’yi görmeyenler Yaşar Kemal’in köyü Gökçedam’dan Karatepe’ye, Kastabala’ dan Kadirli Milli Parkı’na neler kaçırdıklarını bir bilseler anlarlar bunu neden yaptığımı.

Kastabala

Çukurova’nın lüks balıkçıları iyidir ama Karataş balıkçılarının yerini tutamaz tıpkı Samandağ’ın balıkçılarının da yerini de tutamadıkları gibi. Ne de olsa boğma rakı getirilmez lüks balıkçılara. Gökçeada’yı Bozcaada’ya, Karaburun’u Çeşme’ye, Kabak Koyu’nu Bodrum’a, Çıralı’yı Olympos’a, Kaz Dağları’nı Cunda’ya tercih ederim çünkü en sevdiğim Türk filmi Yol’dur, en sevdiğim yer ise Beycik Köyü. Bütün bu sevdiklerimdendir köklerimi Halikarnas Balıkçısı’nın kitaplarında, Bedri Rahmi’nin resimlerinde, Azra Erhat’ın yolculuklarında, Mina Urgan’ın bıçkınlıklarında bulmam.

Tıpkı Anadolu gibi Beyoğlu’nun da yeri ayrıdır gözümde. Yavaş yavaş öldüm Beyoğlu’nun kitapçılarının, ağaçlarının ve kaldırımlarındaki sandalyelerin yerini alırken baklavacılar, kuyumcular, bombalar ve saç ektirmiş turistler. Gençliğimin duraklarından Machine IŞİD bombalarına, Peyote ve Dogzstar ise COVID’ de dayanamadı ama Beyoğlu’ndaki bir başka küçük İskender şiiri olan Gizli Bahçe ayakta çıktı bütün bu badirelerden. Sana Gizli Bahçe’yi anlatabilecek bir şiir bulabilmek için küçük İskender’in Erotika isimli kitabını karıştırırken şöyle bir şiir bulmaz mıyım:

beni bir Pazar gecesi siyanürle vurun!

Palyaço makyajı yapmış olayım, gülün önce

Amuda da kalkayım, telde de yürüyeyim filan

Size nadide karanfil koleksiyonumu göstereyim

Tenezzüllerini, biliyorum :

müren’den siz hiç şarkı dinlemediniz

radyoda jean-sebastian bach çalıyor, bakınız

cam pervazındaki baykuşun

yok bir da,

küçük İskender bu şiiri Arkadaş Z. Özger’e yazmıştır ve seni tanıdığımda Arkadaş vardı elimde senin de fark ettiğin üzere. Rastlantı değildi elbette seni Arkadaşla tanımam ve hiç şüphem yoktu Arkadaş’ın şiirini seveceğinden:

ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum

düşüvericek ellerinizden ellerinizden ve

bir gün elbette

zeki müreni seviceksiniz

(zeki müreni seviniz)

Haydar Ergülen’in Kırk Şiir ve Bir isimli kitabını karıştırmadan önce de biliyordum sana bu kitaptan bir şiir bulabileceğimi ve karşıma nasıl dizeler çıksa beğenirsin:

Arkadaş Z. Özger’in “Zeki Müren’i seviniz” dediği

O nezahetli hüzünle sevdim hem Ali Ekber Çiçeği,

Hadi ateistler bunu da açıklayın!

Ferit Edgü’nün Hakkari’de Bir Mevsim’ini seni tanımadan bir hafta önce Gökçeada’da okudum ve değişti Gökçeada’nın gerçekliği tıpkı Hakkari’de Bir Mevsim gibi. Elbette gerçek bir daha aynı olmayacak evinde Hakkari’de Bir Mevsim’i okunmak üzere beklerken görmemin ardından. Jimi Hendrix sevgim de gözünden kaçsaydı şaşardım çünkü bir Kızılderili’dir kendileri, Kızılderililer ise Tuncelili.

Neredeyse yirmi yıldır takip ettiğim Alper Hasanoğlu’nun bir tweet’ inden tanıdım şöyle diyen Tunç Tataker’i:

Bir erkeğin ilk boşanması gereken kadın annesidir. Annesinden boşanamamış bir erkek ne büyüyebilir ne de başka bir kadınla bütünleşebilir.

https://twitter.com/tunctataker/status/1595411535928725505?t=yme7Lat-NPyFFdBU3hTI3g&s=19

Hiç şaşırmam Alper Hasanoğlu’nu benim için tıpkı Gizli Bahçe kadar anlamlı olan Beyoğlu’nun caz kulüplerinde gördükçe. Ne de olsa caz dinleyemez anneyi öldürmeyi bilmeyen ve baba katilidir Alper Hasanoğlu tıpkı Halikarnas Balıkçısı gibi. Şimdi daha iyi anlatabildim mi taze sevgiliyle izlenen şu programın neden caz gibi bir rüya ve Alper Hasanoğlu’nun aynı zamanda Yılmaz Güney olduğunu:

