Batılı aktivistler Müslümanların peçe giyme hakkını savunurken, İranlı kadınlar daha büyük bir amaç için savaşıyorlar: Bir seçeneğe sahip olmak.
40 yıl önce İran’ı kasıp kavuran devrim İran ve Amerika arasındaki tüm diplomatik bağları da kopardı. Bunu hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ama bununla birlikte bir başka bağ daha kopmuştu; İranlı feministlerle Amerika’daki kızkardeşleri arasındaki bu bağ, diğerinden farklı olarak sanal dünyadaki anonim kimliklerle kuruldu.
Mart 1979’da Ruhullah Musavi Humeyni’nin iktidara gelmesinden günler sonra, Amerikalı feminist ikon Kate Millett Tahran’a gitmişti. 8 Mart’ta, Millett, Humeyni’nin kadınlar için zorunlu kıyafet tasarısını protesto etmek için kadınlarla gösterilere katıldı. Eğer o dönemde İran’da doğru giden her şeyin -ve yanlış gitmek üzere olan her şeyin- kusursuz bir mikroevreni olabilecek bir an vardıysa, o Mart ayındaki bu andı. Kapalı kadınlar, açık kadınların yanındaydı ve kapalı olmalarına rağmen bunun seçeneklerini yok etmeye karşı bir protesto olduğunu açıkça belirtiyorlardı. Kadınlar gelecek nesillerin kendi nesillerinden daha fazla özgürlüğe sahip olmalarını istiyorlardı. Bir muhabir Millett’e Humeyni hakkında ne düşündüğünü sordu. Millett kameraya kararlı bir bakışla Humeyni’nin “şovenist bir erkek ” olduğuna inandığını söyledi. Bunlar çoğu insanın Ayetullah’a hayranlık duyduğu coşkunun had safhada olduğu devrim sonrası günlerdi; buna sessiz kalınamazdı. Millett’in bunun ardından tutuklanması ve sınırdışı edilmesi de şaşırtıcı değildi. Nitekim daha sonra bu günlerden hayatının en dehşet verici anıları olarak bahsedecekti.
Fotoğraf: Hengameh Golestan – 1979
Kırk yıl sonra, İranlı kadınlar hâlâ sokaklarda aynı talepleri dile getiriyorlar ve Tahran’ın en boyun eğmez muhalefetine dönüştüler. Genç, yaşlı, kapalı, açık kadınlar 1978’in inatçı günlerinden bu yana ulusun gördüğü en cesur sivil itaatsizlik eylemlerini sahneliyorlar. Geçtiğimiz yıl onlarca başı açık kadın ülkenin her yerinde kürsüler kurarak kıyafet kanunlarına karşı barışçıl bir meydan okumayla beyaz eşarplarını salladılar. Sokaklarda başörtülerini sıyıran genç kadınlar hem kendilerini, hem de sokaktaki işgüzarlar ve ahlak polisiyle yüzleşmelerini filme çektiler. Tahran’da iki kadın gözaltına alınarak resmi bir beyaz minibüse binmeye zorlandıklarında kalabalıklar aracın etrafını sardı, minibüsün kapısını açtı ve kadınları serbest bıraktı. Bugün İran’da gerçekleşenler sufrajetlerden miras alınan bir isyan olarak tariflenebilir. Öncüllerinin kadınların oy hakkı için yaptıklarını diledikleri gibi giyinme hakkı için devam ettiriyorlar. Millett bu akımı on yıllar önceden öngörmüş ve şöyle demişti: “1847’de kadın hareketinin başlangıcından bugüne dek savaştığımız her şey bu toplumda büyük bir tehlike içinde.”
Bugün, İranlı kadınlar ikinci sınıf statülerinden bıkmış, kendilerini korumayan yasalara boyun eğmeyi reddediyorlar. Peki Amerikalı Millett’lar şimdi nerede? Müslüman kadınların Batı ülkelerinde başörtüsü takma haklarını hararetle savunan feministler neden seçim haklarını isteyen İranlı kadınların mücadelelerine sessiz kalıyorlar? Zorunlu tesettür karşıtı hareketin öncü seslerinden biri olan Masih Alinejad, Avrupa Parlamentosu huzurunda şöyle demişti: “Sizden gelip bizi kurtarmanızı istemiyoruz. Biz kendimizi kurtaracağız.” Bunun yerine, Batılı liderlerin, özellikle kadınların, İranlı kadınların Avrupalı kadınların kanıksadıkları aynı haklar için savaştıklarını görmelerini istemişti: Diledikleri gibi giyinebilmek.
Yine de, haklı olarak kendilerini memleketlerindeki sağcı milliyetçilerin karşısında konumlandırmak isteyen demokrat batılılar için başörtüsü bir direniş sembolü haline geldi; oysa başörtüsü giymek zorunda bırakılan kadınlar için bu tam tersine, bir baskı sembolü. Bağlamsız toleransın yalnızca dogmanın bir başka formu olduğunu unuttular. Müslümanların peçe giyme hakkını savunmak, milliyetçi ve yabancı düşmanlığının siyasi ivme kazandığı batı toplumları içinde oldukça makul. Ama yasalarla zorunlu kılınan ve bir cinsiyet ayrımcılığı sembolüne dönüşen peçeye karşı ses çıkarmamak da tüm feminist ve demokratik değerlere ihanettir. Bu konuda sessiz kalanlar bunu genellikle kültürel görelilik adına yapıyorlar. Sömürgecilik günahlarından alıntılarla, peçe meselesine karışmanın başkalarının yerli geleneklerine karışmak anlamına geldiğini savunuyorlar. Ama eğer sömürgeci perspektifin esas ahlaki kusuru, hükmettiklerini eşit görebilme yetersizliği ise, o halde bugünün hoşgörülü liberalleri de aynı şeyle suçlanabilirler. Seçim özgürlüğünün -bu durumda, kıyafet özgürlüğünün- yalnızca batılılara ait bir lüks değil, herkes için evrensel bir hak olduğunu göremiyorlar. Bir grup güçlü İranlı erkek ulusun yarısı adına kendi iradelerini empoze ettiği sürece, ne giyeceğini seçebilme hakkı da evrensel bir insan hakları mücadelesi olarak görülmeli.
Yazar: Roya Hakakian Özgün metne buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: feminist vesvese