Biraz mutsuz, sokakta yürürken bana doğru koşarak gelen bir çocuk gördüm. Kâğıt toplayıcısı kadının çocuğu. Saç baş karmakarışık, üstü başı kir pas içinde ama hayat dolu. İnsana yaşam sevinci veriyor. Koşarak geldiğim yöne doğru gitmeye başladı. Ayaklarının çıplak olduğunu fark ettim. Dört yaşlarında. Arkasından gelen annesine, “ayakkabı giydir, ayağına cam falan batar,” dedim. Elindeki terlik tekini göstererek, “teki yok, terliğinin tekini az önce bi arabaya fırlattı. Adama dedim ver, vermedi, sanki kendisi hiç çocuk olmadı. Çocuk bu, attı ne yapayım, verse ne olurdu sanki,”dedi.
Haklısın anlamında bir baş işareti yaparak, sokağın başındaki caddeye doğru yürümeye devam ettim. Yolumun sonunda, sağ taraftaki bir apartmanın önünde, arabasının yanında bir adam gördüm. Az önce kadının elinde tuttuğu terliğin diğer tekini caddeye doğru fırlattı. Terlik önüme düştü. 27 numara. Bir an bir sevinç hissettim. Tamamlanmışım gibi.Terliği alıp hemen kadına götürmek geldi içimden ama çoktan uzaklaşmış olacaklarını düşündüğüm için vazgeçtim… İki sokak ötede görmüştüm onları.
Bir tarafımda elinde terlik tekiyle çıplak ayakla koşan çocuğun annesi, bir tarafımda arabasına düşen terlik tekini, caddeyle fırlatan adam… Kırk yılda bir dışarı çıkıyordum, hikâyeler kucağıma düşüyordu…
Gülümsedim. Yalınayak koşan çocuğunki gibi bir sevinç kapladı içimi. Yaşamak ne güzeldi. Ayakkabılarını fırlatıp, her şeye meydan okuyup, yalınayak koşmak!
Eve varır varmaz, hemen yazı masamın başına geçtim; ben de o çocuk gibi yalınayak koşmalıydım; sözcüklerin terliklerini fırlatmalı, yalınayak bir öykü yazmalıydım:
“Az önce önüme bir çocuk terliği fırladı… Ama öyle sıradan bir terlik teki değil. Döndü dolaştı hikâyenin sonunda bana geldi. 27 numara. Sanki terliğin diğer tekini de ben giymişim gibi bir neşe kapladı içimi. Sanki çocuğunkiyle yan yana koyunca ayaklarımız birleşti. Aynı insan olduk. Bir ayak onda bir ayak bende. Özgürce koşuyorduk. Bizi bir kalıba sokmaya çalışan her şeye karşı yalınayak.
Koştukça bacaklarımız uzuyordu. Oradan, şehrin üstünden bakınca herkes birdi. Kağıt toplayıcıları, araba, ev, kat, yat, gökdelen sahipleri… Herkes aynı noktanın üzerindeydi. Bizim koşmak ya da durmak isteyen pergel bacaklarımızın çizdiği dairenin… Yalınayak koşmak isteyen bir çocuğun fırlattığı bir terlik, şehrin üstünde süzülüyor, kafasına göre geziyordu.
Şehir minicik kalmıştı. Yarım saat içinde, artık kimsenin işine yaramayan bir düğüm çözülmüştü. Terliği elime aldım. Edebi bir nesneye dönüşmüştü. Sanki sadece yazılmak için vardı. Edebiyatı doğuran şeyin özgürlük ve neşe olduğunu düşündüm. Belki de imkânsız bağlantıları birleştiren bir gezgindir yazar. Sadece yazması için onunla söyleşen birinin sesini duyurmakla yükümlü… iyiliğin, güzelliğin, yaşam sevincinin…
Gülünden sorumlusun, diyor Küçük Prens… Şehirde yalınayak koştuğunu gördüğün çocuktan sorumlusun.