in

28 Yıl Önce Bugün: Kadınlar Kocalarından İzin Almadan Çalışma Hakkını Nihayet Kazandılar

Çok uzak değil bundan 28 yıl öncesine kadar evli kadınlar kocalarının izni olmadan bir işte çalışamıyorlardı.

4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren 743 sayılı Medeni Kanun’un 159. maddesi, evli bir kadının ancak koca izniyle bir iş ve sanatla iştigal edebileceğine hükmediyordu. Kocanın izin vermemesi halinde kadın mahkemeye başvurabiliyor, mahkeme kadının çalışmasının aile birliğine zarar vermediğine kanaat getirirse çalışma iznini veriyordu.

Pek çok ülkenin anayasasında  yer alan “herkes dil, din, ırk, cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin yasalar önünde eşittir” hükmünün aslında kadın erkek eşitliğini de içermesi gerekmektedir, ancak bu hükme rağmen birçok yasada olduğu gibi medeni kanunda ve özellikle aile hukuku bölümlerinde “evli kadın” ile ilgili maddelerde bu eşitlik prensibine aykırılık görülmektedir.

İsviçre’de 1 Ocak 1912’de yürürlüğe giren ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından alınarak 4 Ekim 1926’da yürürlüğe konulan Medeni Yasa, erkek ve kadın eşitliği konusunda çağının diğer medeni yasalarından, örneğin Alman ve Fransız Medeni yasalarından daha ileri hükümler getirmişti.

Nitekim 1804 tarihli Fransız Medeni Kanunu’nun 203. maddesi eşler arasındaki hukuksal eşitlik yerine, Roma Hukuku’nun Patria Potestas‘ına, yani koca egemenliğine dayalı aile anlayışını benimsemiş ve karının kocasının sözünü dinlemekle yükümlü olduğu kuralını koymuştur. Bunun sonucu olarak, evleninceye kadar her türlü hukuki işlemi yapmaya ehil olan kadın, evlendikten sonra bu işlemler için kocasının iznini almak zorunda bırakılmıştır.

Alman Medeni Yasası, kadını kocanın egemenliği altına sokmamış ancak kocaya evin yönetiminde tek başına karar verme ve kadının üçüncü kişilerle yaptığı sözleşmeleri, birliğin yararına görmezse feshetme yetkilerini tanımıştır.

İsviçre Medeni Yasası 1912 yılında yürürlüğe girdiğinde, aile hukukunda kadının yerini dönemin diğer iki büyük yasasından farklı ve daha ilerici bir anlayışla düzenlemiştir. Bu yıllarda batıda kadın hakları tartışılmaya başlanmış ve bir anlayış kadın erkek eşitliğinin ayrıcalıksız olarak uygulanması yanlısı olurken; diğer bir tutucu anlayış erkeğin üstün haklarını savunmuştur.

İsviçre yasa koyucuları ise orta bir yol izlemiştir. İsviçre Medeni Yasası 11. maddesinin 2.fıkrasında, medeni haklardan yararlanmada kadın erkek arasında eşitlik ilkesini getirirken, yasa kapsamında yararlanma sınırlamasını da koymuştur. Aile hukuku düzenlemesine de yansıtılan bu eşitlik ilkesinin istisnaları evlilik birliğinde karı ve kocanın karşılıklı hak ve borçlarında da bazı ayrımlar getirmiştir. Bu nedenle, 1912′ de ilerici bir niteliği olmasına karşın, Medeni Yasa’nın evli kadın ve erkek arasında hakların ve yetkilerin paylaşımında tam bir eşitlik sağladığı söylenemez.

