“İnceleme bölümünde de belirtildiği gibi yazar hiçbir değer sistemini dikkate almayan, disiplinsiz anti sosyal bir seks bağımlısı tipi ile şahsiyetleştirdiği ‘Yumuşak Makine’ isimli kitapta bir konu bütünlüğü olmadığı, gelişigüzel kaleme alınarak anlatım bütünlüğüne de riayet edilmediği, genelde argo ve amiyane tabirlerle kopuk anlatım tarzının benimsendiği, özellikle erkek erkeğe cinsel ilişkilerin zaman ve yer tasvirleriyle ar ve hayâ duygularını rencide edecek ölçüde anlatıldığı, zaman zaman tarihi mitolojik unsurların yaşam tarzlarından örnekler vererek kişisel ve objektif olmayan gerçek dışı yorumlarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Mezkûr kitabın bu haliyle edebi eser niteliği taşımadığı, okuyucu haznesine ilave katkısının olmayacağı, kriminolojik açıdan da kitapta, insanın bayağı, adi, zayıf yönlerinin işlenmesinin okuyucu üzerinde suça izin verici tavırları geliştirmektedir.”
Yukarıdaki metin, bundan 8 yıl önce, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulunun William S. Burroughs’un Sel Yayıncılık tarafından ülkemizde basılan Yumuşak Makine kitabı hakkında yazdığı rapordan alıntıdır. Belki sizin de dikkatinizi çekmiştir; kurul adeta edebiyat eleştirmeni gibi davranıyor. Yani edebi-sanatsal olan nedir-ne değildir, onlardan öğreneceğiz. İstediğiniz yüzyıla, istediğiniz yönetim-üretim biçiminin egemenliği altındaki dünyaya ışınlanın; sanat üzerinde bu tür egemenlik kurma çabaları hep komik durmuş, bu tür lafları edenlerin bayağılığını her zaman gözler önüne sermiştir.
Son haftanın dikkat çeken medya olaylarından biri, Abdullah Şevki isimli bir yazarın Zümrüt Apartmanı adlı kitabında geçen ifadelere heyheylenen güruhun “pedofili” nidaları oldu. Sosyal medya hesaplarım üzerinden takip ettiğim, aklı başında bildiğim -aralarında klinik psikologlar da var- nice insanın sözü edilen satırlar nedeniyle midesi bulanmış efendim. Yani ilahi Abdullah Bey, niye insanların midesine dokunan şeyler yazıyorsunuz?!?!
“Aha! Sanat sevici entel de geldi!” dendi bile; farkındayım ama konu biraz netameli olunca, eğer izin verirseniz veya mideniz izin verirse iki satır da ben kelam etmek istiyorum. Öncelikle artık bir zahmet anlaşılması gereken çok önemli bir husus var: Pedofili, aynı psikiyatrinin tarif ettiği diğer hastalıklar gibi, bir suç-suçlu tarifi değil; bir ruhsal anormallik tarifidir. Yani hukuki değil tıbbi bir terimdir. Herifin biri küçük bir çocuğa hallendi diye ona pedofili diyemezsin. Bunu söylemek psikiyatristin işidir. Hastalığın karşılığı tedavi, suçun karşılığı cezadır.
Bunu böyle çocuğa anlatır gibi yazıyorum, özür dilerim; ama kavramları yanlış kullanarak doğru konuşmak mümkün değil ne yazık ki. “Falanca ünlünün pornosu internete düşmüş; gördün mü?” veya “Bu adamın çektiği filmler bildiğin porno!” çocuksuluğuna karşı da beynim zonklar; mecburen, “Porno film, porno endüstirisi için çekilmiş filme denir. Birinin yatak odasına konan kameranın çektiği filme porno denemez.” veya “Söz gelişi Michael Winterbottom gibi bir yönetmenin çektiği bir filme, isterse 71 dakika boyunca süren penisli vajinalı sahneler barındırsın, porno diyemezsin.” demek zorunda kalırım. Bir yazarı iki polisin arasında ifadeye götürülürken görünce kafam allak bullak olur. Seninki olmuyorsa sebebini anlamak isterim.
Memleketimizin pek güzide ceza infaz kurumlarından birinde çalışırken, 30’lu yaşlarında, 13 yaşındaki bir kadını evlenme vaadiyle alıkoyup başka bir şehre götürmüş olan bir adamla görüşmelerim olmuştu. Ağır cezalar yatan hükümlülerin yoğunlukta olduğu cezaevinin en çok kitap okuyanıydı adam. Bir gün bana “Herkes çocuk istismarı diye vik vik ötüyor; ama Lolita’yı izlemeyeniniz de yok.” demişti. Stanley Kubrick reis rahat uyusun; güzel filmdir. Evet, herkes Lolita’yı izleyebilir; ama bazılarımız henüz filmin jeneriği akarken çocuklar hakkında cinsel fantaziler kurmaya başlıyor. Çok azımız 13 yaşında çocukları alıkoyup tecavüz ediyor.
Luc Besson Leon’u yazdığında, onu pedofili konusunda eleştirmeye kalkan, Aziz Nesin “Nötron Bombası Uygarlığı Kurtaracaktır” adlı eserini yayınladığında, onu savaş yanlısı ilan etme cüretini gösterebilen, Can Barslan “Hain Evlat Ökkeş” adlı bant karakterini yarattığında, onu kadına yönelik şiddete çanak tutmakla eleştirebilen bir kamuoyu beni fena yapıyor. Bu insanların, edebiyatın-sanatın ne olduğunu sandıkları hakkında merağa kapılıyor, hayretlere düşüyorum…
Kurguyu azıcık kenara bırakıp gerçeklerle devam edelim. Bebeğini emziren bir anne, onu beslemek yani hayatta tutmak için vücudunun en erojen bölgelerinden birini kullanıyor. Soru şu: Aldığı hazzın ne kadarı tensel duyuma odaklıdır? Cevap, “Şu kadarı” olamaz; temeli oraya odaklıdır. Manevi doyum maddesel olanın üzerine yazılır. Hatta hemen hemen her zaman onu aşmak, örtmek için… Işıklar yoldaşın olsun Marks…
Çok cesursunuz, pek ahlaklısınız ya… Eğer ensest veya çocuğa yönelik cinsel saldırı suçu gibi konularda bir derdiniz varsa, hayatta tek bildiği muzırlık, kalemini oynatmak olan insanların yakasından iki dakika düşebildiğiniz anlardan birinde, evladının okul çağına gelişiyle birlikte penisinin erekte olmasından duyduğu korku yüzünden ondan uzaklaşmaya başlayan babayla düşünmeye başlayın! Belki kendi hikayenizi de anlamlandırmaya bir katkısı olur. Yok, “İnsani cinsel dürtü benim tarif ettiğim şeydir; geri kalanı illegaldir.” diyorsanız, o zaman köşeye kıstırdığınız Abdullah’ın cesedinden iki adım geri attığınız an Marquis de Sade için de bir şeyler saydırın da, pek büyüttüğünüz itibarlı duruşlarınızın neyi göze alabildiğini görelim!
Bu toplum en lümpeninden en aydınına aynı kalıplaşmış zırvalıklar etrafında düşünür. Ben bunun biraz herkesin kendi içinde default olarak bulunan (tırnak içinde) sapıklıktan kaçma ve onla yüzleşememe çabası olarak görüyorum. Cesur bir yazı.
neyi savunduğunuz neyi önerdiğiniz belli değil. herkes kafasına göre çocuklara taciz hikayelerini ballandıra ballandıra anlatsın o zaman