in ,

Zorunlu Eğitime Hayır!

Emir kipiyle kurulmuş cümlelerin sıkça duyulduğu koridorlara ve o koridorlardan yükselen çığlığa tercüman olmaya çalışan bir annenin yazdığı kitabı tanıtmaya çalışacağız sizlere. Catherine Baker’in yazdığı “Zorunlu Eğitime Hayır” kitabını.

Catherine Baker anarşist bir anne. Kızı yedi yaşına geldiğinde annesine şöyle diyor:

“Bugün yeni bir ufka uçacağım, değil mi anneciğim?”

Baker, kızını zorunlu olması gerekçesiyle okula göndermiyor. Sonraki gerekçesi ise yararlı olmaması. En son gerekçesi ise vurucu: Zararlı olması. Kızı on dört yaşına geldiğinde ise onu okula göndermeme gerekçelerini ve böyle disipline edilmiş eğitime bakış açısını anlattığı kitabı yazıyor. Aslında tam olarak bu da değil. Gelin kendi ağzından dinleyelim:

“Kitabı yazmaktaki amacım herhangi bir yargıyı tanıtlamak değil; nasıl olsa bunu gerektiği gibi yapabilen pek çok eğitimci var. Ben bir kuramcı değilim ve sabahları istediğimiz saatte uyanmak gibi aşırı gelebilecek haklar istiyorum, işte ‘sorumsuz anne’ olarak nitelenmeme yol açan bir sürü istekten yalnızca biri. Neden başkaldırdığıma gelince bunu açıklamak zorunda olduğum biri varsa o da yalnız sensin. Evet, sana her şeyi açıklamak zorundayım; ancak bu zorunluluk, bu görevi yerine getirme isteğinden değil, bana kazandırdıkların karşısında sana duyduğum minnetten doğuyor.”

Çocuğunun üzerindeki yetkilerini tartışarak giriyor konuya. Aslında yetişkinlerin çocuklar üzerinde herhangi bir yetkilerinin olmadığını söylüyor. Aralarındaki tek farkı da “yetişkinlerin, olasılık hesaplarına göre ölüme daha yakın olmaları” olarak açıklıyor.

Zorunlu Olan Her Şeye Hayır!

“Eğitim bir görev değil bir haktır!” Haliyle zorunlu tutulması, onu kendi doğasından çıkarır. Gönüllüğün çok uzağından geçtiği kurumlar halinde işleyen okullarda, otoritesini seçmemiş öğrenciler ve maaş karşılığı ders veren öğretmenler bir araya geliyor. Devletin, ilerideki yaşamlarını kolaylaştıracak diplomalar vaat ettiği öğrenciler yine devletlerin belirlediği konularla ilgili çıkmış soruları çözmek için birbirleriyle yarışıyor. Medeniyetin kalelerinin içler acısı hali. “Bir yığın insan susmayı, zil sesiyle birlikte düşünmeyi ve aptal olduğuna inanmayı okulda öğreniyor” diyor Baker. Çocuklar sırf birileri onları zorladığı için okula gidiyor, diyor ve soruyor: “Zorunluluğu kaldırdığınızda kaçta kaçı okula giderdi?

Burada eklemek gerekir, eşitsiz koşullarda verilen eğitimin tümüne karşı çıkarken silahların ve koşulların eşit olduğu durumlarda bireylerin birbirlerinden öğrenmesinin esas yol olduğuna da işaret ediyor. Okulların da ölçme ve değerlendirmeden arındırılmış, kurallarını bileşenlerinin belirlediği, çocuğun çocuk olabildiği yerler olması gerektiğini söylüyor. Tüm yakın ya da uzak hedeflerden arındırılmış bu kurumlarda, gençliğini yaşayabilen neşe içinde bireyler olması gerektiğini söylüyor.

Düşünsenize diplomalar olmasaydı kaç kişi üniversite sınavına girerdi. Ya da üniversitelerin kapısında itişme kalır mıydı? Diplomaların kaldırılması gerektiğini savunuyor Baker.

“Belli bir iş için aranan özelliklerle diplomalar arasında uzak yakın bir bağlantı kurulamayacağını herkes bilir. Şu ya da bu beceriyi gerektiren bir iş için, başarma isteği ve bir deneme süresi, okul sicilinden çok daha ciddi güvenceler değil midir? Hepimiz, severek yaptıkları işi çevresindekilere öğretmekten büyük bir mutluluk duyacak pek çok insan tanıyoruz.”

Etrafımızda bize bir şey öğretmek isteyecek insanlardan mahrum kalmamızın nedenini okullar olarak gören Baker,

“Zorunlu eğitim sistemi öğrenmeyi değil, okulda öğrenmeyi zorunlu tutuyor. Neden bu zorunluluk altı ile on altı yaş arasındaki insanlara getiriliyor? Ve neden bu mekan sınıflara ve bir bahçeye bölünüyor?”

Anne Babaların Vesayet Görevi

“Çocuklara, onlara dayatılan toplumsal modele uygun hale gelene kadar biçim vermek.” İşte ana babaların görevi. Onlar kendiliğinden ve “özgürce” sisteme dahil olduklarında ana babaların da görevi son buluyor.

Çocuğun kendine ait hiçbir şeyi olmadığını, söyüyor Baker. “Çocuk yırtamaz, kıramaz, kirletemez, veremez, reddedemez…” Özetle kabullenmek ve memnun görünmek zorundadır. Ne kadar liberal ya da tutucu olduğunuz bu gerçeği değiştirmiyor.

