Durağanlığın içindesin, bütün bir günü zamanı etraflıca tüketerek geçirdin. Köpüren ve kabaran dalgalar, gemilerin paslı güverteleri, gürültünün cüretkâr telaşı. Soyut cinnet. İçine boşlukların doluştuğu bu tuhaf yaşantı. Bu her şey, bu ölümlülüğün gövdesinden taşan kuşku ve dehşet. Zamanın içindeki durumsuzluğunu hesaplayıp karamsarlığa kapıldın. Etkileri geçecektir. Düşünceler en çok da imkânsız gibi görünen şeyler üzerine yoğunlaşıyor. Bu boşluk, bu çürümüş uğultu çıldırtacak sonunda seni. Bütün bir günü içki içerek israf ettin, midenin yüzeyine çıkan anlamsız yorgunluk ürküttü seni.
Otobüsteydin, bir deli vardı, o deli otobüse bindiği anda otobüs neredeyse tenha olmasına rağmen senin yanına oturacağını sezinlemiştin. Otobüs hareket etti, deli yanına oturdu. Kefene benzeyen solgun ve beyaz bir çuval giymişti sanki. Sevişirken bile sadece birbirine sürtünen iğrenç iki et parçasından birisi gibi duruyor karşında. Diz kapağının biraz üstü adeta kahve dehlizine daldırılmış ıslak bir sersemliği andırıyor. Pürtelaş münakaşa; işte siyah ceketli yürüyen kefen bezinin davranışsal stratejisi. Elinde, yüzeyi hemen hemen yıpranmaya yüz tutmuş pembe – siyah parfüm kutusuyla akıl almaz sorular soruyor sana, orada neredeyse yüzyıldır duruyormuş gibi. Cinnetin yükselen krizini kusuyor etrafa, bir muhatap arıyor da olabilir, yalnızca bir muhatap. Bağırarak yaratmaya çalıştığı zoraki tanıklığa aldırış etmeden otobüsün arkasına doğru hareketlendin, deli ardından küfürler savuşturmuş olsa da içinde bir saldırganlık eğilimi belirmedi.
Antik sayılabilecek bir kentin daracık sokaklarında ilerliyordun, anlamsız bir yürüme isteğinin peşinden sürüklendiğini de varsayabilirdik. Keskin kebap kokuları gökyüzünde birbirleriyle itişiyordu, yemek yemeğe yönelir gibi oldun ancak yine de karar verebilmiş değildin. Her şeyden önce tutuk bir adamsın. İnsanlarla bağlantı kurman pek de kolay olmuyor. En rezil yeri bulmaya karar verdiğinde en güvenilir yeri de bulacak sayıyorsun kendini. Pespaye dükkan, ticari faaliyetinin endamını en az yüzyıllık pazarlamacı alışkanlıklarıyla bezemişti bir defa, rahatsız ediciydi bu; fakat güvenilirdi. Diyalog kurmaya yöneleceğin kişiyle; güçlü bir ses tonunun bilindik ve telaşsız biçimi aracılığıyla iletişime geçecektin, güvenilir olan buydu. Ancak, sesinde fark edilebilecek en belirsiz kırgınlık dahi geliştirilen iletişimin seyri açısından sana fazlaca dar seçenekler sunacaktı. Beklediğin gibi gelişti her şey, rezil bir mekanın sahibiyseniz eğer, buyurgan ve ciddi tavırlar altında biçimlenen muntazam bir kabulleniş de yüzünüzden okunuverir.
Dışarı çıktın, pek fazla zaman geçmemişti ki ileriden gelen tuhaf klakson sesi kulaklarını tırmaladı. Kargo dükkanından çıkan dağıtıcı ve hemen yanından geçmekte olan yaşlı travesti ile aynı merak etrafında kenetlenmiştin. Az ötede mavi ve külüstür bir pikap belirdi, biçimi ölü ve makyajlı bir köpeğin görüntüsünü andırıyordu. İğrenç klakson fazla da önemsenmeyecek eski bir filmin müziğinden esinlenerek üretilmişti sanırım. İşte karşınızda Balat Soytarısı !
Etraf aleladeleşti mi ne, çevredeki sesler artık seçilemiyor. Aklını ehlileştirmeye çalışıyorsun, düşüncelerine ucu körleşmiş bir mızrak gibi çullanan o boğucu dehşet silsileleri hareketsiz bırakıyor seni bir süre. Gölgeler geriye çekiliyor, etrafında kıvranan hissizliğe aldırış etmeden. Burası karanlığın krallığının toprakları ve midenden ağzına asitler çıkartıyor beklenmedik savaşlar. Sersemletici bir uyku kurtarıyor seni, bir ölüm naifliği. Düşüncelerin, henüz yarısındaki bir sigaranın kül tablasına bastırılışındaki gibi sönmeye başlıyor. Bozulduğunu hissettiğin sağlığını ve başarısızlıklarını aslında kendileriyle pek de âlâkası olmayan sebeplere bağlamak istiyorsun, hiç olmazsa zaman kayıtsız bıraksın seni bu şekilde.
