Bölüm: 11
Cehennem Günlükleri:
Sonraki İstasyon – Umbral
– OL SONF VORSG GOHO IAD BALT !
Bu garip hayvandan sanki ağlarmış gibi çıkan boğuk kelimeleri nasılsa kendisi de anlarmış gibi, böyle anlamsız bir dili nereden hatırlayabiliyor olabilir?
Sesin geldiği yöne bakınca gözleri sonuna kadar açılıyor. Tek düşündüğü oradan kaçmak ve saklanmak. Bu var olması olanaksız yaratığın bir köpekle ortak tek yanı koşarken dört ayak üzerine inmesi olmalı. O an adeta aklı gidiyor. Yaklaşık bir insan boyunda ve şimdi iki ayağı üzerinde duran saydam siyah insansı yaratığı gördüğünde dilini yutacak gibi oluyor. Ve ardından koşarak ilerleyen başka pençe sesleri yaklaşırken bulunduğu balkon katında korku içinde titrerken tek yapabildiği yere boylu boyunca uzanıp öylece saklanmak oluyor.
Sesler… Birçok insansı sağa sola atlıyor, rögar kapaklarının içinden fırlıyor. Evlerin bahçelerinde dolanıyor. Onlar her yerde.
– LANS CALZ VONPHO.
Ne konuştuğunu anlayabildiğini görerek şaşkınlık içinde fısıldayarak tekrar ediyor duyduklarını.
– Senin üzerinde hüküm sürüyorum! diyor adalet tanrısı… “Gazabın gök kubbelerinin üzerinde yüce bir güce sahiptir.”
Bu ne demek? Bir ayinin sözleriydi sanki. Ama nasıl hatırlayabiliyor? Kendisi kanlı canlı burada olduğuna göre farklı bir boyuta geçiş yapmış olmalı.
– …… KTARNNNNnnnnhhggnnn!
Büyük bir kırılma sesi ve etraf bir an için aydınlanıyor. Bu bir fırtınanın tam da başlamak üzere olduğu anlamına geliyor. Gökyüzü aydınlanması ve bu ses insansıları huzursuz etmiş olmalı, inleme ve ulumayla karışık korkunç sesler çıkararak bağrınıyorlar. Etrafa dağılıp panikle kaçıştıklarını düşündürecek şekilde asfalttaki pençe seslerinin zayıflayıp yok olmasını bekliyor.
Çömelerek yavaşça kalktığında bedeninin tam ortasından bir kordonun aşağı katın önündeki bahçede bulunan daha önce fark etmediği bir dehlize indiğini görüyor. Kordon koyu sarıya çalan gri bir yapıda sanki bağırsak gibi hareket ediyor, içinde az önce duyduğu kelimeler yankılanarak bir nevi bedenine akıyor gibiler. Panikle kordonu koparmaya çalışıyor. Ama her deneyişinde sanki normal bir uzvuymuş gibi canı yanıyor. Bu her neyse o dehlize inmesi gerektiğini anlıyor. Hızlı hareketlerle balkondan aşağı kata iniyor.
Dehlize yaklaştığında birinin hırsla fısıldadığını duyuyor. “CD’lerim, tişörtlerim hepsi benim, uyumayacağım kimse alamaz onları.” Bu fısıldar gibi konuşma çok tanıdık. Arkadaşı Tuncay olmalı. Tuncay’ın tek kuralı vardı. Yani henüz yaşıyorkenki kuralı. Her şey onun olmalıydı. Arkadaşlarının olan her şeyi ister, aylarca geri vermez, üzerine yatardı mesela. Sonunda bu hevesi onu eroinle tanıştırmış ve sonunda fazla dozdan uyuşturucu komasına girmiş ve 2015’te ölmüştü. Maymun Adam kendini düşündü hemen. Neler olduğunu anlayıncaya kadar bu kanlı canlı halinin bir ölü bedeni olamayacağını düşünmeye odaklanmak istedi.
Tuncay. Zavallı arkadaşı sonunda delirmiş bir şekilde dolanıyordu. Peki bunca yıldır buralardaydı ve onu bir şekilde görememişlerdi öyle mi?
– Tuncay? Diye seslendi.
O an bedeninin orta yerinde bir kordon çıkıp Tuncay’ınkine bağlandı. İçine sanki korku akıtıyordu bu kordon. Ani bir parlamayla birlikte kendisini Tuncay’ın kız arkadaşıyla kendi evinde buldu. Tuncay’ın bu bencilliği yüzünden kıza zor zamanlar geçirtmesi sonucunda Maymun Adamın kıza ilgi duymasını ve bir şekilde kendi evinde yaşamaya ikna etmesini sağlamıştı. Üstelik Tuncay onun büyük bir iyilik yaptığını düşünüyordu. Her şey yolundaydı. Kendi kız arkadaşı da bunun çok erdemli bir davranış olduğunu düşünürken kendisinin kıza duyduğu bu ilgi…. Bu ilgi…
Buraya nasıl gelmişti? Özür dilerim. Lütfen beni affet. Bunu kimse birbirine yapmamalı. Beni istiyorsa ondan ayrılmış olurdu. Saçmalıyorum. Bedeninde Tuncay’la kurulan kordon bağı giderek inceldi ve kıza duyduğu istek, o an duyduğu korkular, tüm duygular nötrleşti. Aralarındaki bağ yok oldu.