Başarılı çocuk, ana babasının her isteğini yerine getiren çocuk mudur? Bu soru üzerine düşünmek gerekiyor.

Öğretmenlere Hayır!

Öğretmenler, diğer ölümlülerden daha budala oldukları için kendilerini önemsemediklerine göre, insanlığa bir şekilde diğerlerinden daha yararlı olduklarını düşündükleri için yapıyorlar bunu. Öğretmenlerin topluma yararlı olması: “Ne beyhude bir fikir!” Çok sert cümleler var kitapta. Tabii ki kişilere değil pozisyonlara dönük. Öğretmenlerin çoğunun iş arkadaşlarından üstün olduklarını düşündüklerini de söylüyor.

Öğretmenlerin kültürsüz olmakla suçlandığını hepimiz biliriz. Eğitim sistemlerinin malum sonuçlarının fatura edildiği bu meslek grubuna bir yandan da sahip çıkıyor Baker: “Başka türlü olmaları mümkün mü? Görüp gördükleri okuldan aldıkları kültür, yani bir hiç!”

Dünyanın en iyi niyetli öğretmeni bile, istemedikleri halde okula gönderilen otuz çocuk karşısında bütün soğukkanlılığını yitirir. Eşyanın doğası gereği oluşacak kaosun bastırılmasında tek yöntem vardır: Ödül ya da ceza. Bu konu üzerine de bir sürü şey bulabilirsiniz bu kitapta. Baker’ın bir önerisiyle bitirelim bu bölümü, öğretmenlere sesleniyor Baker: Hiçbir şey öğrenmek istemeyen gençlerin ilgisini çekmek için olağanüstü bir çaba gösteren öğretmenlere diyor ki: “Çocuklara iyilik mi yapmak istiyorsunuz? Hemen okul idaresine gidin ve istifa dilekçenizi verin!”

Hayatına giren en iyi öğretmeni yad etmeden de geçmiyor: “Benim de okul yıllarımda harika bir öğretmenim oldu, ben on bir yaşındaydım, Dominique on üç. Bana kitap okumayı öğretti, okul duvarlarının ardında pırıl pırıl bir dünya olduğunu öğretti.”

Öğrenmek, Bilmek, Tanımak

Okulların bu kadar süre ayakta kalmasının temelinde insanın bilme, öğrenme ve tanıma çabası yatar. Ancak okuldaki bir öğrencinin amacı öğrenmek değil “başarılı” olmaktır. Sadece yemek yeme hakkını elde etmek için bile çalışmak zorunda olduğumuz bu dünyada, bu zorunluluğun üzerine oturmuş kurumlar olarak okullar eleştirilmeyi ve üzerine tartışmayı fazlasıyla hak ediyor.

Çocuklara sadece “eleştirme ve reddetme” eğitiminin verilmesini savunan Stirner’a ek olarak şunu söylüyor:

“Eğitimin son hedefi, bilgi değil irade olmalıdır.”

Yaşama Sevincini Çalanlara Hayır!

“Derste sakız çiğnemek yasaktır.” Bir şey yapma ve var olma çabasında olan çocuktan, sadece anlatılanları gözünü kırpmadan dinlemesi bekleniyor diye özetleyebiliriz bu durumu. “Ama çocuklar sürekli bir şeyler çiğnemek isterler.”

Sonuç

“Sağlıklı bir çocuğun pırıl pırıl zekasıyla, ortalama bir yetişkinin zihinsel zayıflığı arasındaki iç karartıcı çelişkiyi bir düşünün.”

           Freud

Çocukların düzeyine inmeyi hedefleyen aptal yetişkinleri, duvarlarını boydan boya kapladıkları duvar kağıtlarıyla vuruyor. Ve çocuğu geleceğin yetişkini olarak gören anlayışa bayrak açıyor. “Çocuk bir yetişkin taslağı ya da tasarısı değildir. Çocuk şimdi, şu an var olan bütünsel bir canlıdır.”

Okulun çocuklara gardiyanlık yapan bir kurum olduğunu söylüyor ve kitabın son cümlesinde kızı Marie’ye şunu söylüyor:

“Dünya senin. Yalnızca gelecekte değil bugün de… Dayatılan zorunluluklar karşısında ister evet de, ister hayır. Nasıl istersen öyle yap canım yavrum.”

Yazan fernando

3 Yorum

Cevap Yazın
  1. Zaten şu anda seminerlerde meb tarafından tavsiye edilen ve konu olarak tartışılan bir kitap da gündemde…bir kitle imha silahi:eğitim…?
    Joel spring in yine ayrıntıdan çıkan “özgür egitim”kitabini tavsiye ederim nacizane…ivan illich mevzusuna girmiyorum bile?
    Elinize sağlık bu arada…

  2. Ona okumayı öğreten bir öğretmen Sonuç. Adama hangi yöntemle okumayı öğretmiştir acaba bu öğretmen? Bir öğretmen olarak bence okul değil müfredat gereksiz. Düşünsenize müfredat kaygısı olmadan edebi eserlerde hangi kimya terimi kullanılmış diye kimya hocası ve edebiyat hocası derslerini birleştirmiş öğrencilerle araştırıyorlar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Derinleşen Belirsizlik ya da Kafka Neden Haklıydı?

Kadın Argosu Sözlüğü’nden Dudak Uçuklatan Bir Seçki