*Syriza hükümetinin ilk Maliye Bakanı Yanis Varufakis’in 2015 yılında Cenova’da yaptığı ”Biz Sesimizi Çıkarmazsak Kapitalizm Demokrasiyi Yiyip Bitirecek.” başlıklı Ted konuşmasının ilk bölümü Akıl Fikir Müessesesi için Türkçeye çevrilmiştir.
Demokrasi. Onun batıda garanti altında olduğunu düşünerek muazzam bir hata yapıyoruz. Demokrasiyi gerçekten kırılgan bir çiçek değil de toplumumuzun yapı taşı olarak görüyoruz. Bizden koparılamaz olduğuna inanıyoruz. Yanlış bir kanıyla, kapitalizmin kaçınılmaz sonucu olarak demokrasiye sahip olduğumuzu sanıyoruz ki gerçekte işler pek öyle değil.
Singapur’un Lee Kuan Yew’i ve onun Beijing’teki taklitçileri, bir taraftan politikayı demokrasiden muaf tutarken, diğer taraftan dört başı mamur bir kapitalizm ve çarpıcı bir gelişmenin mümkün olabileceğini makul şüphenin ötesine geçerek bizlere gösterdiler. Aslında, demokrasi burada Avrupa’nın göbeğinde de cehennemin dibini boyluyor şu anda.
Bu yılın başlarında, Avrupa bölgesinde Maliye Bakanı olarak Yunanistan’ı -yeni seçilmiş Yunan hükümetini- temsil ettiğim dönemde, ülkemizin demokratik sürecinin -seçimlerimizin- Yunanistan’da hali hazırda yürürlüğe konulmuş ekonomi politikalarıyla çatışmasına izin verilmeyeceği doğrudan tarafıma ifade edildi. O anda, Lee Kuan Yew’in ya da Çin Komünist Partisi’nin ve hatta eğer bir şeyleri değiştirseydi demokrasinin yasaklanacağını söyleyip duran arkadaşlarımın aklanmasının daha iyi bir yolunun olamayacağı gibi bir hisse kapıldım.
Bu akşam burada, sizlere otantik bir demokrasi için gereken ekonomi modelini sunmak istiyorum. Lee Kuan Yew, Çin Komünist Partisi ve Euro bölgesinin demokrasinin ekarte edilebileceğini düşünerek hata ettiği ve daha otantik bir demokrasiye ihtiyacımız olduğuna dair görüşlerime katılmanızı istiyorum. Demokrasi olmadan toplumlarımız daha kötüye gidecek, geleceğimiz kararacak ve muhteşem yeni teknolojilerimiz heba olacak.
Heba olmaktan söz etmişken, şu konuşma sırasında bile ekonomilerimizi tehdit eden ilginç bir paradoksa dikkat çekmeme izin verin. Ben ona ‘İkiz Tepeler Paradoksu’ diyorum. Sizin de iyi tanıdığınız birinci tepe, borçlar tepesidir ki ABD’nin, Avrupa’nın ve hatta tüm dünyanın üzerine kara gölgesi düşmektedir. Hepimiz borçlar tepesini çok iyi tanıyoruz. Fakat pek az insan bu tepenin ikiz kardeşini fark edebilmektedir. Zengin tasarruf sahipleri ve şirketlerin sahip olduğu kullanılmayan nakit para tepesi. Çünkü onlar, insanlığın umutsuzca ihtiyaç duyduğu yeşil enerji gibi üretimleri destekleyecek ve borç dağını yıkarak yeni gelirler elde etmeye olanak sağlayacak üretici alanlara yatırım yapamayacak kadar korku içindeler.
Şimdi size iki rakam vermeme izin verin. Son üç ayda ABD, İngiltere ve Euro bölgesinde, ortaklaşa olarak 3.4 trilyon doları refah artıran ürünlere yatırdık. Ne bunlar? Sanayi tesisleri, makineler, büroların bulunduğu iş hanları, okullar, tren yolları, vs. 3.4 trilyon dolar kulağa çok paraymış gibi gelebilir ama $5.1 trilyon’un aynı ülkelerin kendi ekonomi kurumlarınca borsayı şişirmek ve ev fiyatlarını artırmak dışında bir yerde kullanılmadığını henüz duymadınız.Bu yüzden pazarın bu olağan işleyişi sayesinde, borç tepesi ve kullanılmayan para tepesi, birbirini dengelemekte başarısız oluyor.
