Kır, kırsaldır, ben bencil (Tezer Özlü)
Bazı bebekler sert taşlar, siyah yeşil yosunlu kayalar üzerine doğarlar. Kadife tenlerinin ürküntüsü ruhsal yaşamlarına bir desen olarak işlenir ve vücuttaki bir ben gibi onlarla birlikte büyür. Aşırı hassas kişiler taşıyamadıkları duygusal yoğunluğu başkalarına geçirirler. Acı, sevinç yahut neşe. Bulundukları ortamı etkilerler. Çoğu kez çevresindeki insanların, mutsuzluğundan, bakımsızlığından şikâyet ettikleri kişilerdir bu kişiler; çünkü duyguları bulaşıcıdır ve diğerleri de eş duygu durumunu yaşamaya başlamışlardır. Neşe ve mutlulukları da kaldırılamayacak denli yoğundur sihirli bir değnek dokunmuş da siyah beyaz bir film renklenmiş gibi doyumsuzdur. Bir hastalık olan manik depresif durumdan ayırmak gerekir bu durumu. Tersine bir bakış sadece. Empatide kendini başkalarının yerine koymak varken burada başkalarıyla birebir özdeşleşmekten kaynaklanan “başkalarının onun yerine kendilerini koyması” vardır. Duyguları bir elektrik ampulünün içi gibi bunca şeffaf görünen kişiden etkilenirler; güçlü bir bağ oluşur aralarında. Bu kişiler “benmerkezci” yahut “bencil” olarak olarak adlandırılabilirler çoğu kez. Ben olmak durumundan duygusal yoğunluk nedeniyle sık sık kurtulamayan bu kişilere karşı bu tür bir suçlama yanlış olacaktır. Çevresindekileri mutsuzluklarıyla olumsuz etkilediklerinin farkındadırlar ve bu yüzden içlerine kapanırlar. Kimseyle görüşmek istemezler. Mutlu oluncaya kadar servise hazır değillerdir. Mutlu olmanınsa onlar için bir tek yolu vardır. Diğerleriyle eşitlenecekleri, dünyaya, dış yaşama değebilecekleri somut bir dönüşüm gerçekleştirmek. Bunun için en sağlıklı olan yalnız bir uzun kapanmadır. Ancak çoğu kez yaşam böyle bir olanağa elvermediği için daha kısa süreli kapanmalardan sonra yeniden insana karışabilirler. Başlarına gelen her neyse sık sık düşünüp irdelemeye ihtiyaç duyarlar. Mutluluk beklentisi trafiğinin zorlamadığı, baskı altında tutmadığı mekânlar ararlar. Çalışanlardan oluşan kendi halinde bir işçi kalabalığının olduğu mekânlar, kahvehaneler, matbaalar, kütüphaneler gibi ortamların doğasına uğraşların doğası ile doğrudan mesafe koyulan mekânlardır sevdikleri yerler. Kalabalık içinde yalnız olabildikleri, hiç kimseyi etkilemeyecekleri yahut da mekânın doğasına akıp gidecekleri yerler. Mutluluk yahut mutsuzluklarından dolayı sorgulanmayacakları yerler. En çok onlardan biri, gibi, görünebilecekleri, yerler… Çoğunun durumundan haberdar olduğu düşünülecek olursa insanları böylesine etkilemeyi kendi yararlarına kullanmak için örneğin kendilerini sevmekle başlayabilirler işe. Ama sıkı yalnız kalma tutkusu kendi kalabalığına bile dayanamaz hale getirdiği için bu seçeneği kullanmazlar. Üşengeçtirler. Sevmek hele de kendini sevmek tohum ekmektir. Kim toplayacak ekini… “Yaşamak bu!” “Delilik bu!” der gibi bir panik atak! Çoğu kez sardunya yaprakları arasında bir yaprak olarak yaşamak varken!