Öyle ki evli kadın, evlilik birliğinin daha sağlıklı olacağı gerekçesiyle bazı hallerde kocanın egemenliği altına alınmıştır. Evli bir kadının kocayla eş-değerde vasiyet düzenleme, borçlandırıcı sözleşmeler yapma, dava açma haklarıyla birlikte, ailenin mutluluğunu ve çocukların yetiştirilmesini sağlama, eşine sadık olma gibi yükümlülükleri vardır. Yasak oyucu kocayı aile reisi saydığından  ona evin seçimi hakkını tanımış; kadının kocanın aile ismini alması yükümlülüğünü getirmiş; kocanın eşinin ve çocuklarının bakım ve beslenmesini sağlama borcu olduğundan, ailenin ortak mutluluğu için kadını gücü yettiği kadar kocanın yardımcısı ve danışmanı saymış ve evin bakımından kadını sorumlu tutmuştur. Bundan başka, evin sürekli gereksinimleri için koca gibi kadına da tanınan temsil yetkisi kötüye kullanılır ya da gereği gibi kullanılamaz ise kocaya bu yetkiyi kısma veya tamamen geri alma yetkisi verilmiş ve kocanın izni olmadan kadının bu yetkiyi aşamayacağı belirtilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise kadının sosyal ve ekonomik hayatta kazandığı yer, kadın erkek eşitliğinin yeni boyutlarda yorumlanması gerekliliğini gündeme getirmiştir. Batının büyük medeni yasaları, koca egemenliğine dayalı aile modelini yeniden gözden geçirerek tüm eşitsizlikleri kaldırmış  ve eşlerin hukuksal eşitliği üzerine kurulan yeni bir aile örgütlenmesi ortaya koymuştur.

Almanya’da 1949 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile “kadın erkek eşit haklara sahiptir” hükmü konulmuş ve yasalardaki eşitlik ilkesine aykırı hükümlerin 1953 tarihine kadar yürürlükte kalabileceği, bu arada yasal eşitliği yaşama geçirmek üzere çalışmaların yapılması gerektiği, bu tarihten sonra eşitsizlik içeren tüm maddelerin yürürlükten kalkmış sayılacağını ifade eden hüküm de yer almıştır. Böylece, 1953 yılında kadın erkek eşitliğine aykırı hükümler anayasa gereğince yürürlükten kaldırılmıştır. Yasal düzenlemeler yapma yolunda çalışmalar sürdürülmüş ise de 1953 yılına kadar tamamlanamamıştır.

1 Temmuz 1957 tarihinde, kadın erkek eşitliğini düzenleyen yasa yürürlüğe girmiştir. Bu yasa özellikle Alman Medeni Yasası’nın aile hukukundaki kadın erkek eşitliğine aykırı hükümlerini kaldırmıştır. Koca egemenliğine dayalı aile yerine eşlerin ortak sorumluluğunu ilke kabul eden aile modelini getirmiştir. Kocaya karısının çalışmasını engelleme hakkı veren madde değiştirilmiş ve ev işleriyle bağdaştığı ölçüde kadına çalışma özgürlüğü getirilmiştir. Çocuğun velayetini anne  babanın anlaşarak yürütmeleri kuralını koymuştur. Mal rejimlerinde de kocanın ayrıcalıkları kaldırılarak kazanç ortaklığını yasal mal rejimi olarak kabul etmiştir. Bu rejimde eşlerin evliliğe getirdikleri ve evlilik süresince kazandıkları ekonomik değerler bir bütün oluşturmayıp, her birinin mülkiyetinde kalmakta; eşler bu mal varlığından serbestçe yararlanabilmektedir. Ancak bir eş diğerinin rızası olmadan mal varlığının bütünü üzerinde taahhüt veya tasarruf işlemleri yapamaz. Eşler, çalışmaları ve mal varlıklarıyla aileye düzenli olarak bakmakla yükümlüdürler. Yasa, aile hukukunun eşler arasındaki eşitsizlik yaratan diğer  hükümlerini eşitlik kuralının gereklerine göre düzeltmiştir.

