in

Astroloji Bilimsel Midir?

Sonu sırf “loji” ile bitiyor diye astroloji, frenoloji ve ufoloji gibi konuları bilimsel sanan nice insan bulunmaktadır, hatta astronomi ile astrolojinin aynı şey olduğunu düşünenler de olmaktadır. Gökbilimci Carl E. Sagan bu durumu şöyle özetlemektedir:

Yıldızlara iki şekilde bakılabilir: Ya oldukları şekilde, ya da olmalarını dilediğimiz şekilde.

Astroloji’yi bir bilim olarak değerlendirmeyen astrologlar da bulunmaktadır. Ancak astroloji, nasıl yorumlanırsa yorumlansın, astronomi sahasına da giriş yaptığından dolayı, elbette fizikteki kuvvetler konusuna da değinmemiz gerekiyor. Detayları anlamakta zorlanan okurlarımız her bir kuvvetin altında yer alan “Neden bu kuvvet sorumlu olamaz?” paragraflarını okumakla yetinebilirler.

Astroloji’nin Tanımı

Astroloji, yıldızların hesabı manasına gelen “Astrologia” kelimesinden türemiştir. Türk Dil Kurumu’na göre “Yıldız falcılığı” olarak yorumlanmaktadır. Oxford Dictionary ise biraz daha genel bir tanım kullanarak; “Göksel cisimlerin hareketi ile göreceli pozisyonları ve bunların insan hayatı üzerindeki varsayılan etkilerin incelemesidir” diye yazmıştır. Astrolog Robert Currey’e göre; “Astroloji, gök cisimlerinin konumları ve hareketleri ile dünyadaki fiziksel süreçler ve yaşam arasındaki korelasyonun çalışması ve bunun sonucunda ortaya çıkan uygulamalardır. Bazı astrologlar yıldızlar ve takımyıldızlarıyla çalışsalar da, batılı astrologlar Güneş Sistemi içinde Güneş, Ay ve gezegenler (Plüton dahil) ile çalışırlar.”

Demin Currey’nin “Bazı astrologlar…” diye geçen ibarede kastetmek istediği şey birçok sayıda astroloji türü olsa bile, Zodyak (yani Güneş, Ay ve gezegenlerin gökyüzünde üzerinden hareket ettikleri takımyıldızların kemeri, diğer adıyla Burçlar Kuşağı) incelemesi genel olarak ikiye ayrılmaktadır: Hintlilerin kullandıkları Vedik Astrolojisi’ndeki Sidereal Zodyak ve Batı Astrolojisi’nde kullanılan Tropikal Zodyak. Her iki zodyakın arasında farklar vardır ve sıklıkla birlikte karıştırılmaktadır.

Gökyüzünde hayali bir daire olduğunu düşünün, bu Zodyak’ı temsil edecektir. Bu dairenin içinde göksel objeler (Güneş, Ay ve gezegenler) belirli yörüngelerde daima hareket halindedirler. Bu objelerin pozisyonlarını hesaplayabilmek için referans noktaları gerekir, bunların da sabit olmaları gerekmektedir. Sidereal Zodyak, sabit yıldızlar oldukları gerekçesiyle Takımyıldızlarını kullanır. Başlangıç noktası olarak Koç takımyıldızı kullanılır. Toplamda 12 takımyıldızı olmakla birlikte bu 360 derecelik hayali daire 12’ye bölünerek her bir takımyıldızı 30’ar dereceye tekabül eder. Tropikal Zodyak ise referans olarak Ekinoksları (Gündönümünü) kullanır, yani Güneş ile Dünya’nın arasında dört mevsimi (İlkbahar, Yaz, Sonbahar ve Kış) de yaratan bağlantıyı temsil ederler. Başlangıç noktası yine Koç takımyıldızıdır ve İlkbaharın ilk günüdür. Kısacası baharın ilk gelişiyle Güneş’in hayali dairedeki pozisyonu Koç burcunun ilk derecesidir.

Sidereal ile Tropikal’in arasındaki en temel fark, Sidereal, takımyıldızlarını “gerçek” anlamıyla ele alırken, Tropikal bunları “sembolik” anlamında kullanır. Astrologlar bu yüzden sıklıkla “Takımyıldızlarını (İng: Constellation) ve Yıldız sembollerini (İng: Star signs) birbiriyle karıştırmayın” derler, çünkü gökyüzünde kaç takımyıldızı olursa olsun, hayali daire 12’ye bölünmüştür ve 12 burç da isimlerini bu takımyıldızlarından almışlardır, tarihler de her zaman aynıdır. İşte bu sebeple “NASA açıkladı, burçlar 13’e çıktı, herkesin burçları kaydı” ifadesi Tropikal Zodyak’ı kullanan bir astroloğa hiçbir şey ifade etmemektedir. Üstelik, NASA yeni bir şey yapmadı, ancak medya bunu bu şekilde yansıttı ve epey astroloğu kızdırdı. Bahsedilen 13. takımyıldızı olan “Yılan burcu” (Ophiuchus) her zaman vardı. Hatta kaç takımyıldızı var diye sorarsanız, yaklaşık olarak 88 tane olduklarını söyleyebiliriz.