– HAYIR! Alamayacaksınız. Giiiit! KIH! KIHHGGGHH!
Tuncay kendisini tanımadığı gibi çıkardığı bu garip seslerle karşısındaki adamı bir şekilde korkutabildiğini düşünüyordu. Aklının yerinde olmadığı besbelli.
Homurtular, inleme sesleri… Yalnız değildiler…
– Tuncay! (Fısıltıyla) Hşşşş! Sus lann! Saklan oraya…
Yanılmıştı. Sesler başka yaratıklardan değil, Tuncay’ın kendisinden çıkıyordu. İnler gibi;
– ZOL ROR I TA NAZPSAD OD GRAA TA MALPRG DS HOLQ QAA NOTHOA ZIMZ OD COMMAH TA NOBLOH ZIEN
Eller güneş ateşinden bir kılıç gibidir ve ay, bedenlerimden biriyle karşılaşan bedenlerinizi ölçen ve bizi avuç içi gibi birbirine bağlayan bir ateştir.
Maymun Adam bir anda kendisinin birçok versiyonunu hatırladı. Bu mısraları 1745’te Flemenk bir okültistken ve şu anki Tuncay aslında Ulrich Van Döetken adında zeki bir gençken kendisi ona öğretmişti. Adam öldükten sonra yaşça daha küçük olan Ulrich bu vedikleri negatif birtakım bağlantılar için kullanmış ve bugünkünden beter hale gelmişti. Demek Tuncay, Ulrich’ti. Neden başka bir yaşam daha yaşamışlardı? Ve şimdi kolayca anlaşılan bu durumu nasıl olup da yıllar yılı fark edememişlerdi? Bu şimdi çok garip geliyordu.
Ama şimdi daha önemlisi Tuncay artık bir insan değildi o az önceki hali gibi bile değildi. Yarı saydam siyah dumana benzer bir şeye dönüşmüş, yerde örümcek gibi bacaklarını ve kollarını toprağa dayamış vaziyette aşağı yukarı salınan vücudunda, etrafındakileri tatmak üzere duyargalar geliştirmiş bir çeşit eklem bacaklıya dönüşmüştü. Daha fazla orada duramayacağını bilen Maymun Adam bu geçmişten gelen eski dostuyla olan tüm bağlarını koparması gerektiğini bir şekilde anladı. Yaşadıkları kendi geçmişinden getirdiği tortuların yakılması ile ilgiliydi.
Hızlı bir hamleyle şimdi daha iyi anladığı gövdesine bağlı bu kordonun ailesiyle bir alakası olduğu hissi içini kapladı. Aşağıda belki yaklaşık olarak İstanbul’un bir ilçesi büyüklüğünde aydınlık bir mağara görünüyordu. Aşağı inerken patika yanındaki yirmi metre kadar genişlikteki akarsuya adeta çekiliyordu. Bu temiz su onu tamamen susatmışken patikanın sağında ve solunda çeşitli objelere çekildiğini hissetti. Güzel bir kadının altından el salladığı bir ulu ağaç. Bedeni adeta bir elektrikli süpürge tarafından çekiliyor gibi derisi esneyip ona doğru çekiliyordu. Solda bir Audi benliğini ele geçirmişti. Gitmek istediği istikamete dönük olmasına rağmen tıpkı kesik kesik atlayarak izlediğiniz bir video gibi anlık hareketlerle bu çekim gücü hissedilen tarafa kendisini yönelmiş buluyordu sık sık. Yemekler, altın, para, bir piyano ve sonunda patikanın tam da bittiği yerde bir at büyüklüğünde üç başlı Cerberus kendisini karşıladı.
– Bu bölgeden sonrasında geri dönmen imkânsız. Beni geçtikten sonra çıkmana izin vermeyeceğim. Akarsu’dan içersen şu anki yaşamını unutup bir sonraki yaşama gideceksin. Akarsu’yu geçmek içinse ilerideki kayıkçıya değerli bir şey vermelisin ki yaşam-ölüm döngüsünden kurtulmak için gereken farkındalık bedeninde açılsın ve kayığa bindiğinde akarsuyun içerisindeki korkunç potansiyellere takılmadan orayı geçebilesin. Az önce geçmiş olduğun maddesel güzellikler ise seni onlarla geçireceğin hayatlara götürecek. Öyle zor şeyler yaşayacaksın ki o madde seni kurtaramayacak.
