Howard Zinn gibi bir tarihçinin Avrupalıların altın, baharat ve Asya’yla bir bağlantı arayışları nedeniyle Amerikan yerlilerini sömürdüklerini, yağmaladıklarını ve köleleştirdiklerini basit bir şekilde ifade etmesi geride kaldı.
Şimdi, pek çok popüler hesap meydana gelenin çok daha karmaşık olduğu konusunda ısrar ediyor. Açgözlü yayılmacı Kolomb ve zorba kaşifler çetesinden ziyade çevrenin, salgınların ve teknolojinin yerlilerin yok edilmesinde asıl neden olarak düşünülmesi gerektiğini savunuyorlar. Analizlerinde insan faillerine yer verdiklerinde ise bu genellikle seçkin aktörler üzerine oluyor.
Jared Diamond’ın Pulitzer Ödüllü Tüfek, Mikrop ve Çelik’inde, örneğin, Kolomb ve diğer Avrupalıların kıtayı süpürmesini açıklayan “nihai nedenler” çevresel faktörlerdir. Diamond Avrupalılar ve Amerikan yerlileri arasındaki ilk karşılaşmaların neden şiddete ve köleliğe yol açtığını hiçbir zaman sormaz. İki ayrık insan grubunun karşılaşmalarının kaçınılmaz olarak çatışma üreteceğini varsayarak, daha çok bitki, hayvan ve kaynak türlerinin (Amerika ve Afrika nüfuslarının aksine) Avrasya nüfusu için coğrafik olarak uygun olduğuna yoğunlaşır. Eski avantajlara dayanarak, bir tür eşitlikçi emperyalizmin varlığını sürdürmesini savunur: Avrasya dünyasında doğan herhangi bir insan grubu, uzun vadede, Avrasya dışında başlayan herhangi bir insan grubunun üstesinden gelirdi ve büyük olasılıkla onlara hakim olurdu.
Adil olmak gerekirse, Diamond’ın kitabı tarihsel olayları şekillendirmede biyolojik determinizmin sözde rolüne saldırıda bulunur. Ama yine de insanları siyasal özneler olarak görmeyi reddeder, onlara çevresel kehanetin temsilcileriymiş gibi davranır. Kolomb’un işgali ele alındığında, ilgili kişilerin siyasi motivasyonlarının görünüşte hiçbir etkisi olmaz.
Benzer bir eğilim, Amerikan yerlilerinin yaşadıkları çevreye şekillendirdiği bir hikâyeyi anlatan gazeteci Charles Mann’ın 2005 yılında çıkan 1491 kitabında da iş başındadır. Niyeti Amerika medeniyetlerinin birçok insan tarafından hayal edilenden çok daha gelişmiş olduğunu göstermek iken, Avrupalıların kısa sürede uyguladığı şiddet ve yıkımının ahlaki suç ortaklığının reddi daha güçlüdür.
Demografik verileri inceleyen Mann, rastlantısal ölüm oranının -Avrupalıların kontrol edemediği salgınlar yoluyla olanların- kasıtlı şiddet yoluyla gerçekleşen ölüm oranını açık ara geçtiği sonucunu çıkarır. Mann sorar: “Onlar bundan [yüz binlercesinin ölümünden] nasıl suçlu sayılabilir?”
Tam da tarihçiler, yazılı kayıtların Kolomb’un ve işbirlikçilerinin içler acısı suçlarını doğruladığı sonucuna vardıklarında Diamond ve Mann çevre ve salgınlar ile ilişkili açıklamaları kucaklayan bir yazarlar dalgasının parçasıydılar.
Bu muhaliflere göre, 1492, dünya genelindeki insan gruplarının, ya da en azından egemen sınıfların, küresel bir dünya sistemi oluşturmaya başladıkları bir çağın başlangıcına işaret ediyordu. Keşif, şiddet ve vahşete dair eski anlatı, seçkinlerin medenileştirmelerinin öyküsüne dönüştü, onlara karşı sürdürülen yaygın mücadeleler onların arka planına düştü.