Görsel 1: Tropikal Zodyak’taki (en içteki yuvarlak) her üç burç sembol bir mevsime denk gelmektedir. Ortadaki yuvarlak açısal olarak biraz daha farklı olan Sidereal Zodyak’ı, onun dışında da Astronomik Zodyak bulunmaktadır
Görsel 1: Tropikal Zodyak’taki (en içteki yuvarlak) her üç burç sembol bir mevsime denk gelmektedir. Ortadaki yuvarlak açısal olarak biraz daha farklı olan Sidereal Zodyak’ı, onun dışında da Astronomik Zodyak bulunmaktadır
Hazırlayan: Onur Yıldırım, 2017

Astroloji’nin Türleri

Astroloji neredeyse her kültürde görülebilmektedir ve dönemler boyunca farklı türleri ortaya çıkmıştır.

  • Babil Astrolojisi: MÖ 2.milenyumda Babil’de ortaya çıkmıştır. Hava durumu, doğal afetler, insanların yaşamı gibi bütün fenomenlerin göklerden etkilendiği inancıyla başlamıştır. O zamanlarda 5 gezegenin varlığı biliniyordu ve tanrıları bunlarla ilişkilendiriliyordu: Jüpiter ve Marduk, Venüs ve İştar, Satürn ve Ninurta (Ninib), Merkür ve Nabo, Mars ve Nergal. Güneş tanrısı Şamaş ve Ay tanrısı Sin, hareketleriyle maddesel dünyayı etkiliyorlardı. Babil Astrolojisi onların hareketlerini tahmin etmeye çalışmaktaydı ve bu şekilde de maddesel olan her şeyin kaderi de öğrenilmekteydi. 12 tane ev oluşturuldu ve bunlar da günümüzde tanıdığımız 12 burcun temelini oluşturmuşlardır: Hayat, Fakirlik/Zenginlik, Kardeşler, Ebeveynler, Çocuklar, Hastalık/Sağlık, Karı/Koca, Ölüm, Din, Şerefler, Dostluk ve Düşmanlık.
  • Helenistik Astrolojisi: MÖ 1.yüzyılda Akdeniz bölgesinde ortaya çıkmıştır. Her şey Büyük İskender’in fethetmesiyle başlamıştı, böylece Babil Astrolojisi ve Mısır Dekanik Astrolojisi birleşerek ilk horoskopik astrolojisi oluşturuldu. Yükselen’i ilk kullanan astroloji türüdür ve bunlardan türeyen 12 göksel evi de içermektedir. Doğum Haritasına (İng: Natal Chart) odaklanıldı ve birisi doğduğunda göklerin pozisyonları hesaplandı.
  • Batı Astrolojisi: Helenistik Astrolojisi’nin bir uzantısıdır ve Zodyak üzerine kuruludur. Günümüzde en çok uygulanan astroloji türü budur ve günlük ile haftalık gazete köşelerini doldurmaktadır. Aynı zamanda kişilerin Doğum Haritaları çıkartılır, yani bir insanın doğduğu anda Güneş, Ay ve gezegenlerin gökyüzünde çizdikleri şekillerin Dünya’dan görünüşüdür. Bu harita kişinin doğum tarihi, yeri ve saatine göre çıkarılır ve sonucunda kişiliğini, yeteneklerini, gelecekteki durumunu ve başarı derecesini gösterir (astrologlar bu noktada “Astroloji deterministik değildir” derler, yani “Kader” ile karıştırılmamalıdır. Söyledikleri şey sadece “Tarih kendini tekrarlar / tarih tekerrür eder”dir). Zodyak’ın kendisi Kuzey yarımküre İlkbahar gündönümündeki Koç’un pozisyonundan başlar. Batı Astrolojisi, MS 2.yüzyılda yaşamış olan Antik Yunan matematikçi ve astronom Claudius Ptolemy’nin Tetrabiblos adlı eserinde görülmektedir. Bu dönemde 7 tane gezegenin (Güneş, Ay, Mars, Merkür, Jüpiter, Venüs, Satürn) var olduğuna inanılıyordu ve günümüzde Ptolemaic Sistemi olarak bildiğimiz Dünya-Merkeziyetçi (Jeosantrizm) görüşü hakimdi. Güneş’in ve Ay’ın bile o dönemlerde gezegen sayılıp Uranüs (Sir William Herschel tarafından 1781’de keşfedildi), Neptün (John Couch Adams tarafından 1846’da keşfedildi) ve Plüton (Clyde Tombaugh tarafından 1930’da keşfedildi, 2006’da cüce gezegen olarak tanımlandı) gibi gezegenlerin varlığı da bilinmiyordu. Gezegen tanımları matematikçi ve astronom Nikolas Kopernik’in zamanında daha iyi anlaşılmıştı.