Ardımdaki kapıya gelince. Beni geçip hayatta yaptığın hatalarla yüzleşeceğin bölgeye giriş yap; ki bu bölgede zamanında yaptığın her kötü eleştiri bir iğneye dönüşecek, her kötü konuşman için kendin yaralanacaksın, yolda selam vermediklerin bile hesap soruyor olacak, aşağıladığın gibi aşağılanacaksın, yücelttiklerini de aşağı çekene kadar nefret edeceksin. Öyle ki Dünyada her sevdiğin mekân için kötü bir senaryo bulacaksın. Ta ki bağlılığını tüketene dek. Sevdiğin, örnek aldığın her şeyle birlikte uzak kalmaya çalıştığın, korkuların karşına dikilecek. Tüm terk edişlerinde ardından ağlayan yine sen olacaksın. Tesirler çok güçlü gelecek. Dünya’da yapmadığın dengeyi burada bulman belki yüzyıllarını alacak. Ama bu kapıdan girersen geri dönemezsin. Cennet geçidine giden yol cehennem taşlarından geçerken tortularını yakarak, geriye yanında götürebileceğin hiçbir şey kalmadığında açılabilir.
Kolektif bilinç tıpkı bir networke bağlanabilecek sonsuz sayıdaki bilgisayarlar gibi ruhları birbirine bağlar. Buradan ne çekeceğinize duygularınız karar verir. Bazen bir ilham, bazen derin bir hüzün, korku, toplu histeriler ve bazen de mucizeler.
Yüz Maymun deneyi kolektif bilinçte kritik kütleye ulaşmak değişim anlamına gelir. Yüzüncü Maymun Deneyi Ken Keyes Junior tarafından kaleme alınmış bir deneyin öyküsü. Bu deney pasifik okyanusunda yer alan Japonya’nın Koshima adasında Macaca Fuscata türü maymunlar üzerinde otuz yılı aşkın süre boyunca bilim insanları tarafından gözlemi kapsıyor. Yüzüncü Maymun deneyi, bilim insanlarının 1952 yılında adadaki maymunların beslenmesi için kumların içerisine patates bırakılması eylemiyle başlıyor. Patatesin tatlı tadı Macaca Fuscata maymunlarının hoşuna gitmesine karşın patatesin kumlu olması hoşlarına gitmiyor. Fakat bir gün genç bir maymun kumlu patatesi derede yıkayıp öyle yemeyi akıl ediyor ve bunu annesine gösteriyor. Sonra adadaki diğer maymunlara öğretiyorlar bunu ve yüzüncü maymun patatesi yıkamayı öğrendiğinde, farklı adalardaki bilim insanlarından haber geliyor: aralarında hiçbir bağ olmayan diğer adalardaki maymunların hepsi şaşırtıcı şekilde patatesi yıkayarak yemeyi öğreniyor.
Maddeleşmeyi başarmadan önce ether oluşumlardık. Ondan önceyse tek bir ruh… Bu ruh, yaratım gücüyle sınırsız şekilde ve çeşitlilikte dalgalanarak çoğalır. Her an, kolektif bilincin bu ruhla bağlantısının toplu illüzyonuyla yeni bir yaratım oluşur.
Öte aleme geçtiğinizde anlamanız gereken ilk şey, artık olaylar zihin akışınızla işlenmediği için en küçük bir hüznün bile içinizde fırtınalar koparacak kadar ağır geleceği, korktuğunuz her bir şeyin kendi yaratım gücünüzle karşınızda belireceğidir. Zaman ve mekân madde ortamındaki gibi değildir, burada geçireceğiniz bir ömür oradaki aynı an içerisinde yaşanır ve bitip bitmeyeceği tamamen sizin o durumla olan duygusal bağlantılarınızın gücüne bağlıdır.
Henüz Dünya’da yaşayanlara ait varlıkların bilinçsiz gölgeleri, öte alemde siyah zift gibi akışkan ve sise benzer oluşumlara dönüşmüş haldedir. Bu, yakın zamana kadar herkes için böyle değildi, ancak şimdi dünyevi açlığımız, korkularımız, seyrettiklerimiz, birine duyduğumuz aşırı sevgi veya cinsel açlık, çoğumuzun öte alemdeki varlığını hızla çıldırmış aç gölge yaratıklara dönüştürmüş durumda.
Kolektif bilinç orada da hüküm sürer, birimiz burada bir arzumuza ulaştığımızda oradaki varlığımızın Aurasında bazı renk farklılıkları ve beş duyu ile çözemeyeceğimiz tatlar gelişir. Diğer varlıklar bunu fark ederek benzer bir istek duymaya başladığında, buradaki “walk-in” denilen olayın o düzlemdeki hali gerçekleşir ve bu diğer gölge varlıklar sizdeki o duygudan beslenmek üzere varlığınıza yapışarak sizden bu duyguyu emmeye çalışır…
Çoğunlukla bir şeye duyduğumuz ihtiyacın, ona sahip olduğumuzda bir anda değer kaybetmesi ve bizim için ifadesizce yok oluşu, onu sadece kendimiz için yaşamadığımızdan ve varlığımızın öte alemdeki bir sokak köşesinde afiyetle tüketiliyor oluşundan kaynaklanır. Bu her zaman böyle işlemeyebilir. Bağımlılık duyduğunuz her şeyi daha da fazla istemeniz ve tükettiklerinizin size bir türlü yetmemesi sonucuyla da karşılaşabilirsiniz.