Amerikan yerlileri toplumları ile ilgili değişen algılar, bu küreselleşme anlatısının gelişiminde ilginç bir rol oynamıştır.
Amerikan yerlileri tarihine yirminci yüzyılın ortalarına kadar süren ilgi eksikliği yerli toplumu ve kültürünü adeta romantik bir cennetmiş de sonrasında Avrupa’nın günahları tarafından bozulmuş gibi anlatan mitlerin sürmesine yardımcı oldu.
Oysa yerli toplumlar, özellikle Aztekler ve İnkalar, oldukça tabakalıydı. Eşitlikçi cennetlerden uzak olan bu toplumlar ikincil grupları sömüren belirgin bir seçkin sınıfa sahipti.
Amerikan yerlilerinin cennetine dair mitlerin çok azı 1492’de yaşayan insanların yazdıkları metinler kaynaklıdır, daha ziyade kaçınılmaz bir biçimde doğa ile uyumlu, “medenileştirilince” bunları kaybeden, mutlu bir “Yerli” imajı çizen on dokuzuncu yüzyılın naturalistleri, felsefecileri ve bilim insanlarından gelir.
Bu pembe tablo çökmeye başladığında, çirkin tasvirler yerini almıştır. Şimdi bazı tarihçiler Aztekleri “ölüm ile saplantılı olan bir kültür” olarak tanımlamaktadır. Oysa daha kurnaz tarihçiler, seçkin egemen sınıfın eylemlerinin ve davranışlarının bir bütün olarak Amerikan yerlileri toplumlarını temsil ettiği yanılgısına kapılırlar.
Aynı zamanda, savaşçı İspanyollara giderek mazeretler sunulmaktadır ya da onlar kendi göstermelik hayırseverlikleri için göklere çıkarılmaktadır.
Başlıca örnek Bartolomé de las Casas, “yerlilerin savunucusu”dur. de las Casas kölelerini azat ederken -Valladolid, Barcelona ve Sevilla mahkemelerinde Amerikan yerlilerinin mücadelesi için yaklaşık yarım yüzyıl kendisini adamıştır- şiddet patlamalarını sınırlandıran sömürgeci çabaların eleştirisini sürdürmüştür. Kendisi, Amerikan yerlileri egemenliklerine meydan okurken haçlıların neden variller dolusu silahla geldiklerini sorduğunda halen Hıristiyan otoritesine yönelik bir inanca sadıktır. Hatta günümüzdeki bilgimizden en çok sorumlu olan ve las Casas çalışmasının sahibi olan Lewis Hanke, Piskopos’u İspanyol fethinin daha hayırsever unsurlarını temsil ediyormuş gibi görüyordu.
İspanyol monarşisi kölelerine iyi bir davranış sağlamaktan yana olsun ya da olmasın, bu tür bir davranışın yaptırımının bir öncelik olmadığı açıktır. Kraliyetin Karayipler’deki, ve sonra Yeni İspanya’daki, ihlallere ve zulme itiraz ettiği tek sefer Amerikan İspanyol seçkinlerin artan huzursuzluğu üzerindeki büyük otorite mücadelesiyle çatışması oldu.
Kısacası, las Casas’ın entelektüel yazıları İspanyol fethinin daha nüanslı bir bakışını sağlamaktan ziyade, gerçek şiddetin sorunlarını rahatlıkla örtbas etmiştir.
İnsani koşullar, siyasi çıkarlar
O halde hakim anlatı eksikse, daha doğru bir tasvir nedir?
Bir karşı-sentez sunmama izin verin: 1492’de Asya’nın en zengin bölümüne inmek isteyen Kristof Kolomb Karayip boyunca denize açıldı. Görevini tamamladığına yönelik yanılgıya kapılan Kolomb Kraliyet’in onun yatırımlarını toplamasının bir an meselesi olduğunu bildirdi.