Bahsi geçen 12 burcun isimleri ve tarihleri şöyledir:

  1. Koç Burcu (Aries) – 21 Mart – 20 Nisan
  2. Boğa Burcu (Taurus) – 21 Nisan – 21 Mayıs
  3. İkizler Burcu (Gemini) – 22 Mayıs – 21 Haziran
  4. Yengeç Burcu (Cancer) – 22 Haziran – 22 Temmuz
  5. Aslan Burcu (Leo) – 23 Temmuz – 23 Ağustos
  6. Başak Burcu (Virgo) – 24 Ağustos – 22 Eylül
  7. Terazi Burcu (Libra) – 23 Eylül – 23 Ekim
  8. Akrep Burcu (Scorpion) – 24 Ekim – 22 Kasım
  9. Yay Burcu (Sagittarius) – 23 Kasım – 21 Aralık
  10. Oğlak Burcu (Capricorn) – 22 Aralık – 20 Ocak
  11. Kova Burcu (Aquarius) – 21 Ocak – 18 Şubat
  12. Balık Burcu (Pisces) – 19 Şubat – 20 Mart
  • Çin Astrolojisi: Diğer türlerden biraz farklıdır çünkü modern takvim yerine Çin takvimine bağlıdır. 60 senelik bir döngüye sahiptir ve ilk kısmı Yin ile Yang formlarında Beş Elementten, yani sırasıyla Tahta, Ateş, Toprak, Metal ve Su’dan oluşur. Ardından 12 Zodyak hayvan işareti ya da Dünyevi Dallar bulunur, bunlar da sırasıyla: Fare, Öküz, Kaplan, Tavşan, Ejderha, Yılan, At, Koyun (Koç ya da Keçi), Maymun, Horoz, Köpek ve Domuz.

Fiziksel Kuvvetler ve Etkileri

Güneş, Ay ve gezegenlerin yaşamlarımızı ve kişiliklerimizi etkileyebilmeleri için bize ulaşabilen güçlü bir kuvvetin olması gerekmektedir. Sonuçta Plüton cüce gezegeni bile bizden ortalama olarak yaklaşık 6 milyar kilometre uzaklıktadır, yani saatte maksimum 950 kilometre hızla giden bir Boeing 777 uçağı ile 700 küsür sene sonra Plüton’a varırdınız.

Temel kuvvetler (ya da temel etkileşimler) parçacıkların birbiriyle nasıl etkileşim halinde olduklarını anlatır. Bundan sonraki kısımlar biraz kafa karıştıcı gibi gelse de, elinizden geldiğince dikkatli bir şekilde okumanızı tavsiye ederiz.

Görsel 2: Fizikteki Standart Modele ait temel parçacıklar
Görsel 2: Fizikteki Standart Modele ait temel parçacıklar
Hazırlayan: Onur Yıldırım, 2017

Bugüne kadar yapılan araştırmalarda bu etkileşimlerin sayısı 4 temel kuvvete indirgenmektedir:

1. Yeğin Nükleer Kuvvet

Adından da anlaşılacağı gibi 4 kuvvetin arasında en kuvvetli olanıdır. Elektromanyetizma’dan 100 kat, zayıf çekirdek kuvvetinden 105 kat ve kütle çekim kuvvetinden de 1039 kat daha kuvvetlidir.

  • Yeğin Kuvvet: Yeğin etkileşimden dolayı kuarklar ve gluonlar birbirine bağlıdır. İlginç bir şekilde mesafe arttıkça kuvvetin kendisi azalmamaktadır. Bunun yerine bir limite ulaştığında (aşağı yukarı bir hadron’un boyutu kadar) kuvvet 100,000 Newton’da sabit kalmaktadır. Kuarklar belirli bir mesafeye kadar çekilince, boşluktan yeni bir kuark/anti-kuark yaratacak enerjiye sahip olmada elverişlidir. Bu yüzden kuarklar sadece hadronlar halinde bir arada bulunur ve hiçbir bağımsız kuark gözlemlenmemiştir. Bu “Renk Hapsi” (İng: Color Confinement) olarak bilinir, fakat bu bizim bildiğimiz anlamda gördüğümüz renkler değildir, yeğin etkileşimdeki kuarkların ve gluonların bir özelliğidir.
  • Arta Kalan Yeğin Kuvvet: Arta kalan yeğin kuvvet adından da anlaşılacağı gibi yeğin etkileşiminden arta kalandır. Bu kuvvet atomik çekirdeğin içerisinde hadronlar arasında görülür. Hadronlar mezonları (bunlarda bir kuark ile bir anti-kuark bulunur, tıpkı pions ve kaons gibi) ve baryonları (bunlar 3 kuarktan oluşur, tıpkı proton ve nötronlar gibi) içerir. Mezonlar atomik çekirdek içerisinde nükleonlar arasında iletilir ve birbirine bağlarlar (böylece aynı elektrostatik yüke sahip protonların birbirlerini itmesini önler). Yeğin etkileşimlerin aksine, arta kalan yeğin kuvvet mesafe arttıkça kendisi azalmaktadır ve 10-15 metre ötesinde varlığı görülmemektedir.