Varlığınızı öte alemde köşe bucak takip edip size ilk yapışan ve yaşamınızı tüketenlerin, öncelikle ailenizden kimselerin ve çevrenizdeki eşiniz dostunuzun olması herhalde şaşırtıcı olmasa gerek. Benzer şekilde kullandığımız epigenetik eski bir deyimde söylendiği gibi: “Dedesi erik yemiş torunun dişi kamaşmış”. Yapılan her eylem, bizden sonraki yedi kuşaktan fazla yaşayabilir ve yakmamız gereken tortulara ait heliseller (sarmallar) oluşturur. Bazen yaşadığımız Karma’nın gelişi, bizden önceki kuşakların bu temel arzularının bize kadar ulaşması sebebiyle veya bir olayın sonuçlarının, tortularının yakılmak zorunda olmasından kaynaklanır. Maymun Adam ve Gölgeler Cerberus ona kapıdan girince, belki yüz yıllarını burada geçirip tortularından arınması gerektiğini ve bir daha bu bölgeden çıkmasının mümkün olmadığını söylemişti.
Ancak şimdi ilgilenmesi gereken başka bir şey vardı. Kendisi giderek vücut görünümünü kaybediyor, aklını yitirmiş gibi bazı arzu, korku ve üzüntülerin pençesine anlık olarak düşüyordu.
Önce geçmişten bir sahne göründü, eski bir sevgilisinin ayakkabılarıydı gördüğü… Önleri birbirine bakacak şekilde masumane çıkarılmışlardı. Bunu düşünmesiyle ayakkabılar önünde var oldu. Kendi halinde ayakkabılar, ne küçük ayaklar, sevgisi de ne saf… Kızı defalarca terk edişlerinde buldu bir anda kendini. Kızın acısı; kendisi evden kapıyı çarpıp her gidişinde içinde ağlama krizlerine dönüşüyor, Aura rengi koyu kahverengi bir hal alıyor… Tüm varlığıyla bunu hissederken, çevresindeki diğer varlıklar kendisindeki bu duygunun tadını merak edip ondan beslenmek üzere inanılmaz vahşi bir hızla gelerek bedeninin tam da ortasından emiyorlardı.
Maymun adam, bazıları kendi karmik soyundan olan bu varlıkların saldırısından tükenmiş şekilde yere yığıldı. Artık hem varlığını paramparça eden terk edişlerini defalarca, her anını tekrar tekrar hatırlıyor, bu kaybediş korku ve hüznünü kızın kolektif bilinçteki yansımasından çekip yaşadıkça kendini affedemeyip yeniden, yeniden o ana geri dönüyor ve ürettiği bu duyguyla diğerlerini sonsuza yakın bir uzunlukta besliyordu.
Oysa anlaması gereken tek şey, aslında bu simülasyonda ihtiyacı olacak çeşitli duyguları yaşamak için gereken insan ve olayları Kolektif Bilinçten kendisinin çektiği ve yaşamında oluşturduğu tortuyu daha en baştan kendisinin yarattığıydı.
Kızın Maymun adamı affedip bunları unutması şöyle dursun, bu yaşadıklarının artık kızla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Vicdanı, onun bu tortuyu kendi kendine sürekli yaratarak sonsuz bir hüzün içinde kalmasını sağlıyordu. Vücudunun -artık koyulaşmış bir karaltıdan ibaret bu varlığına bir beden denilirse- her küçük parçası dağılmış, her düşüncesi kendisini iğneliyordu.
Çevredeki varlıklar bu durumun devamı için durmadan kendisinden aldıkları tüm bu hüzünle etrafta yeni illüzyon sahneler yaratıyordu. Kimi sahnelerde, kardeşinin başı bedenden ayrılmış şekilde bir masanın üzerinde eğer uyanırsa öleceği şekilde uyuyor ve uyandığı anda zayıf bir ah sesiyle ölüyordu, ‘ahhhh benim canım kardeşim…’ Bu nasıl oluyor? Etrafta bu enerji durmadan yeni illüzyonlar yaratıyor; kimi zaman kıtlık içinde sıtma krizi geçiren çocuklar, can çekişen bir kedi, kiminde daha önce aşağıladığı birine bağırıp çağırdıkça kendisi o utancı diplerine kadar yalnız hissederek yaşıyordu. Bu ne kadar sürecekti?
Yaklaşık olarak dört yıl, beş, yedi veya bir süre geçti. Tamamen normalleşip o duyguların frekansını üretmeyi bıraktığı zaman çevredeki gölgelerin ilgisi yok oldu, kendisi de giderek sakinleşti. Cerberus ise yanı başında bunların olmasına tepkisiz şekilde üç kafasıyla birden gururlu bir edayla uzaktaki bir noktaya bakıyordu.