Kırkıncı doğum günümün üç gün ardından, beni Efes’e götürmenin anlamı da büyüktür benim için. Bildiğin üzere Anadolu’nun rönesans kokan kıyılarının keşfine yönelik bir mavi yolculuğa çıkıyorum ve Efes bu yolculuğun duraklarından biri olacak şüphesiz. Efes’in ardından beni hemen yanı başındaki binlerce yıllık Anadolu tanrıçası bakire çocuk doğuran Kibele’nin evine götürmenin anlamını öğrenmenin de zamanı geldi bence. Kibele’nin evinin duvarına kimi nörobilimci sevgili dileğini asmıştı, kimi ise işin kolayına kaçıp villa ve Range Rover dileğini. Napoliten çikolata ikram etmişti duasının ardından bir kadın. Ben de bir dilek tuttum mum yakarak…

Ve Kırkıncı yaşımın üçüncü gününde, Yılmaz Güney’in öldüğü, İzmir’in ise bağımsızlığını kazandığı gün, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde Kafkasya Marşı’nın farklı bir yorumu çalarken (bkz. Kafkasya Marşı : “Kafkasya Dağlarında Çiçekler Açar” – YouTube)  Doors, Led Zeppelin ve Beatles dolu bir akşamın ardından Kibele dileğimi hemen kabul ediverdi. Hayatıma hoş geldin sevgilim.

Çıkacağım mavi yolculuk aslında düğümlenmiş sinir uçlarını açmaya yönelik bir nöro yolculuktur çünkü bana eşlik edeceksin anladığım kadarıyla. “Geçmişi ya da geleceği düşünmemek için egoyu öldür” diyen şarlatanlara itibar etmem çünkü bilirim beyindeki dorsolateral pre-frontal cortex’in caz emprovizasyonu sırasında gerçekten de anı yaşattığını ve talamusun zamanı nasıl çarpıttığını bazen. Tükenmiş davranışların HPA eksenini nasıl çökerttiğini öğrenince anladım köşeye sıkışmış bir boksör gard almak dışında bir şey yapmazsa knock out’ un kaçınılmaz olduğunu. Dahası, İzmirli Homeros’ un anlattığı Odysseus’un Çanakkale’den İthake’ye uzanan akıl almaz maceralar ile dolu mavi yolcuğunun aslında köşeye sıkışmamak için rakibe indirilen bir kroşe olduğunu. İnsan ancak akıl almaz maceralara atılacağı yolculuklar ile çözebilir nöro düğümleri ve görmekte olduğun düğümler dağılacaktır birlikte Çanakkale’den İthake’ye giderken.

Haydar Ergülen’in 40 Şiir ve bir isimli kitabında Arkadaş’ın dostu Ahmet İnam’ın şöyle bir yazısına da rastladım:

Haydar, ten ve ruhun ve de yağmurun şairi. Şehirin ve ormanın. Şimdi eksiltmeyi bekliyor. Yaşamayı. Aşkı. Şimdi terzi sevgilidir. Sevgili ten terzisi, kendi teninin, her sevgili biraz narsisttir; ölçüyü kendine alır ve giydirir sevenine, yağmur bu iki ten arasına yağar, terzi yanlış beden terzisidir; aşk da budur; ölçüyü kendine alır, giysiyi karşıdakine giydirirsin; ara açılır, yağmur yağar, makas paslanır. Yağmur zamandır; şiirin zamanı:

            Şiir aramızdaki zaman gibi geçmeli

Bu yazıya rastladım rastlamasına da, emin ol ki Yılmaz Güney’den Alper Hasanoğlu’na, Hakkari’de Bir Mevsim’den Arkadaş’a, Jimi Hendrix’ten Tunceli’ye, Efes’ten Kibele’ye ortak nöro devrelerin ardında yatan narsisizmin farkına varmak azaltmadı aşkımı çünkü tangocu kılığına girmiş bir kiralık katil kadar absürttür sana olan sevgim:

Sana bunu hayatta söylemezdim gerçek bir devrimci marşın şöyle olması gerektiğini bilmeseydin:

Bütün bunlardan dolayı diyebiliyorum ki aslında en karanlık dehlizlerin keşfine yönelik bir nöro yolculuktur aşk ve bu hiç de kötü değildir. Yazının başında da dediğim gibi severim gerçeğin rahatsızlığını tıpkı Yılmaz Güney gibi.

3 Yorum

Cevap Yazın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşede Bir Yerde Üzerine

Samimiyet