Neden Bu Kuvvet Sorumlu Olamaz? Yeğin kuvvetin yaşantımızı etkilemediği ortadadır, çünkü sadece kuarklar ile gluonlar arasında görülmektedir, yani hayal edilemeyecek kadar küçük boyutlarda etkilidir. Bununla beraber belirli bir mesafeden sonra kuark/anti-kuark çiftleri yaratılır ve bu da kuarklar arasındaki mesafenin maksimum bir sınırı olduğunu gösterir. Bu arta kalan yeğin kuvvet için de geçerlidir çünkü maksimum etki mesafesi 10-15 metre kadardır. Bu sebeple böyle bir kuvvetin gezegenler arası etkili olduğunu söylemek fazlasıyla abartılı olurdu.

2. Zayıf Nükleer Kuvvet

W ile Z bozonların (ara vektör bozonları) değişimiyle ortaya çıkar. Adına “zayıf” denir çünkü elektromanyetizma’dan 10-11 kat ve yeğin kuvvetten de 10-13 kat daha zayıftır. Daha çok beta bozunmasına yol açmasıyla bilinmektedir.

  • Zayıf Kuvvetin Benzersizliği: Zayıf etkileşim solak leptonları, kuarkları ve nötrinoları etkilemektedir (nötrinoları etkileyen bir diğer kuvvet kütle çekim kuvvetidir, ancak etkisi önemsizdir).
  • Tat Değiştirici: Zayıf kuvvet tat değiştiren tek kuvvet olarak bilinmektedir, yalnız bu tat bildiğimiz anlamda tat değildir. Bahsettiğimiz tat parçacık fiziğinde temel parçacıkların kuantum sayısı anlamına gelmektedir. Beta bozunmasını örnek alalım. Bir nötron’un (1 yukarı kuark ve 2 aşağı kuark) bir protona (2 yukarı kuark ve 1 aşağı kuark) dönüşmesi için aşağı-kuarklardan bir tanesi yukarı-kuark’a dönüşmesi gerekir. Bir W-negativ bozon yaymasıyla bu elektron(e-) ile anti-nötrino(νe)’ya parçalanır.
Görsel 3: Beta çözünmesini gösteren Feynman Diyagramı
Görsel 3: Beta çözünmesini gösteren Feynman Diyagramı
Wikimedia Commons, Joel Holdsworth, 2007
  • Simetri İhlali: Doğa kanunlarının ayna yansımasında da aynı kalacağı düşünülüyordu. Bir ayna ile gözlemlenen bir deneye ait sonuçların deney aygıtının bir ayna-yansımasının kopyasıyla aynı olması bekleniyordu. Buna “Parite Korunumu Yasası” (İng: Law of Parity Conservation) denmektedir. Yine de 1950’lerin ortalarında Chen Ning Yang ve Tsung-Dao Lee zayıf kuvvetinin bu yasayı ihlal edebileceğini önerdi. Chien Shiung Wu ve ortakları 1957’de parite’yi büyük oranda ihlal ettiğini keşfetti ve böylece Yang ile Lee 1957 senesinde fizik dalında Nobel Ödülüne sahip oldular. CP simetrisi bir parçacığın kendisine karşılık gelen anti-parçacıkla yer değiştirdiğinde (C simetri, yani yük birleşme simetrisi) ve sol ile sağ yer değiştirdiğinde (P simetri, yani parite simetrisi) fizik yasalarının aynı olacağını açıklar. Yine de zayıf kuvvetin CP simetrisini ihlal edebileceği görüldü, böylece bu evrende de asimetri yaratmaktadır. Bu evrende neden sadece maddenin olduğunu gösteren muhtemel bir açıklamadır, çünkü böyle bir ihlal olmasaydı o zaman madde ile anti-madde birbirini yok ederdi.
Görsel 4: Elektron döngü rezonansı
Görsel 4: Elektron döngü rezonansı
Hazırlayan: Arsel B. Acar, 2017

Neden Bu Kuvvet Sorumlu Olamaz? W ve Z bozonların kütleleri 90 GeV/c2 (bu atom-altı ölçeğindedir) ortalama ömürleri 3×10-25 saniye kadardır. Işık hızında yol alsa bile zayıf kuvvetin etkisi 10-18 metreyle sınırlıdır ki bu da atomik çekirdeğinden 1000 kat daha küçüktür. Bu arta kalan yeğin kuvvetten 1000 kat daha küçük olduğu anlamına gelir, bu sebeple bunun astrolojik iddiaları desteklemesi beklenemez.