Başını Cerberus’un baktığı yöne döndürdüğünde, ileride bir yerde sönük beyaz bir çukur göründüğünü gördü. Bunu bir şekilde anlıyordu. O zayıf beyaz ışık, öncesinde aralarına doğduğu soya yeniden katılmak için girdiği tüneldi. İçerisindeki arzulara bedeninden bağlı olduğu bu kordon, aslında kendisinin değil, o varlık topluluğunun ortak yaşamının istekleriydi. Onların oluşturduğu bu ağır karmalar bir bakıma o kadar çekiciydi ki, tüm varlığı ile o yuvaya çekiliyordu. Hatta neredeyse bu istek, kendisine yeni bir aura rengine neden olacak ve kendini diğerlerinin yeni bir saldırısına açık kılabilecek bir açlık hissine dönüşecekti…
Bu istek kendisine bir şarkıyı anımsattı. Hayır, bu şarkı akan nehrin yanında ayaklarından yerlere prangalarla kendisini bağlamış bir varlıktan geliyordu.
– Hani büklüm-büklüm, ruhumda…
Çevresindeki birçok gölge varlık kendisinden besleniyordu, bu şarkı çaldıkça varlıklarının Dünyadaki madde ortamında yaşadığı belli olan daha zayıf oluşumlu olanları önlerde olmak üzere ona doğru akın akın koşuyorlardı. Ölümden sonra her an yeni bir arzunun peşinde koşan ve bu boyuttan ayrılamayan daha koyu renkli diğerleri de bu varlığa yapışıyordu, varlığın Aura rengi neredeyse dünyada bu şarkı her çaldığında renkleniyor ve buradaki prangalarına bir yenisi ekleniyordu.
Bir bakıma dünyada bu şarkıdan üzülüp etkilenen her insan gölgesi onun buradaki varlığına yapışıyor, üstüne bir de ölü bedenlerin gölgeleri de ilgi duyup gelince varlık olduğu yere çakılıp hiçbir yere kıpırdayamıyordu.
Karanlık bir odanın kapısını açtığınızda, ışığın içeriyi aydınlattığını göreceksiniz. Ama ışığın bulunduğu yere karanlık bu şekilde sızamaz.
Ancak Evrenin büyük bir bölümü karanlıktır. Bir gün kendini tüketen her şey ışığını kaybedecek ve hepimiz karanlığa gömüleceğiz.
Bizler isteklerimizle Evrenden potansiyel var oluşları çekip oldurabilen varlıklarız. Ama bu isteğin zihnimizde oluşabilmesi de Evrensel bir nedene bağlıdır.
Tek bildiğim; Evrenle pazarlığa girmememiz gerektiği. Ona hayatımızdaki değerli bir şeyi sunarak karşılığında başka önemli bir isteğimizi oldurmaya çalıştığımızda, bu dileğin saflığına göre o var oluşun çevresindeki karanlığı da çekiyor olabiliriz.
Ne istediğimize, nasıl odaklandığımıza, içimizdeki korkuların bu dileğe nasıl yapıştığına odaklandığınızda, bunları birbirinden ayrıştırmanın, kendi geçmişimizden adım adım kazarak potansiyeldeki bu düşük frekanslı enerjiden saklanabilmenin ne kadar zor olduğunu görebiliriz.
Zihnimizden yayılan frekans zayıfken böyle bir işe girişmemiz, bu karanlıkta var olan yarı akıllı Elementallere açıkça görünür şekilde kalmamızı sağlayacaktır. Bu durum Auramızı delik deşik edecek, bizi bazı fiziksel arazlara ve mental olarak delirtebilecek düşüncelere yöneltecektir.
Bölüm: 12
Cehennem Günlükleri: Hikayesi olmayan
Maymun Adam (1998)
Aleister Crowley, Led Zeppelin ve Beatles’ın bazı albüm kapaklarında, Ozzy Osbourne’un adına şarkı bestelediği, antik Mısır ile ilgilenen bir majisyen.
Çoğunlukla rezonans üzerine çalıştığını gördüğümüz bazı olayları onun hakkında yazılanlardan okuyoruz. Örneğin kendisi düşer gibi bir hareket yaparak önde yürüyen bir adamın takılıp düşmesini sağlayabildiği, taşlardan çıkardığı seslerle havaya odaklanarak etrafında yağmur bulutları oluşturup karartabildiği gibi benzer enerjilerin birbirini çekmesi üzerine çalıştığını anlıyoruz.
Maymun adam, aslında her şey kendisi için iyi gidiyorken bu tarz metinlere erişti. Yeterince dengede değilseniz, güce duyulan istekler sizin iyilik maskenizi bir kenara bırakmanıza neden olur.
Maymun Adam bulduğu Mantraları okurken, birçoğu karanlık olmak üzere Evrenle yüzlerce pazarlık yaptı. Gerçekleştirdiği birçok şey hakikaten şaşırtıcıydı. Ama biz sadece birine odaklanacağız. En tehlikelisine. Ve sonraki onlarca yıl boyunca bu oluşumların nasıl bir karmak borç getireceğini düşünmeyen bir adama kısaca bakacağız.