Sonuç, 25-54 yaş arası Amerikalı, Japon ve Avrupalı işsizlerin çeyreğinden fazlası için artmayan maaşlar oluyor. Ve düşük toplam talep, talebin düşüklüğünden korkan yatırımcının karamsarlığını besliyor, yatırım yapılmadığı için talep oluşmuyor ve böylece oğlunun büyüyünce kendisini öldüreceği kehanetinden korkan Oedipus’un babasının, farkında olmadan kendisini ölüme götürecek koşulları yaratması gibi kendini kısır döngü içinde yeniden üretiyor.
Bu benim kapitalizmle olan mücadelemdir. Korkunç müsriflik ve atıl nakit para, insan becerilerini artırmak, hayatları iyileştirmek ve biricik gezegenimizi kurtarmak için gereken yeşil enerji gibi teknolojileri finanse etmek için harekete geçirilmeli.
Tüm bunların çözümünün demokraside olduğuna dair inancımda haklı mıyım? Ben öyle olduğunu düşünüyorum, ancak devam etmeden evvel şunu soralım? Demokrasi kelimesinden ne anlıyoruz? Aristo demokrasiyi, özgür insanlar ve yoksul halkın çoğunluk olarak devleti kontrol etmesi olarak tanımlar. Atina demokrasisi kadın, göçmen ve köleleri hep oyunun dışında tuttu. Fakat, yine de sadece bu noktadan bakarak antik Atina demokrasisini tümden gözden çıkarmak hata olur.
Antik Atina demokrasisi ile hala geçerli olan şey, serbest konuşma özgürlüğü hakkı ve daha hayati önemi olan devlet meselelerinde karar verme hakkıyla eşit ağırlığa sahip siyasi yargı hakkını elde eden yoksulların katılımıdır.
Atina demokrasisi çok uzun ömürlü olmadı. Tıpkı ışıl ışıl yanan bir mum gibi çabucak söndü. Bizim bugünkü özgürlükçü demokrasilerimizin kökleri antik Atina’ya kadar pek uzanmaz. 1688 Şanlı Devrimi’nin Magna Carta (Büyük Sözleşme)’sı ve Amerikan anayasasına kadar uzanır. Atina demokrasisi efendisiz vatandaşlığı odağına alıyor ve çalışan yoksulları güçlendiriyorken, bugünkü liberal demokrasilerin üzerine kurulduğu Magna Carta, efendiler için imtiyaz sağlıyordu. Ve aslında, liberal demokrasi sadece politik alan ile ekonomik alan birbirinden tamamen ayrıldığında ortaya çıkabiliyordu. Böylece politik alanda demokratik süreci tamamen sınırlandırmak, ekonomik alanı -şirketler dünyası diyelim isterseniz- demokrasiden temizlenmiş bir bölgeye terk etmek anlamına geliyordu.
Bugünkü demokrasilerde, ekonomik ile politik alanın birbirinden ayrılmaya başladığı an, bir alanın diğer tarafı sömürerek yiyip bitirdiği insafsız bir mücadeleye dönüştü. Şimdiki politikacılar neden eski zaman politikacılarına benzemiyor, biliyor musunuz? DNA’ları bozulduğu için değil.
(Gülüşmeler)
Hükümette sandalye sahibi olmaları güç sahibi oldukları anlamına gelmediği için, çünkü güç, birbirinden tamamen ayrılmış olan politik alandan ekonomik alana kaydı.
Aslında, ben kapitalizmle mücadelemden söz ettim size. Eğer üzerine biraz düşünürseniz, göreceksiniz ki bu biraz beslemek zorunda oldukları avları kırıp geçirmekte son derece başarılı olan ve sonunda kendileri de açlıktan ölen yırtıcı hayvan sürüsüne benziyor. Benzer şekilde, ekonomik alan bir krize yol açıp kendi kuyusunu kazana kadar politik olanı sömürüp yiyor. Şirket gücü artıyor, politik ürünler değer kaybediyor, eşitsizlik yükseliyor, toplam talep düşüyor ve CEO’lar şirket paralarını yatırıma çevirmekten korkuyorlar. Kapitalizm ayak takımını demokrasi dışında tutmayı başardıkça ikiz tepeler yükseliyor, insan kaynakları ve toplum refahının israfı artıyor.
Eğer bu doğruysa, açıkça söylemek gerekir ki biz ekonomik ve politik alanları yeniden birleştirmeli ve bunu eski Atina örneğinde olduğu gibi ve köle, göçmen ve kadınları da içine alacak biçimde daha ileri taşıyarak, ayak takımının söz sahibi olmasını sağlamalıyız. Şimdi bu, hiç de özgün bir fikir değil. Marksist sol bu fikri 100 yıl önce ortaya attı ve işler pek yaver gitmedi, değil mi?