3. Kütle Çekim Kuvveti

Kütle çekim kuvveti birçoğumuza tanıdık gelen bir kuvvettir, bazılarımız da bu kuvveti Newton’un kafasına düşen elma hikayesinden tanımıştır (ki bu hikaye tam olarak böyle değildir). 4 temel etkileşimin arasında en zayıf kuvvet kütle çekim kuvveti olduğu halde sonsuz bir menzile sahiptir ve mesafeyle çok yavaş bir şekilde bozunuma uğrar, bu sebeple “astrolojik kuvvet” için en ideal kuvvet adayı sayılabilir. Kütle çekimin nasıl çalıştığını en iyi Genel Görelilik kuramı göstermektedir ve bilim camiası tarafından da kütle çekim için en iyi model olduğu kabul edilmektedir. 1907 ile 1915 seneleri arasında Albert Einstein’ın bu kuramı geliştirmesiyle, tahminler konusunda teorinin kendisi oldukça başarılıdır fakat mükemmel değildir. Yine de teoriyi destekleyen onca kanıtı da görmezden gelmememiz gerekir.Genel Görelilik açısından kütle çekim kuvveti uzay-zamanın kütle tarafından bükülmesiyle görülür ve serbest-düşen objeler de bükülen uzay-zamanda düz çizgiler üzerinde hareket etmektedir. Bu düz çizgilere “Jeodezikler” denilmektedir. Bir objeye kuvvet uygulandığında uzay-zamanda jeodezikten sapacağını belirtir. Dünya’daki her şey kütle çekim kuvveti üzerine kuvvet uyguladığından jeodezik’i takip etmemektedir.

Neden Bu Kuvvet Sorumlu Olamaz? Kütle çekimi sınırsızca uzandığı halde etkisi yine de hızlı bir şekilde azalmaktadır, öyle ki gezegenlerin Dünya üzerinde uyguladıkları kuvvet hiçe yakındır. Kütle çekimi oldukça büyük olan Jüpiter gibi bir gezegen bile Dünya’nın yörüngesini etkileyememektedir. Böylece Güneş Sisteminde bizleri doğrudan etkileyen sadece iki gökcismi bulunmaktadır. Güneş bizi yörüngede tutmaktadır, Ay da gezegenimizde gel-gitlere sebep olmaktadır. Hatta Güneş Sistemindeki bütün gezegenlerin (Plüton’u da dahil edelim) Dünya üzerinde uyguladıkları kütle çekim kuvvetini hesaplarsak, hepsini topladığımızda Ay’ın üzerimizde uyguladığı kütle çekiminin %2’sinden az olmaktadır! Bu yüzden kütle çekim kuvveti de astroloji için en ideal kuvvet adayı olduğu halde iddiaları desteklemek açısından geçersizdir.

4. Elektromanyetizma

Elektromanyetizma yüklü parçacıkları etkileyen bir kuvvettir ve birçok kişi tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bu kuvvet bedeninizdeki atomları bir arada tutar, elektronların atomik çekirdeğin yörüngesinde kalmasını sağlar, mıknatısların itmesini ve çekmesini sağlar, vs.

Neden Bu Kuvvet Sorumlu Olamaz? Astroloji, Ay’ı, Güneş’i ve gezegenleri içermektedir. Ancak Ay’ı bir kenara koyarsak, Dünya üzerindeki fark edilebilir tek etki Güneş’ten kaynaklanmaktadır. Merkür, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Dünya manyetosfere sahiptir, diğer gezegenlerin manyetik alanları çok zayıftır. Jüpiter’in manyetosferi Dünya’dakinden 14 kat daha büyük olsa bile, Güneş’in yönünde sadece 7 milyon kilometre boyunca uzanmaktadır, bu sebeple Dünya’nın üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Görüldüğü üzere diğer kuvvetler gibi bu kuvvet de astrolojik iddiaları destekleyemez.

Keşfedilmemiş Bir Kuvvet Olabilir Mi?

Sıkı bir astroloji savunucusu şöyle diyebilir: “Ne olmuş yani? Bütün bunların arkasında henüz keşfedilmemiş bir kuvvet olabilir.” Tabi böyle bir şey söylendiğinde kişinin bunu kanıtlaması gerekir. Fiziğin 4 temel kuvveti mesafeyle hızlı bir şekilde bozunuma uğramaktadır bu sebeple gezegenler-arası etkileri çok küçüktür, bu yüzden beşinci kuvvetin mesafeyle bozunmayacak kadar kuvvetli olması gereklidir. Galaksimizde 1011 tane yıldız bulunduğu halde bu kadar etkili bir şey görülememiştir. Astrolojiye göre Güneş’in ve Plüton’un eşit etkilere sahip olduğu da söylendiğine göre büyüklük bu durumda önemsizdir. Durum böyle ise o zaman Güneş’in yörüngesinde bulunan asteroiti de hesaba katmamız gerekirdi. Kuiper Kemeri’nde 70,000 tane objenin bulunduğunu söyleyebiliriz. Bütün bu durumlardan dolayı bazı astrologların muhtemel bir açıklama olarak Sicim Teorisine sarıldıklarını görebiliyoruz.