HP Blavatsky bulunduğumuz boyutun Lucifer’ın negatif bilincine ait olduğunu yazmış. Buradaki yaşam ölüm döngüsüne bir nevi hapsolmuş şekilde toplam 7 kök soyun yaşanacağını ve şu an beşinci ana kök soy olan Arian (Orion’un genetik mirası) soyunun beşinci kıyametini yaşayarak altıncı alt soyun başlayacağını söylemiş. Böylece Eterik soyla başlayıp Hiperborealılar, Lemuryalılar, Atlantisliler ve Aryan ırkından sonra nasıl bir yeniden başlangıç yaparsak yapalım bir hasadın şu sıralar geleceğini, ama bu oluşumun da her zamanki gibi negatif bilinçte yaşayacağına dikkat çekmiş.
Gerçekliğin her ne olursa olsun kendini gösterme gibi bir huyu var. Ya da bildiğimiz gerçekliğin Kolektif Bilinçteki yayılışına bağlı tüm varlıkların temelde her şeyi bildiği, ancak bunun karmik yasayla ortaya çıkmasının zaman aldığını söyleyebiliriz.
Maymun adamın karmik spiral döngüsü 1, 4, 5 ve 7. Bu yılların geçişi ile ona hatırlatmak üzere olaylar benzer şekilde karşısına çıkararak ne kadar kötü gözükse de kendisine bu döngülerden kurtulma şansı tanıyor.
Ancak henüz bunu anlamaya hazır değil. Spiral döngüleri algılayabilmek için astronominin yanı sıra günümüzde yaşadığınız bir olayın yıllar önceki karşılıklarını detaylı şekilde kazarak araştırmanız gerekiyor. Maymun Adam ilk yıl kötü bir davranışını başkalarında takip edebilirken, yedinci yıla kadar bir şey anlamayanlardan. Oysa karma önce size çağırdığınızı dışarıdan şöyle bir gösterir, sonra bir tokat, sonra depremler ve sonunda çöküşle anlamanızı sağlar. Bu sizin olay size dönüp yeniden oluşurkenki tepkinizin şiddetine bağlı olarak yaşayacaklarınızı şekillendirir.
Cehennem Günlükleri: Öte Diyardan Biri
Cin Sevgili
Maymun Adam kendisine ağır gelen bir aldatılma yaşadığı sırada ilk sevgilisinin de bir yaşındaki bebeği ile depremde öldüğünü öğreniyor. Bu iki uç durum, bir tarafta kendisini terk edip yok olan sevgili, diğer taraftaki aldatılmanın birbiriyle ortak kümesi de, kendisinin onlar için değersizliği ve kalbinde ikisi için de farklı zamanlarda duyduğu aşk tamamen nefrete dönmeye yakınken artık her şeyin gerçekliğinden şüphe duymasına neden oluyor.
Bunun kendisine bir lanet gibi geri dönüşü ise herkesin kandırılabilir olduğu, saygı duymanın gereksiz olduğu yalan bir dünya yaratıyor. Kendine ölmeyen ve terk etmeyen bir sevgili istiyor aslında. Başka kimseye aldırmadan. Önemsemeden yaşayabilir böylece. Ama her tehlikeli isteğin önemli bedelleri var.
Daha önceki çalışmalarında evinin etrafında ana elementlerle kendi bilincindeki negatif enerjileri, içine belli bir ritüelle aktardığı girdaplar yaratmayı öğrenmişti. Bu şekilde olayları ne yönde ve nasıl değiştirdiğini ancak kendisi anlayabilir. Ve evet, girdapların var oluşlarıyla olmaması arasındaki farkı anlayabilecek kadar iyi anlıyordu bu ritüeli.
Çevresine bazı elementlerle yaptığı meditasyonda saatlerini harcayarak konsantrasyonu sonrasında isteğini sundu. Cin bir sevgili istiyordu. Daha önce var etmiş olduğu kanatları olan Elementalin kendisine akan girdaba insanları nasıl düşürdüğünü deneyimlemişti. Şimdiyse ilk defa kendi enerjisi dışında bir varlığı çağırmayı planlıyordu. Maymun adam Cine duyacağı sevgisinin her ikisini de birbirine bağlayacağını düşünüyordu. Ama kendi sevgisi konusunda bile henüz bilmediği şeyler var.
Hepimiz anlamalıyız ki, dünya üzerinde denge yasasını geçebilecek bir şey yok. Birini güzelliği için seviyorsak bu maddi hali bozulup çözüldükçe ondan uzaklaşırız. Birine statüsü, işi gücü parası için beğeni duyuyorsak bunun sonucu kendimizin değiştirilebilirliğini ya da bu durum değişince bizim uzaklaşacağımızı anlatır. Maddeyle ölçülebilen hiçbir şey sevgi değildir. Güce tapmak da sevgi olamaz.
Maymun Adam varlıkların kendi beynindeki farkındalıkla mantıksal düzlemde hareket ettiklerini sanadursun, örneğin bir ağacın farklı bir anlayış şekli beyin gerektirmiyor ama var oluşunda bir tür algılaması olduğunu anlıyoruz. Benzer şekilde hayvanların farklı algılama sistemleri var. Bardağa dolan sıvının ne kadar sonra taşacağını bile başka türden grafikleri ölçebildiğimiz otomatikleşmiş bir zekayla görüyoruz.