Fransız Medeni Yasası 13 Temmuz 1965 günlü yasayla değiştirilmiş ve kadının kocasının izni olmaksızın mesleğini yapabilceğini kanunla belirtmiştir. Eşlerin  her birinin evliliğin yükümlülüklerini paylaşması ve eşlere, geri kalan  kişisel kazançları üzerinde serbestçe tasarruf edebilme yetkisini tanımıştır. Eşlerin her birine çocuklarının eğitilmesi, yetiştirilmesi ve evin gereksinimlerini karşılayacak sözleşmeleri yapma yetkisi verilmiş ve doğan borçlardan eşlerin ortak sorumluluğu kabul edilmiştir.

Türkiye’de ise yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 senesinden  1990’a kadar Türk Medeni Kanunu’nun 159. Maddesi değiştirilmemiştir ve şu şekildedir:

“Madde 159. – Karı koca mallarını idare için hangi usulü kabul etmiş olursa olsun karı, kocanın sarahaten veya zımnen müsaadesi ile bir iş veya sanatla iştigal edebilir. Kocanın izinden imtinaı halinde karı, kendisinin bir iş veya bir sanat ile iştigal etmesi birliğin veya bütün ailenin menfaati icabı olduğunu ispat ederse, bu izin, hâkim tarafından verilebilir. Koca, karısının bir iş veya sanat ile iştigalden men ettiği takdirde keyfiyet kâtibiâdil marifetiyle ilân edilmedikçe, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez.”

Ancak 14 Nisan 1990 tarihli dilekçesinde, İzmir’de yaşayan ve kocasının izni ile turistik işletmelerde halk türküleri seslendirerek çalışmakta olan “evli kadın”, kocasının kendisini adeta pazarlayıp, sömürmekte olduğunu ve bunu önlemek amacıyla açtığı boşanma davsının devam ettiğini, boşanma davası açtığında ise daha önceden çalışması için izin vermiş olan kocanın, zarar vermek maksadı ile verdiği izni geri çektiğini, bu nedenle Medeni Kanun’un 159. maddesi gereğince dava açıp mahkemeden izin istediğini beyan etmiş, ayrıca Medeni Kanun’un 159. maddesinin Anayasa’nın 10. maddesine aykırı olduğunu, çünkü bu madde ile erkeğe ayrıcalık tanınarak, cinsiyeti dolayısı ile kadının kocaya köle yapıldığını ileri sürmüştür.

İzmir 4. Sulh Mahkemesi ise bu savların ciddi olduğu kanısına vararak 25 Mayıs 1990 tarihinde “Türk Kanunu Medenisi”nin “Karının meslek veya sanatı” başlıklı 159. maddesinin Anayasa’nın 10. , 49. ve 50. maddelerine aykırılığı gerekçeleri ile iptali isteminde bulunmuş ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.

Bahsi geçen maddeler ise şu şekildedir:

“Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

“Madde 49.- Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.

Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.

Devlet, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirler alır.”

“Madde 50.- Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.

Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartlan bakımından özel olarak korunurlar.

Dinlenmek, çalışanların hakkıdır.

Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir.”

159. maddenin iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi üzerine, İstanbul’daki feminist kadınlar 1990 yılı Ağustos ayında bir imza kampanyası başlattılar ve 5000 adet bildiri dağıttılar. 23,24 ve 25 Ağustos tarihlerinde Ortaköy, Kadıköy ve Üsküdar’da stantlar açarak imza topladılar ve 2500 imzanın toplandığı dilekçe 16 Eylül 1990 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne gönderildi.

Nihayetinde yapılan başvuruları değerlendiren Anayasa Mahkemesi 29 Kasım 1990 tarihinde 159. maddenin iptaline karar vererek, “evli kadın”lara koca izni gerekmeksizin yasal çalışma hakkı tanımış oldu.

Bir Yorum

Cevap Yazın

One Ping

  1. Pingback:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kürtaj Üzerine Etik Tartışmalar

Tarih Öncesi Mağara Resimlerinin Yıldız Sistemlerini Sembolize Ettiği Anlaşıldı