Dönüş yolculuğunda, Kolomb 6 Amerikan yerlisi köleyi beraberinde getirdi. İspanyol, dünyada Amerikan yerlisi kölecilik ağına öncülük etti (ve Avrupalıların yüzyıllar boyunca Akdeniz’de yaptığının aynısını yaptı).
İspanyolların kalıcı yer edinme ve onları vahşice sömürme nedenlerini fark eden Taíno ve Karayip yerlileri gibi Amerikan yerli grupları karşı koydular ve Karayipler’de Afrika’dan getirilen köleler de onlara katıldılar. Hispanyola’da altın bulmaya dair yanılgı, çoğalan borçlar ve giderek artan gıda kıtlığı ile birleşince sömürgecileri umutsuzluğa sürükledi ve Amerikan yerlileri bedeli ödedi. Salgınlar kayıpların sayısını şiddetlendirdiğinde; Amerikan yerlilerinin ölümlerinin birincil nedeni, özellikle 1492 ve 1550 arasında, kölelik, kıtlık ve bitkinlikti.
Bu, hikâyenin sonu olabilirdi: Karayipler’in sömürgeleştirilmesindeki bir yanılgı. Fakat Hernan Cortés, Kübalı Vali Diego Velázquez’e başkaldırarak, tayfasıyla birlikte Karayip’te demirleyeceği -ve daha sonra batacağı- Veracruz’a yol aldı. Sadece bir adım sonra Cortes’in grubu Tenochtitlan’ı işgal eden bağımsız bir Tlaxcalan ordusu tarafından saldırıya uğradı ve alt edildi. Aztek İmparatorluğu’nun kalbi İspanyol hakimiyetine yenik düştü.
Muhtemelen, Aztek ve İnka toplumları seçkin ve halktan sınıflar arasındaki sosyal tabakalaşmaya dayanmaktaydı. İkinciler (halktan sınıflar) vergi ve haraç ödüyordu. Böyle bir yapı büyük ölçüde sistemin nihai hayırseverleri haline gelen İspanyollar tarafından yürütülüyordu.
Bu anı sermayenin dünya sisteminin gelişimiyle doğrudan ilişkilendirmek zorken İspanyol ve İngiliz istilacıları ve entelektüelleri arasındaki şiddetli mücadele kaçınılmaz olarak Avrupa kıtasındaki ülkeler arasındaki savaşlarda sürdü. Dahası bu sömürü, Avrupa’ya Çin gibi bölgeleri yakalamak ve Tenochtitlan ve Cuzco gibi yerli şehirleri geride bırakmak için zaman ve mekân sağladı. Ancak maliyeti, milyonlarca Amerikan yerlisinin yaşamı ve dünyanın daha önce görmediği ölçüde geniş ve ırksallaştırılmış kölelik düzeni oldu.
Bu anlatının parçaları tartışmalıdır; bunların Amerikalıların hikâyesi olduğu anlamına gelmez. Ama siyasi çıkarlarla birlikte insani koşullar açısından tartışmalı bir anlatıdır. Salgın, çevre ve teknoloji hikâyenin bir parçası olmakla birlikte, her biri güçlü yönler olmak için belirli bir siyasi iradeyi gerektirir.
Bu, bir ahlaki suçluluk ve siyasi motivasyon anlatısıdır. Ve modern siyasal tartışmalarla ilgiliyse, biz insanlara diğerlerine yardım etmek veya zarar vermek için hangi kararları aldıklarını sorduğumuzda sadece olur.
Dolayısıyla ne mutlu Kolomb Günü! Zamanınızı ve enerjinizi bugün Kolomb’un sıkıca karşı durduğu şeyi, herkes için temel insanlığa dayanan bir toplumu inşa etmek için bağışlayın.