Astroloji’ye Dair Bazı Sorular

  • Eksen Devinimi (Axial Precession): Devinim hareketi dönen bir objeye dönme momentinin eklenmesiyle dönme eksenin yönünü değiştirmesiyle görülür, çünkü dönme momentinin açısal hızı dönen objenin asıl açısal hızını arttırır, bu da dönme eksenin yön değiştirmesine sebep olur. Bu etki Dünya’da da görülmektedir ve “Ekinoks Devinimi” olarak bilinir. Elips üzerinde ekinoksların Batı yönündeki yavaş hareketidir ve yaratılan dönme momenti tarafından kaynaklanmaktadır, bu da ekvatordan elipse doğru olan çıkıntı üzerinde Güneş’in ve Ay’ın kütle çekim kuvvetinden kaynaklanmaktadır. Tam bir 360 derecelik dönüş 25,800 yıl sürmektedir. Peki bütün bunlar astroloji için ne anlama gelmektedir? 25,800 yılı 360’a bölersek sonuç 72 çıkar. Başka bir deyişle, dönme aksın 1 derece kayması 72 sene sürmektedir. MÖ 2000 civarında Babillilerden beri ekinokslar yaklaşık olarak 56 derece (4032/72=56) kaymıştır.
  • Natal Astroloji: Natal astroloji bireyin doğduğu zaman, tarih ve yerine göre o kişinin yaşamı üzerinde odaklanır. Neden illa doğduğu anla ilgilenmek gerekiyor? Kadının rahminde bebeği dış dünyanın etkilerinden koruyan özel bir tabaka mı var?
  • Aynı Burçtaki Farklı Kişilikler: Örneğin “Oğlak” burcunu ele alalım ve bu burca sahip ünlü kişilere bir bakalım: Elvis Presley (Müzisyen), Rod Stewart (Solist), Mao Tse Tung (Politik lider), Joseph Stalin (Diktatör), Johannes Kepler (Astronom), Richard Nixon (ABD Başkanı), Joan d’Arc (Aziz), Al Capone (Gangster), Muhammed Ali (Boksör). Herhangi bir yerden Oğlak burcundan olan kişilerin ne tür özelliklere sahip olduğunu araştırabilirsiniz, ama gördüğünüz gibi saydığımız bu kişilerin hepsi farklı kişiliklere sahiptir; bazıları milyonları etkileyen şarkılar çalmıştır, bazıları da milyonların ölümüne sebep olmuştur. Astrologlar genellikle buna “Sadece Güneş burcuna bakıyorsunuz, işin içinde Ay burcu, Mars burcu, Jüpiter burcu, vs. var”. Bu da tekrar bizi fiziksel kuvvetler konusuna getiriyor. Aklımıza “İkizler neden farklı ve bazen zıt kişiliklere sahip?” sorusu da geliyor haliyle.

Bütün Bunlardan Çıkarılan Sonuç

Astroloji savunucularında görülen genel tepki “Bizi bir türlü anlamıyorsunuz”dur. Bunun takibinde“Zamanında Galileo’ya da inanmamışlardı” denilmektedir. Aynı şekilde astrolojik iddiaları teste tabi tutan deneylerin ön yargılı bir şekilde yapıldıklarını ve bilim insanlarının astrolojiyi alaya almaktan dolayı ciddiyetsiz davrandıkları öne sürülmektedir. Bu dört önermenin de neden doğru olmadıklarını kısaca açıklayalım;

  • Ortaya bir iddia sürüldüğünde, anlaşılır olmak mecburiyetindedir, bu sebeple ortadaki anlaşılmazlığı gidermesi gereken kişi iddia sahibidir.
  • Galileo’ya gelinirse, düşünceleri kanıtlara dayalı olmayan bir kesim tarafından yargıya tutulmuştu, onun elinde ise bir bilimsel gözlem bulunuyordu. Günümüzde ise astrologların karşılarında kanıtlara dayalı hareket eden bütün bilim camiası bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ikisi çok farklı şeylerdir.
  • Bilimde en doğru sonuçları elde edebilmek için de dürüstlük şarttır, bu sebeple yapılan onca deney astrologların lehine çıkmadıkları için bu deneylerde inatla bir kusur aramak bir bahane üretmekten farksızdır.
  • Son olarak da, elbette her bilim insanın kendi düşünceleri ve bazı konularda ön yargıları olabilmektedir, sonuçta hepsi birer insandır, ancak söz konusu bilimsel araştırma olunca, kişisel inançları ve görüşleri ne olursa olsun, verilerle kabullenmek zorundadırlar, bu sebeple astrolojik iddiaların herhangi bir tutarlığı olsaydı, bilim insanları bunları örtbas etmek yerine çoktan kabul etmiş olurlardı.