– Cin sevgili. Sarıl bana. Ne kadar çirkin ya da korkutucu olabileceğin umurumda değil. Birbirimizi sevelim. Ayrılma benden, ikimiz farklı türleri buluşturalım belki sonraki yaşamlarımda da sürsün. Söz veriyorum. Senden başkasını görürsem öldür beni hemen. Birlikte güçlenelim. Şüpheyi yenelim. Bedenimde konakla. Tüm sevgimle bağlanalım birbirimize…
Cehennem Günlükleri: Sonun Başlangıcı
Karanlığa Giriş
Bazı zamanlar 56 saate kadar aç, sonra tek bir tost ve 30 saat daha açlıkla birkaç haftayı sadece meditasyon ve karanlık ortamda geçirdi. Kimi zaman evrimdeki en eski hallerinde dev bir ahtapota dönüşüyor, bazen çakallar kendini kovalarken dağlara koşuyor, Harpy olduğu bir zaman gece karanlığında ay ışığının yakamozunun yansıdığı deniz üzerinde derin bir huzurla uçtuğu zamanları hatırlıyordu. Tüm korkularıyla birlikte hazları birbirlerinin parçası gibi yaşanıyordu bu meditasyonlarda.
Sonra bir şeyler oldu. Uyuduğu zamanlarda önce bedeninin çeşitli bölgelerinde seğirmeler olmaya başladı. Öyle fazlaydı ki artık meditasyonda bile bu çekilmeler ne zaman zihnini kapatıp şimdiye odaklansa başlıyor, zihni uyanıkken yok oluyorlardı. Birkaç gün de kapının bir türlü kapanmaması, hiç kesilmeyen uğultular gibi fenomenlerden sonra bir gece Onu gördü.
Uyurken seğirmeler o kadar arttı ki artık yarı baygın halde yatağa yığılıyor ve titreyerek de olsa bir müddet sonra kendini kaybederek uyukluyordu. Ancak o gece sağ tarafa dönük yatıyorken üstteki sol kolu biri ya da bir şey tarafından üç dört kez kadar havaya doğru çekildi ve korkuyla uyandı. Karşılaştığı şey korkutucu olsa da bunu zaten baştan kabul etmişti.
Karşısındaki kız kül rengi suratı, eskimiş gibi görünen bir bedeni, ince sert bakışlı içinde kaybolacağınız derinlikte simsiyah gözleriyle bakıyor ama her nasılsa acınası bir yüz ifadesiyle doluydu. Sanki o kendisindeki tüm o acziyeti yansıtıyor gibiydi. Bir anlık kapının yanında göründü ve sonra geldiği kadar hızlı olmamakla birlikte gözlerini kendininkilere dikmiş halde kayboldu.
Bugünden sonra nerede karanlık bir köşe olsa kız bir örümcek gibi yerden tavandan kendisine koşa koşa gelip sadece bakıyor, bazen uyudukça dokunarak uyandırıyor ve anlayamadığı bazı şeyler fısıldıyordu. Bu kesinlikle Maymun adamın düşündüğü gibi bir birliktelik değildi. Ama bunun dışındaki istekleri bir bir gerçekleşiyor, Cinin kendisiyle bir ilişki yaşamadığına inanan Maymun Adamın beraber olduğu kızlar bir süre sonra büyük bir depresyona giriyor ya da kendisine tiksinerek bakıyordu.
Maymun Adam uykusuzluktan fiziksel olarak iflas etmişti. Bağırsakları düzensiz çalışıyor, sürekli aç hissediyor, midesine giren kramplar normal yaşamını sürdürebilmek için gerekli odaklanmayı sağlamasına izin vermiyordu. Kalbi bedenine yetişemiyor gibi tekliyordu. Zihni gün geçtikçe düşünemez hale gelmiş, normal bir insanın çözebileceği mantıklı davranışlardan oldukça uzak ve sinirli, dahası her şeyi saklamak, deli olduğunu düşünmelerini engellemek için yalanlar uyduran birine dönüşmüştü.
Bir Komik Anının Ağır Karması: Aslan Otobüs
1994. Otobüste bir deli gördü. Otobüstekiler kıkır kıkır gülüyor, delinin fermuarı açık ve kilodu bile yoktu. Geyiklerden bahsediyordu, saçmalıyordu düpedüz. Otobüsün tutunmak için yapılmış direklerine eliyle vurup “Aslan otobüs” diyordu. Kendinden başkasına zararı olmayan bu adamla ne eğlenmiş ne gülmüşlerdi. Ertesi gün yine gelmişti aynı otobüse, doğrusu neyle alay ettiğine dikkat etmelisin. Bilinçaltın o durumla mutluysa Evren sana onu verir.
