in

Yürüyüş, Doğa, Dil ve Umut Üzerine Çatallanan Bir Deneme

Yaşam öyle güçlü ve büyük ki ne kadar çok kafes kapatılırsa kapatılsın üstüne, ne çok kötülüğe maruz kalırsa kalsın eninde sonunda kendi doğasından başka bir şey bilmeyen temiz, ışıklı bir avuç su gibi, doğmaktan başka bir şey bilmeyen güneş gibi ışıldıyor…

Hastalıklar, savaşlar, küslükler, mal mülk kavgaları, ırkçılık, haset, ego yarışı yaşamın ışıltısı karşısında küçük bir fısıltı gibi kalıyor. Denizin köpüğünün alıp götürdüğü ve diğer yosun kayalarına eklediği balçıklar ve çakıl taşları gibi…

Yaşam o kadar güçlü ve güzel ki, kötülük de yaşamın yanı başında sonunda gözlerini şaşkınlıkla açmak zorunda kalıyor.

Yaşam bir orkestradır. Bir gün gelir bütün yollar birleşir. Saklı gizli bir yerlerde duran herkes bir yerlerden çıkar gelir Geçtiğimiz yollar bizi değiştirmiş, yaşarken duyduğumuz çırpınışların telaşı geçmiş, yaşadıklarımızın sonuçlarını görür hale gelmişizdir. Emeklemekten yürümeye, çocukluk gençlik yaşlılık derken yeniden emeklemeye doğru giden insan bir yanıyla hep o bebektir… İnsan böylece hep değişimi gelişimi içinde taşır. O bebek göz kırpar geçmiş yüklü dağ halimizin içinde… Uyku, unutkanlık ve dalgınlıktan yapılmış yılgın dağ halimizi dürter çiçek, açmak için…

Bir gün gelir yaşadığımız her şey birleşir. Bize bir kenara çekilip düşünmek kalır. Fazla düşünüp kara sularda yitecekken dağın içinde açmak isteyen çiçek, kütükte filizlenen acar yeşil yetişir… “Haydi,” der içinden bir ses, “…devam et” Eskiden daha zorunu da yaşadın, üstesinden gelmenin bir yolunu buldun. Sevgi taşlanan bir ağaç, yaralandı meyvesi. Ama kökü dalı, yaprağı çiçeği, bir sonraki seneki meyvesi içinde duruyor. Neredeyse kurumuş gibi görünen ağaçların koca gövdelerinden yemyeşil ilk yeşiller, ilk yapraklar çıkartan bu umut, bu şimdidir. Yaşıyor olduğumuzdur. Hakkında bir sonuca vardığımız ve onu oraya sabitlediğimiz her şey yaşıyor. Sözcükler yaşamdır ve uzun süredir yaşamın salgınla zapt edildiği bir hayatın sonucunda hepimiz yaşamdan gelmeyen sözlere maruz kaldık. Yaşamsız sözcüklerle istemediğimiz şeyler anlatıyoruz belki de…

Bazı ümitsizliklerle, tam geçtiğini düşünürken yine geçmemiş, bazı ümitsizliklerle, kâbus gibi çıkmazlarla baş etmek kolay değildir. Bir müddet sonra hep olmaza, o çıkmaza odaklanıldığımız için belki de bize mutluluk veren şeyleri unuttuğumuz için yığın büyür, yılgınlık büyür, çiçek içinde  soluyamaz olur…

Kimi zaman büyük salgınlar, büyük nefretler, büyük kinler yüzünden, kan davaları ve savaşlar ve bitmek bilmeyen haksızlıklar yüzünden, yaşıyor olduğumuzu unuturuz. Hem gerçek anlamda maruz kaldığımız ölümler, hem de düşünsel anlamda; kimin başlattığını bilmediğimiz tek bir şeye saplanıp kalmak yüzünden…

Doğa yürüyüşü iyidir;  güneşin doğuşuna, batışına tanık olmak iyidir.

İnsan resim yaparak, yazarak, bir eser ortaya çıkararak kendini görebilir ve bu farkındalık,  kaybolmadan önce tutunacağı bir iç fotoğraf olarak iyidir. Yürüyüş de bir yaşam sanatı olarak, düşünmeyi sağlar. Dökmeyi, toplamayı, yüzleşmeyi…

Doğa, büyüklüğü karşısında her ne varsa sıkılıp daraldığımız, o kadar da büyük olmadığını görmemizi sağlar… İçerde bir şeyler atılırken, yenileri yerleşir. Doğa canlıdır. Yürüyen insan doğaya uyum sağlar. Doğa düşünceyi dolayısı ile dili canlandırır…

Doğadaki karşılaşmalar, düşünceleri somutlar… İçinde olduğumuz şeye bakmaya başlayınca, içinden çıkamadığımız şeylerden çıkarız.

Yürüyüş bir düşünme yöntemi gibidir. İçerdeki dağınıklık sıralanır, kirliler temizler ayrılır, sınıflara göre dizili,  derken hiç beklenmedik birleşimler, ayrılmalar yaşanır… Bu sürpriz renkleri de yol sağlar… Yoldaki karşılaşmalar…

Yazan Tersla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pis Okurun Notları (194 – 200 )

Tumturak Haşmet