Şişeler öfke doluyor bu gece. Gün değmemiş karanlık bir ormanın içinde çığlık atıyorsun; 71 yaşında, kaporta metalinden vücudunu biçimlendirecek şekilde darbe alan bir ihtiyar gibi hareketsizleşiyorsun.
Vücudundaki organların dinmeyen bir saldırıyla yüzyüze geldiği bir an bu, aklında çarpma anını anımsıyorsun, tekrarlı bir döngü gibi yeniden ortaya çıkıyor. Doğum, ölüm ve uyku arasında gidip geliyor bilincin. Her nasılsa bu anın geleceğinden haberdardın, hazırlıklı olabilmeyi ummuştun bir zamana kadar; bazen unutmuş, bazen hezeyanlarla manüple etmeye çalışmıştın halbuki.
İçinden 3.5 kilo ur çıkabilecek bir vücuda sahip olduğunu düşünüyordun. Bir kadın uru, ancak Bereç Mezarlığı’nda kendisinden kurtulabileceğin büyük bir yük olmakla beraber durumunun karmaşasına da açıklık kazandırıyordu. Teşhis konulabilecek her an seni içinden çıkmakla tehdit eden pembe-kahverengi bir cerahatti bu. Korktukça beslemiştin onu, canlılık ve ifade kazandırmıştın ona. Karşında sevimsiz ve deformasyona uğramış suretiyle duruyordu işte. Onun yorgunluğu senin yorgunluğun oluyordu artık. Hislerimiz vücudumuza anlık biçimler verebilse nasıl olurduk kimbilir ? Çarpmanın etkisiyle dişlerinin de yarım metre yanında belirmiş olduğunu gördün. En biçimsiz olanlarından birisi sayabileceğin kahverengi dolgulu olanı daha da ilerideydi. Yeşil soğan, paneli mantar, roka ve pide artıklarının kokusunu alabiliyordun üstünden. Yine de bir ziyafet çektiğini düşünüp gülümsedin, kanı pompaladın midene.
Uyandığında nedense miden ağrıyordu, bu iğrenç kabusu atlatmış olduğunu gördüğünde bir süre hareket etmeden yalnızca etrafta göz gezdirdin. Yaklaşık 19 gündür içki içmiyor, sokaklara çıkıp kendini bitkin düşürene kadar etrafı gözlemlemiyor ve içinde bir yerlerde en samimiyetsiz geri çekilişi özümsemeye çalıştığını biliyordun. Zil çalmış, garip komşun henüz anlam veremediğin bir sebeple sana ölmediğini yeniden hatırlatmıştı. Hiçbir gerekliliği olduğunu düşünmüyordun tüm bu ritmik seremonilerin. Yapmak istediğin en belirgin eylem; gecenin bir yarısı dışarı çıkarak bir köpek gibi havlamak ya da araç plakalarının rakamlarını birbirleriyle toplayarak yaşadığın şehrin plaka kodunu elde etmekti. Başladığında bitirmeden dönemezdin sokaklardan geriye. Lambanın turuncu ışığı altında durarak çöp konteyneri ünitelerini gözlemliyorsun. Bakteri faaliyetleri devam ediyor, belki içinde bir kedi de vardır. Hayvanlara asla zarar vermemiştin, yalnızca çocukken sineklerin kanatlarını kopararak onların ocağın üstünde kanatsız halde yanışlarını seyrediyordun, salyangozlara tuz döktüğünü de itiraf etmen gerekiyor olabilir, bir ara bir kaplumbağayı da suyun içine fırlatmıştın. Sinekleri ameliyat ediyor, salyangozların üzerine iyotlu tuz dökmemek ve haşlanmış yumurta arasında senin dışında başka kimsenin tutarlı anlamlar yaratamayacağı eşlenimler yapıyordun. Duvar ya da merdivenler yüksekti, paslanmış demirler ve ortalığa rastgele dağıtılmış şırınga ve haplarla oynuyordun. Pisliğin ve tuhaf kokuların üstünde hüküm süren bir merak eşlik ediyordu eylemlerine. Sokaklarda izmarit toplayan duman tiryakisi piçler kadar umursuyordun sen de eylemlerini. Hepiniz aynıydınız, zeplin gördüğünde gözlerini ondan alamayan bütün pudingseverler cemiyeti üyeleri aynı kanlı eylemlerle sonlandırdı masumiyetlerini.
oysa insanın sadece kendisi olabilmesi o kadar zor ki