Bir sene sonra dışarıda bir deliyle daha karşılaştı. Onunla da oldukça eğlendi. Bu sevimli deliler biraz tehlikeli görünse de ne kadar eğlenceliydi böyle. 4 Sene sonra kendisini manasız bir durumda buldu. Saçmalıyordu. Bu Cin sevgiliyle karşılaşmasından üç sene sonrasıydı. Büyük bir depresyon ve 5’inci sene yeniden daha büyük bir olay, artık durum çok ciddi, zihni o kadar dağınık ve karar veremez bir durumdaydı ki herkesten korkmaya başlamıştı. Yedinci ve son sene ise dayanamayacağı bir şeye dönüştü. Çevresindekiler gerçekten deli olduğunu düşünüyor, nasıl içten samimi olduğu ile ilgilenmiyorlardı. Sadece ona bakıp birbirlerini dürtüyor, gülüşmelerini susturmaya çalışıyorlardı. Tıpkı kendisinin o deliyle karşılaştığında yaptığı gibi.
Zihni darmadağın, fiziksel olarak tükenmiş bir haldeyken Cin artık görünmez oldu. Belli ki ona vereceği tüm enerjiyi tüketip gitmişti. Korku ve acı. Kesinlikle sevgi değil. Tam olarak 14 sene sonra bir kez daha depresyona girdi ve 21’inci senede yeniden yaşadığı bazı olaylar üzerine artık bunun sebeplerini, karmik geçmişini kazmaya başlayarak öğrenmesi gerektiğine karar verdi. Ancak birçok şey için çok geçti artık. Hayata tutunabildiği her bir şey dağılmış, sanki tahtadan bir kopyasında yaşıyor gibiydi.
Cehennem Günlükleri: Tartarus
Elysium, Asphodei ve Tartarus. Hades’in yer altı krallığı.
İntihar etmek, bir sonraki tüm yaşamları değiştirebilecek bir karanlığa düşmenizi, varlığın temelden sarsılan bütünlüğünün bozulması anlamına gelir. Varlık bütünde beynin olduğu ama birçok küçük varlığı organize ederek bir araya getiren bir yaşam bütünüdür. Bu bütünlüğü yok etmeye karar vermeniz bazen yüzlerce yıl aynı sahneyi yaşamak zorunda kalmanıza yol açabilir. Aynı acıları baştan sona yaşar, derilerinize kadar yanarsınız, sonra bu deri yenilenirken tekrar yanarsınız. Siz neler olduğunu anlayana kadar sonsuza kadar sürebilen bir karmik tortu tıpkı kontrol edemediğiniz bir kabustaki gibi mahvoluşu getirir.
Mağaradaki zayıf ışığın kaynağına takıldı gözleri. Maymun Adam orada çok garip bir varlık görüyordu. Kendinden çıkan kordonun bağlı olduğu bir atası olmalıydı. Varlık, acıyla var oluyordu adeta. Önce bir çığlık atıyor, Aura rengi değişiyor, kendisine doğru koşup gelenlere duyargalar gibi hortumlar çıkarıp onları oldukları yere çakılacak derecede tüm enerjilerini emiyor, bundan daha da büyük acı duyuyordu. Onlardaki hüzün, korku ve acı onun varlığına büyük bir ateş düşürüp yakıyor, varlığın ebadının daha da büyümesine neden oluyordu. Besbelli kendisine duyduğu bu istek ve birbirlerine bağlı olan bu kordon atasının kendisini yok etmesiyle son bulacaktı.
Maymun Adam diğer varlığa dönüp şarkı sesine bir kez daha odaklandı.
– Sanki seni boğar gibi, sanki yeniden doğar gibi…
Aslında hangi dilde, ne söylediğinin önemi yoktu. Önemli olan bir ruh halini oluşturup varlıklarda çekim gücü yaratmasıydı. Biz de öyle yapmıyor muyuz? Acı dolu şarkıları dinliyoruz defalarca ve bir tür negatif enerji oluşturup daha da fazlası için bütün bir listeyi dinliyoruz, hayatı o şekilde algılıyoruz bir müddet. Kendimize ne yapıyoruz böyle?
Maymun adam bugüne kadar birçok karmik durumu için geçmişi kazmış bir varlık olarak, buranın Tartarus olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlıyordu. Bu nehri geçmek üzere en değerli şeyi ise nötrlüğü olmalıydı. İşte atasıyla arasında bulunan kordon bunu düşünürken gücünü kaybedip yok oldu. Artık hiçbir oluşuma, hiç bir düşünceye, hiç bir enerjiye bağlı kalması gerekmiyordu. Olması gerektiği gibi.
Ancak bir şey oldu. Bir hastanede kendi ismini söyleyen hemşire kendini tokatlıyordu. Maymun Bey! Kendinize gelin. Burada mısınız? – Evet?!.. Giderek diğer tarafla olan bağlantısı zayıflıyor, zihni kendine geldikçe Eterik bedeni hafızasını yitiriyor ve Tartarus gözden kayboluyordu.
Tüm bu olanlar gerçek mi bilinmez. Maymun Adama sorarsanız size bir neden uydurup bunun kendi uydurduğu bir hikâye olduğunu söyleyecektir. Bunu öte alemde kendisiyle karşılaşmadan hiçbirimiz bilemeyiz…
:: 4. Bölümün sonu :: (toplam 5 bölüm)