“Gerçekten daha gerçek olan bir şey var mıdır? Evet, vardır: Masal!”
Kazancakis
Masalın sözlük tanımı, halkın ortak yaratısı olarak ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa aktarılan, cin, peri, dev gibi hayali varlıkları da barındıran, olağanüstü olaylara yer veren, genellikle bir tekerlemeyle ya da bir varmış, bir yokmuş gibi bir sözle başlayan bir tür halk öyküsü olarak geçiyor. Olağanüstü olaylar, masalı gerçeklikten koparmış gibi görünse de aslında gerçeğe gözünü diken ve onu şekillendirmeye çalışan başka bir tür var mıdır? Bir kere masal yapısı itibariyle kıssadan hisse vermeye yazgılıdır. Sonunda muhakkak bir ders verir. Verdiği ders ya da mesaj içine doğduğu kültürle, toplumun değerleriyle ne kadar işbirliği içindeyse o kadar benimsenir ve kuşaktan kuşağa aktarılır. Kazancakis’in bu sözle başka bir gerçeğe işaret etmek istemiş olma ihtimalini saklı tutarak diyoruz ki: Masal gerçekten daha gerçektir.
Bu yüzden masal deyip geçmeden, onu ciddiyetle mercek altına alıp bilinçaltımıza neler ettiğine, küçücük, masum, körpe beyinlerimizi hangi toplumsal kalıplarla doldurduğuna bakmaya ne dersiniz?
Her kuşaktan insanın okumasa bile ezbere bildiği –bunlardan kendini korumanın imkanı var mı, bilemiyoruz- masalları toplumsal cinsiyet ve roller açısından birkaç başlıkta ele aldığımız bu yazımızın sonuna bir de bakış açımızı, algımızı değiştirmeye soyunmuş, kolaycılığa asla kaçmamış, klasik masallara bayrak açmış alternatif masallardan örnekler koyduk. Çocuklarınızı uyutacaksanız bu masallarla uyutmanız tavsiye olunur.
1-“Güzelliğin On Par’etmez. Şu Bendeki Aşk Olmasa”
Aşık Veysel’in güzellik anlayışının tersine bütün klasik masallar tek tip güzellik üzerine söz birliği etmişçesine ruhumuza işleyen bir prototip yaratmayı başarmışlardır. Uzun boylu, incecik, sırma saçlı, al yanaklı, pamuk gibi beyaz tenli ve genç değilsen güzel de değilsin ve güzel olmadığın için de evlilik gibi boş hayallere kapılmamalısın.
Özellikle şu üç masalda- Pamuk Prenses, Kurbağa Prens ve Sindrella’da- güzellik kadın olmanın en önemli parçasıdır. Bu masallardaki anlatıya göre kadın, toplum tarafından kabul görmek ve saygın olmak istiyorsa kesinlikle güzel olmalıdır. Güzel olması için de yukarıda saydığımız özelliklerin hepsine birden sahip olmalıdır. Ayrıca evlenilme niteliğine sahip olmak istiyorsa da güzel olmak zorundadır. Masallardaki çirkin kadınlar, prensler ya da diğer erkekler tarafından seçilmedikleri ve beğenilmedikleri için evlenemezler, güzel olmadıkları için evde kalmaya mahkumdurlar. Çirkin kadınların aksine, baloya davet edilen güzel Sindrella’ya aşık olmak ve onunla evlenmek o kadar kolaydır ki prensten şu cümleleri duyarız: “Daha adınızı bile bilmiyorum fakat sizinle evlenmek istiyorum”. Prens Sindrella’yı tanımamasına, henüz adını bile bilmemesine rağmen güzelliğinden o kadar etkilenmiştir ki evlenmek için kadının başka bir özelliğine bakmaya bile gerek görmez.
Çirkinlik ise bir karakter olarak karşımıza çıkar. Fiziksel falsoların(!) üstüne bir de kötülüğü boca ettiniz mi işlem tamamdır. Bu masallarda çirkin olanlar hep kötü yürekli olanlardır, bunun tam tersine güzel olanların kalpleri de güzeldir ve çirkinler tarafından hep ezilirler. Sindrella’daki üvey kardeşlerin Sindrella’ya karşı olan kötü tutumları ve çirkinlikleri yüzünden evde kalmaları buna bir örnektir. Oysa çirkin kardeşlerin tam tersine Sindrella’nın narin, zayıf bir bedene sahip olduğu defalarca tekrarlanmıştır. Prensin düzenlediği baloya katılabilmek için Sindrella’nın üvey kardeşleri haberi duyar duymaz zayıflamak için rejime başlarlar. Daha çarpıcı olan nokta ise annelerinin onları güzelleştirmek pahasına her yolu denemesi ve bununla da kalmayıp, prensi baştan çıkarabilmeleri için kardeşlerin arasında bir rekabet yaratmaya çalışmasıdır. Güzel olmanız da yetmeyecek, bu güzellik yarışında en yakınınızdakileri de atlatıp toplum tarafından “en en en güzel” olarak birincilik tahtına oturmadan rahata eremeyeceksinizdir. Masalda üvey anne kendi öz kızlarına şöyle der: “Haydi yavrularım sizleri göreyim birinizden birisi mutlaka baloda prensin gönlünü çalsın.” Bu arada şunu da belirtmeden geçmeyelim: Evlilik sevdiği insanla birliktelik kurmaktan ziyade kadın için bir kurtuluş, sınıf atlama tahtasıdır.