Sovyet fiyaskosundan çıkardığımız ders gaddarlık ve savurganlığın yeni şekillerini yaratmadan, tıpkı antik Atina’da olduğu gibi, çalışan yoksulların ancak bir mucizeyle yeniden güce ulaşabilecekleri oldu.
Fakat bunun da çözümü var: çalışan yoksulları saf dışı etmek. Kapitalizm, düşük ücretli işçileri otomat, android ve robotlarla ikame ederek zaten bunu yapıyor. Problem şu, ekonomik ve politik alanlar birbirinden ayrı tutuldukça, otomasyon sistemi ikiz tepeleri daha da yükseltecek, israfı ağırlaştıracak ve sosyal çatışmaları derinleştirecek ki bence buna Çin gibi ülkeler de yakında dahil olacak.
Bu nedenle yapılandırmaya giderek ekonomik ve politik alanları yeniden birleştirmekten başka çaremiz yok, ancak bunu öyle bir demokratikleştirmeyle yapmalıyız ki bu sayede sonumuz sinema filmi Matrix’in belgesele dönüştüğü, denetim manyağı aşırı otokratik bir yapıya benzemesin.
(Gülüşmeler)
Bu yüzden konu kapitalizmin teknolojik yeniliklere direnip direnmeyeceği değil. Daha ilginç olan şu: Kapitalizm, Matrix distopyasına benzeyen bir yapıya mı direnecek yoksa makinelerin insanlara hizmet ettiği, insanların da enerjilerini evrenin keşfine ve antik Atina gibi ileri teknolojik agoralarda yaşamın anlamını uzun uzun tartıştıkları Star Trek-vari bir topluma mı karşı koyacak? Bence iyimserliğimizi koruyabiliriz. Fakat Matrix benzeri bir distopya yerine Star Trek-vari bir ütopyaya sahip olmak nasıl olurdu? Bazı basit örneklerle açıklamama izin verin.
Teşebbüs düzeyinde, çalıştıkça para kazandığınız, işten işe, şirketten şirkete paranın sizi takip ettiği ve çalışanların tümünün şirketin tek sahibi olduğu bir sermaye piyasası hayal edin. Sonra tüm gelir sermaye ve kardan elde edilsin ve ücretli işçi konsepti hükmünü tümüyle yitirsin. Şirketin sahibiyle çalışanı arasındaki ayrım son bulsun; böylece, sermaye ve emek arasındaki çekişmeye son; yatırımla tasarruf arasındaki büyük uçuruma son; ikiz tepeleri yükseltmeye son.
Küresel politik ekonomi düzeyinde milli para birimlerimizin insanlık yararına olarak, G-20 ve Uluslararası Para Fonu tarafından geçerli sayılan küresel ve dijital bir para birimiyle serbest dolaşım döviz kuru olduğunu bir an için olsun farz edin, ve tüm enternasyonel ticaretin bu para birimi -hadi ona ‘’kozmoz’’ adını verelim- üzerinden yapıldığını hayal edecek kadar ileri gidin. Her hükümet ticaret açığına ya da fazlasına orantılı bir miktar parayı ortak bir fona yatırmayı kabul etsin. Ve bu fonda toplanan paranın özellikle yatırım fonunun düşük olduğu bölgelerde yeşil teknolojiler gibi alanlara yatırılmak üzere kullanıldığını düşünün.
Bu yeni bir fikir değil. Bu, John Maynard Keynes’in 1944’teki Bretton Woods Konferansında etkileyici bir biçimde önerdiği şey. O zamanlar bunu destekleyecek teknolojiye sahip değillerdi. Şimdi biz sahibiz, özellikle birleştirilmiş politik ve ekonomik alanlar bağlamında.
Size tasvir ettiğim dünya eş zamanlı olarak özgürlükçü bir dünyadır, çünkü güçlendirilmiş bireyleri önceler. Sermaye ve emek farkını tarihin çöplüğüne fırlatacağı için Marksist, Keynesci, küresel Keynescidir. Fakat hepsinden de öte, özgün bir demokrasiyi hayal edebileceğimiz bir dünyadır.
Ufukta böylesi bir dünya görünmeye başladı mı? Yoksa Matrix-vari bir distopyaya doğru geriliyor muyuz? Yanıt, hep birlikte yapacağımız politik tercihlerde yatıyor. Bu bizim seçimimiz ve bunu demokratik yollardan yaparsak çok iyi olur.
Teşekkürler