Astrologlar tarafından sıkça öne sürülen Percy Seymour’un çalışmaları ve Michel Gauquelin’in “Mars Etkisi” de ne yazık ki ikna etmek için yeterli değillerdir. Aynı şekilde astrologların hatalarını gösteren 1985 tarihinde Shawn Carlson’ın deneyini ve eskiden astrolog olup günümüzde sıkı bir eleştirmeni olan Dr. Geoffrey Dean’in analizlerini burada paylaşma gereği bulmadık, her türlü “deneyler kusurluydu, deneylerin kontrolünde astrolog yoktu, bilim insanları deneylerde ön yargılı davrandı” gibi itirazlar yükselecektir, bu sebeple sadece evrende var olduklarını bildiğimiz fiziksel kuvvetler üzerinde odaklanmayı tercih ettik.

Astroloji’yi okuyup araştıran bazı okurlar da belirli yanılgılara düşmektedirler. Bunlardan ilki astrologlarca kurulan “Bilim insanları bizi ısrarla anlamıyor” ifadesidir, bu da okurların zihinlerinde bilim insanların ön yargılı ve açık fikirli olmayan birer insan olarak yer edinmesine neden olmaktadır. Aynı şekilde astrologların savunmalarında çok sık bir şekilde “Ama eskiden bu da bilinmiyordu sonra bilim dünyası kabul etti” gibi bir “Bir gün siz de göreceksiniz” tavrı sergilenmektedir.

Forer Etkisi

İkinci bir genel yanılgı ise, “Ama bu burçta yazılanlar aynen beni tarif ediyor” düşüncesidir. Diğer burç yorumlarını da açıp okuyun, mutlaka aralarında sizinle oturan özellikler keşfedeceksiniz. Genel halka hitap eden özellikleri kişisel algılamak psikoloji alanında “Forer (Barnum) Etkisi” olarak bilinmektedir, astrologlar da bu etkinin ne olduğundan haberdarlar elbette, hatta mantıksal safsataları da araştırıp astroloji eleştirmenlerin hangi safsatalara başvurduklarını bulmaya çalışabildiklerini görebilirsiniz kendi yayınları ve siteleri içerisinde.

Yine de bu etkiye dair kısa bir açıklamada bulunalım: 1990 yılında John McGrew ve Richard McFall tarafından gerçekleştirilen bir deneyde 4 erkek ve 19 kadın gönüllünün dosyaları 6 profesyonel astroloğa verildi. Astrologlardan, bu dosyalardaki kişileri, astrolojik doğum haritalarıyla eşleştirmeleri istendi. Profesyonel astrologlar, bu konuda hiçbir deneyimi olmayan ve rastgele, kendi bilgilerine göre eşleştirmeyi yapan bir kontrol grubundan (astrolog olmayan bir diğer gönüllüden) daha başarılı olamadıkları görüldü. Üstelik 6 astroloğun yaptıkları tahminlerin hiçbiri birbiriyle örtüşmedi. Yine de insanlar, söylenen özellikleri kendileriyle bağdaştırabildikleri için, bu da demin de belirttiğimiz gibi “Beni tarif ediyor” cümlesinin sarf edilmesine sebep olmaktadır. Bu durum, psikolog Bertram R. Forer tarafından 1940’lı yıllarda fark edilmiştir. O dönemde meşhur bir Amerikalı şovmen ve iş adamı olan Phineas T. Barnum’un sürekli kullandığı “Herkese uyan bir şeylerimiz var!” mottosunun, astrolojinin arka planında yatan sahtekarlığın anahtarı olduğunu düşündü. Yaptığı araştırmalar sonucunda, gazetelerde ve dergilerde yer alan günlük, haftalık ve aylık burç yorumlarının sözde analizlerin insanlara neden uyduğunu, daha doğrusu insanların buna neden kandığını göstermeyi başardı. Analizlerin içerisindeki argümanlar o kadar geniş ve kapsayıcıydı ki ve o kadar çok sayıda olasılığı içeriyordu. Günümüzde buna “Forer Etkisi” ya da “Barnum Etkisi” deniyor ve bu terimler, 1956 yılında psikolog Paul Meehl tarafından ileri sürülmüştür. Forer Etkisi, onu keşfeden bilim insanına ithafen, Barnum Etkisi ise bu etkiyi iş modeli olarak kullanan iş adamına ithafen kullanılmaktadır.

Forer, sözde analizlerin insanlara nasıl uyduğunu bilimsel bir teste tabi tutmak istedi ve öğrencilerine bir kişilik testi verdi. Öğrencilerine, her birinin sınavlardan aldıkları puanlara göre hazırladığı eşsiz bir kişilik analizi verdiğini söyledi. Bu analizin, kendilerine ne kadar uyduğunu değerlendirmelerini istedi. Aslında, her biri, aynı analizi almıştı. Benzer bir deneyi illüzyonist Derren Brown da gerçekleştirmişti. Kısacası kişiliğe özel olan bir şey yoktu ancak öğrencilere öyle söylenmişti. Her bir analizde şu 13 madde bulunuyordu:

  1. Sizde, diğer insanların sizi sevmesine ve hayranlık duymasına yönelik yoğun bir ihtiyaç var.
  2. Kendinizi eleştirmeye çok açıksınız.
  3. Kendi avantajınıza çevirmediğiniz büyük bir kullanılmayan kapasiteye sahipsiniz.
  4. Bazı kişilik zaaflarınız olsa da, genellikle onların üstesinden gelebiliyorsunuz.
  5. Cinsel beklentileriniz, sizin için problemler doğuruyor.
  6. Dışarıdan bakıldığında disiplinli ve öz kontrole sahipsiniz; ancak aslında endişeli ve güvensizsizsiniz.
  7. Bazı zamanlarda doğru şeyi yaptığınızdan ve doğru tercihte bulunduğunuzdan emin olamıyorsunuz.
  8. Her seferinde birazcık değişim olsun istiyorsunuz ve eğer kısıtlamalarla karşılaşırsanız rahatsız oluyorsunuz.
  9. Kendinizin bağımsız bir düşünür olduğunuzla övünüyorsunuz ve diğerlerinin açıklamalarını kanıtsız görüyorsunuz.
  10. Kendinizi başkalarına açmanın çok da akıllıca olmadığını düşünüyorsunuz.
  11. Bazı zamanlar dışa dönük, cana yakın ve sosyalsiniz, diğer zamanlarda ise kapalı, ilgisiz ve içe dönük.
  12. Bazı tutkularınız oldukça gerçek dışı.
  13. Güvenliğiniz, hayatınızdaki temel amaçlarınızdan biri.

Öğrenciler, 0’dan 5’e kadar olan bir skalada (0: Hiç uymuyor, 5: Kesinlikle uyuyor) kendi analizlerine ortalamada 4.26 puan verdiler! Tüm kağıtlar ve değerlendirmeler toplandıktan sonra, her birine aynı kağıdın verildiği söylendi.Üstelik bu 13 madde, bir astroloji kitabından olduğu gibi alınmıştı. Herkesin bu maddeleri kendine uydurmasının basit bir nedeni vardı: Kişiye özelmiş gibi gözüküyordu, ancak o kadar genel ifadelerdi ki, mutlaka bir şekilde, hayatımızın bir evresinde bize uyuyordu. Uymuyorsa bile, azıcık doğru olduğu için, “yeterince iyi bir tahmin” olarak değerlendirmemize yetiyordu.

Evren İle Olan Bağlantı

Başvurulan son yanılgı ise sıradan bir vatandaş için en ikna edici olanıdır, o da “Her şey birbiriyle bir etkileşim halindedir, bu yüzden göksel objelerin üzerimizde neden etkileri olmasın ki?” düşüncesidir. Fizik ve nörobilim alanlarıyla pek içli dışlı olmayan insanlar için bu mantıklı gelebilir, ancak kuvvetleri ele aldığımız kısımdaki detayları okuduğunuz gibi, bu işler o kadar da basit değildir ve bu konuları anlayan insanları ikna etmemektedir. Elbette astrofizikçi Neil deGrasse Tyson’ın da söylediği “Evren içimizdedir”gibi evrenle bağlantılı olduğumuza dair yapılan ifadeleri farklı bilim insanlarından duyabilirsiniz, ancak kastettikleri şey astrolojik iddialarıyla örtüşmemektedir. “Etkileşim”den bahsedecekseniz, önce fizik hakkında temel şeyleri öğrenmeniz gerekmektedir, bu sebeple sırf düşüncesi hoş ve mantıklı geliyor diye bir şeyi doğru varsayamazsınız.

ABD halkının büyük bir çoğunluğu iklim değişiminin insan kaynaklı olmadığına inanmaktadır, ancak iklim bilimcilerin %97’si insan kaynaklı olduğu konusunda hemfikirdirler. Evimizde bir arıza çıktığında tesisatçıyı çağırırız, bilgisayarımızda bir problem oluşunca cihazı anlayana götürürüz. Ama konu bilim olunca, bilim insanlarına yeterince kulak vermeyiz. Sizce bu durumda asıl yanlış anlaşılan sahtebilimciler değil de, bilim insanları olmasın?

Teşekkür: Buradaki yazının eski formatlarını okuyan ve geliştirmemize olanak sağlayan Prof. Dr. Kerem Cankoçak, Prof. Dr. Ethem Derman ve Kozmik Anafor’un kurucusu Zafer Emecan’a teşekkürü borç biliriz. Aynı zamanda son haliyle gözden geçiren ve Astrolojinin Bilimle İmtihanı (2015) adlı kitabın yazarı Tevfik Uyar’a da teşekkür ederiz.

Önemli Not: Buradaki yazı Arsel B. Acar ve Çağrı M. Bakırcı tarafından kaleme alınan kitap çalışmasından bir alıntıdır. Bu yazı 08.11.2018 tarihinde güncellenmiştir, bu sebeple bu tarihten itibaren kitapta bazı değişiklikler ve ek bilgiler yer alabilir.

Astrolojinin Bilimsel Analizi | Evrim Ağacı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kolomb’un Gerçek Hikâyesi

Aydınlardan Açlık Grevleri İçin Bildiri: Hukuku ve Yaşamı Savunalım