Şimdi aranızda şaşıranlarınız olabilir; Deniz sen anca dijital reklam, bi de “basılmamış” blog yazan bi kolpacısın. Üstüne üjbej kişinin geldiği bi de standup’a çıkıyosun diye, kendini yaratıcı mı zannettin? Haşa!
Bu gece sizlere bahsini açacağım, insanlık tarihi için pek önemli, 3 yaratıcı kadın. Üç acaip kafa ve üç çarpıcı kader. (Çarpıcı kaderler sadece Türk dizilerinde yaşanmıyor tabi.)
Ehem. Anlatıyım.
İlk kadınımız Camille Claudel, kendisi Fransız bir heykeltraş bildiğiniz üzre. Ya da bilmediğiniz. Zira tarih Camille’den, 17 yaşında bir sanat öğrencisiyken ağına düştüğü Rodin kadar sık bahsetmiyor. Taze Camille, Rodin ustanın ağında önce öğrenci, sonra manita ve en nihayetinde Alamancı oluyor. 10 yıl boyunca beyzadenin atölyesinde ırgat gibi taş yontup, herifin mastır piyslerine emek verdikten sonra, Rodin karnında bebeğiyle Camille’i tersliyor. Camille de, kendisiyle evlenmeyen, “1800lü yıllardayız, söz olur” düşünmeden metres hayatı yaşatan Rodin’den ayrılıyor.
Lakin kadıncağızın çilesi burada da bitmiyor tabi. Kendi heykel atölyesini açıyor Camille. Heykelleri şaheser ama kadın heykeltraşa o dönemde para veren yok. Öte yanda Paris’te “Rodin işlerini Camille’e yaptırıyomuş, Rodin karı parası yiyomuş.” söylentileri almış yürümüş. Rodin’in kıllığı da, Camille’in depresyonu da on numara.
Camille’in aile de biraz acaip doğrusu; bi yanaşma şair, aslen sefir abisi, kızını Rodin’le yaşadığı aşk yüzünden affedemeyen bi de annesi var. Sanat yolunda yalnız babası destekliyo Camille’i, onun da öldüğünü gizliyorlar kızdan. “Gel de delirme” derken, Camille deliriyor. Kendi eserlerini parçalamalar, “Bunu Rodin yaptı” demeler. Ki bence yapmıştır. Rodin’den beklerim.
Velhasıl, kadıncağızı el birliğiyle tımarhaneye kapatıyolar. Hayatının geri kalan 30 senesini, eline çamur bile almasına izin vermedikleri bi deli evinde geçirip, ölüyor Camille. Akıl almaz güzellikteki, sağ kalan 70 parça işinin çoğu da günümüzde, iblis Rodin’in müzesininin bodrum katında sergilenmektedir. (fak yu adalet, fak yuuuuuu)
***
Bir diğer kadınımız Sylvia Plath. Ebenin .mı Sylvia Plath. Sırça Fanus’un yazarı, şair, lady lazarus. Sylvia tarz olarak, genelde çok sıkılıyor. Ömrü boyunca. Zira, kadınların ev işi dışında bi varoluşları olmaması makul görülen yıllarda, bir dahi olarak dünyaya gelmiş. Büyük talihsizlik. Babası ne ayak, tam çözemedim ama, ilk o ayarını bozuyo kızın. Syliva evden ayrılıp felan az toparlıyor. Neyse ki, tam bir ayar bozumu için beklenen darbe gecikmiyor. Gerzek Sylvia kolleje gider iken, şair Teg Huges’a çılgınlarcasına aşık oluyor.
Ted Huges romantik-denyosu kıza nikahı basıp, iki de çocuk peydahlar peydahlamaz, Kafkaesk bir kafaya geliyor. “Tanrım bu çocuklar, bu ev… Dayanamıyorum! Ben bi sanatçıyım, bunalıyorum, anlıyor musun?” sayıklamaları başlıyor. Yok komşunun kızına halleneyim, yok eve giren çıkan bacıya yazayım derken, çok geçmeden Ted başka manitaya kaçıyor. Sylvia da “Hazır depresif bi bünyeyim, niye çocukları içeride uyutup, mutfakta gazlı fırına kafamı sokmuyorum?” soruyor kendine. Soruş, o soruş.