2- Saat 12’yi Geçmeden Evde Ol!
Sokaklar kadınlar için hiçbir zaman güvenli olmadı, olacak gibi de görünmüyor. Ama bunun çözümü evden çıkmamak ya da çok geç olmadan- neye ve kime göre geç- eve dönmek olmamalı. Özellikle ülkemizde feminist hareketin sık sık kullandığı “geceleri geri istiyoruz” sloganları günümüzde hala bu sorunun çözülemediğinin bir göstergesi.
Masallarda da kadının bu geleneksel yazgısı pekiştirilmeye çalışılmıyor mu? Örneğin, eğer Sindrella eve 12’den önce dönmezse at arabası balkabağına, sürücüsü güvercine ve atları da fareye dönüşür. Bu anlatı bize gece saat 12’den sonra dışarıda kalan kadının cezalandırılışını yeniden hatırlatıyor. Dolayısıyla gelecek neslin kadınlarına geceleri dışarı çıkmamaları, erkeklerine ise geceleri karılarını, bacılarını ve kız çocuklarını dışarı çıkarmamaları sembolik temsil ile anlatılarak pek güzel bilinçaltlarına işleniyor. Erkekler ise dışarıdaki işlerle meşgul olan ve özgürlüğüne düşkün karakterler oluyor genellikle; kurt, avcı, kurbağa, okçu ya da cüceler bu anlatı şekillerine uygun olarak düşünülebilir. Bu tiplemeler dışarıda hiç bir tehdit almaksızın özgürce dolaşarak herkesle konuşabilmekte ancak; kadının yabancılarla konuşmaması, özellikle geceleri sokakta kalmaması, dikkatli olması ve çabucak gideceği yere gidip gelmesi defalarca tekrarlanıyor. Bunun bir örneği annesinin Kırmızı Başlıklı Kız’a onu tembihlemek için söylediği sözler: “Kulübeye giderken sakın yolda oyalanma. Tanımadığın kimselerle konuşma. Ona buna takılma. Sakın ormana dalıp yolunu uzatma. Tamam mı benim kırmızı başlıklı güzel kızım?” Kızımız annesinin sözünü dinlememenin bedelini kurda yem olmakla ödüyor. Neyseki avcı imdada yetişiyor da kızımız kurtuluyor.
3- Evimin kadını, çocuklarımın anası oliciiim!
Dışarıdaki tehlikelerden kurtarılan ve eve bağımlı hale gelen kadın ne yapar? Tabii ki ev işleriyle ilgilenir. Masallarda bunun anlatımı gerçek hayattan çok daha abartılı bir şekilde işlenmiştir. Sarayda yaşayan prensesler bile eski püskü kıyafetleriyle temizlik yapmakta ve üvey kız kardeşleriyle, üvey annelerine hizmet etmektedirler. Günümüzde bu masalları çocuklarına okuyan ve okutanların saraydan değil de halktan insanlar olduğunu düşünürsek kadının halk tarafından ev işlerine yönlendirilmesi kaçınılmaz olur. Sarayda temizlik yapmayı içselleştiren ve özümseyen Pamuk prenses ormanda kaybolduğunda ilk kez gördüğü bir evin içerisine korkusuzca girip hemen temizlik yapmaya başlar o da yetmez, yemek yapar. Bütün bunları yaptığı için masal kitabı Pamuk Prenses’i kullandığı dili ve anlatımı ile ödüllendirmekte ve ona becerikli Pamuk Prenses sıfatını da uygun görmektedir. Bu bağlamda Kırmızı Başlıklı Kız masalının anlatımı ve dili de Pamuk Prenses hikayesinden farklı değildir. Her şeyden önce Kırmızı Başlıklı Kız’ın başlığını ören kişi bir kadındır, onun ninesidir. Ninesi hastalandığında da Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesi, içinde şifalı otlardan yapılmış bir şurupla, çorba olan bir sepet hazırlamaktadır. Erkekler için ise ev işlerinin yapımına dair geçen tek bir kelimenin ya da imanın sözü geçmez.