Pekii, 31 yaşında toprağı bol olsunlara karışan Sylvia’nın ardından, Ted’in dayaklık yaşam tarzında bir değişiklik oluyor mu? Ah maalesef. Sylvia henüz hayattayken çocuğu koymuş bulunduğu, komşunun kızı Assia Wevil ile evleniyor hemen. Maalesef Assia da tam 4 yıl sonra, Sylvia ile aynı şekilde ve fakat bir farkla, babasının tanımadığı kızıyla birlikte öldürüyor kendini.
Çok üzülen Ted o ara, resmi kocası ve mirasçısı olarak, Sylvia’nın günlüklerini yakmayı, işlerini filan hiç etmeyi de ihmal etmiyor tabi. En son hemşiresiyle evleniyor. Hayatının sonbaharında Sylvia’ya yazdığı şiirlerden oluşan kitabıyla büyük ödül alıyor.
Ha bi de mezar taşı hikayesi var; Ted Huges Sylvia’nın mezar taşında soyadının yazması gerektiğinden emin. Kızın hayranları ise hiç de aynı fikirde değil. Velhasıl sayın Huges defalarca, hayranlar tarafından soyadı karalanan mezar taşını söktürüp, yenisini dikiyor. Hırslı biri herhal.
***
Son kadınımız, sevgili Simone de Beauvoir. Zilli Simone, Sartre’den evlenme teklifi aldığında henüz 20 yaşında. “Hıı olur. Ama hayali evlenelim.” cevap veriyor berikine. “Hani zaten ikimiz de felsefeci olucaz, varoluşu falan sorgulıycaz. Öyle düğün, kına işine hiç girmeyelim Sartırım.” İkili bu kafayla bi takılmaya başlıyor, 40 yıl gideri varmış meğer. Sartre ölene kadar, bazen beraber bazen ayrı, geziyor, yiyor, yaşıyor ve sevişiyorlar.
Simone’da affedersiniz 6 kilo taşak var; gezi yazıları ve felsefi kitaplar yazarak hayatını kazanıyor, başka kimseyle evlenmiyor, çocuk yapmıyor. “En büyük eserim hayatımdır” açıklıyor bir yerde, “Yazar bi kadın olarak ilk görevim, yazmaktır” ekliyor. Belli bi yaştan sonra zaten tezgahı nereye açması gerektiğini de anlamış, üniversitelerde ders verirken çıtır manitalar, oğlanlar ve kızlar ortaya karışık söyletiyor. Al gülüm ver gülüm yaşayıp gidiyor Simone.
Sartre’dan 6 sene sonra öldüğünde, onu hayali beyinin yanına gömüyorlar. Mirasçısı olan kız, yani evlat edindiği genç öğrenci-manitası, Sartre’ın evlatlığının aksine, Simone’un tüm aşk meşk mektuplarını çekinmeden basıyor. “Bizde yanlış yok!” hesabı.
Bu üç hikayeden ne öğrendik peki sevgili koçari okuyucu, ne süzdük?
1) Yaratıcı bir kadınsan, seninle aynı telden çalan manita yapma! Gerçi biliyoruz, bu uyarıyı dinlemeyeceksin. Çok büyük, çok üretken, çok sanatsal ve hatta kavramsal bi aşk yaşamak istiyeceksin. Çünkü manyaksın. O sebeple, senin için alttaki diğer maddeleri hazırladık.
2) Yaptığın bohem sevgiliyle asla evlenme, herifin çocuğunu doğurma, onunla aynı eve çıkma ve herifin gtüne yapışma.
3) Kendi işin, planın, çalışma şeklin ve kuralların, yerin, paran, arkadaşların, kısacası hayatın olsun.
4) Bohem manitan “Ben yaratıcı adamım, daralıyorum. Bak gördün mü, sivilce bastı. ” çemkirdiğinde, sen x2 daral. Hemen atla git, bi 2 ay Avrupa gez. Yoldan da bohem piçine mektup yaz. Mektubun ana fikri: “Enriko ayak bileğimi dillerken aklıma sen geldin aşkitom, je t’adore, valla.” olsun.
Hülasa, yetenekli bir kadının hayatında yapabileceği en büyük denyoluk, etrafındaki erkeklerin bu yeteneği destekleyeceğine inanmaktır.
???
Kesinlikle fazlası var eksiği yok!