4- Felakete neden olan kadın: Femme Fatale
Toplumun öğretilerine uygun hareket etmeyen ve kendi kurallarını çizip ona göre yaşamayı tercih eden kadın özgürlükçüdür, iradelidir, güçlüdür ve itaat etmez. Aman dikkat! Hemen önlem alınmazsa felakete neden olabilir. Bu yüzden toplumsal bir refleksle harekete geçen ataerkil toplum kendi ayakları üstünde sağlamca duran kadını tokatlar ve ona kötü kadın damgasını vurur. Masallardaki Femme fatale karakteri erkeğin iktidarı içine girmez bu yüzden de tehlikeli ve güçlü bir kadın tipidir ancak güçlü bir cazibesi olduğu için erkek tarafından reddedilemez.
Masallardaki kötü kadın imajı yani femme fatale, eve sonradan gelen, huzur ve düzen bozan, üvey olan, kötü olan, kıskanç olan, cadı olan fakat aynı zamanda güzel olan ve baştan çıkarıcı cazibesi olandır. Öz anne ne kadar iyi özelliklere sahipse üvey anne o kadar kötüdür. Burada verilmek istenen mesaj kadının ikinci evliliğinin toplum tarafından yadırganması, kabul görmemesidir. İkinci evlilik söz konusu olduğunda erkek toplum tarafından desteklenirken, kadının evlenmesi toplum tarafından hoş görülmeyen bir eylemdir. Pamuk Prenses masalında halkın krala söylediği cümleler bunu desteklemektedir: “Sayın kralım, halkımıza yeni bir kraliçe, Pamuk Prenses’e de anne lazım”. Dolayısıyla ikinci kez evlenen baba hep iyi rolü oynarken sonradan gelen üvey anne için durum tam tersidir.
Öz anne ve üvey anne davranış modelleri Sindrella masalında da açıkça görülmektedir. Üvey anne öz kızlarına ne kadar iyi davranıyorsa, üvey kızı Sindrella’ya o kadar kötü davranmaktadır, onu sarayın hizmetçisi yapar, kendine ve kızlarına hizmet ettirir. Ya da prensin düzenlediği baloya kendi kızlarını götürür ama Sindrella’yı götürmez. Üvey anne modeli o kadar kötüdür ki kızı yaşındaki bir kadının güzelliğini bile kıskanabilir ve sırf en iyi olabilmek, girdiği rekabeti kazanabilmek için üvey kızını öldürtmeye çalışabilir.
Kraliçenin kıskançlığı Pamuk Prenses masalında şu ifadeyle yer almaktadır: “Gün geçtikçe güzelleşen Pamuk Prenses kötü kalpli kraliçenin canını sıkmaya başlamış”. Bu kıskançlık sonucunda da Pamuk Prenses kötü kalpli kraliçenin isteğiyle önce avcı tarafından öldürülmek için ormana götürülmüş daha sonra da kırmızı bir elmayla zehirlenmeye çalışılmıştır. Bu durum, kadının da kadından nefret ettiğinin bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. Toplumda kadınlar arasında da bir düşmanlık oluşmasına zemin hazırlayan bu hikayelerde, üvey anne üvey kızını sevmez ve zaten üvey kızın da üvey anneyi kabullenmek ve ondan sevgi beklemek gibi bir düşüncesi yoktur. Dolayısıyla her iki kadında da bir önyargı vardır. Üveylik özellikle bizim topraklarda hiç geçerli bir akçe değildir. Bunda Yeşilçam filmlerinin de katkısını unutmamak gerek. Zavallı Ayşecikler, Sezercikler üvey annelerinden az mı çekti? Tabelalarımızda bile üveyliği yadsımamız tesadüf mü sizce? İsminin önünde yazan “öz veya hakiki” ibareleri kaliteli ve güvenli olduğuna olan inancımızı pekiştirmiyor mu? Hakiki Koç, Öz Urfa Tatlıcısı, Öz Adana Kebapçısı…’vb.
Kıssadan hissemiz: Toplum nezdinde masum bir tablo çizen masal, aslında toplumun temel dinamiklerinin yeniden üretilmesine önemli katkı sağlayan bir kültürel üründür ve bu özelliğinden dolayı içinde var olduğu toplumun kurallarını, kodlarını, kültürel değerlerini, baskın düşüncelerini gelecek nesile miras olarak bırakır.
Yazımızın başında söz verdiğimiz gibi tüm bu kalıpların dışına çıkmayı başarmış masallarımızdan örneklerle bitirelim .
Yavrularınızı bu masallarla gönül rahatlığıyla uyutun.
Aziz Dede’den Masallar – Aziz Nesin
Toplu Masallar – Samed Behrengi
Hatalar Kitabı – Corinna Luyken
Frederick – Leo Lionni
Boşluk – Anna Llenas
Kaynak: Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılması / İpek Artun
Kalıp dışına çıkabilmiş masal önerileri için teşekkürler