Telefon şirketleri kadar insanların dalgınlığını, dikkatsizliğini paraya çeviren başka sektör yok sanırım. Adı ne olursa olsun. Hepsi birbiri ile aynı. Hanginiz yıllarca gereksiz fatura ödediğini fark etmedi? Yanlışlıkla girmiş olduğun bir siteden faturana yansıyan ücretler, kolayca oyun satın almaya elverişli yanıltaçlar, sözleşmenden erken dönersen cısss! Cezaları…
İnsanlar arasındaki iletişimin bir cezaya dönüştüğü nadir çağlardan birini yaşıyoruz ve gerçek virüs bu. Bir insan sesine ulaşana kadar aşmanız gereken bir yığın makine sesi…
Bugün bankaların ve hepsi birbirinin aynı olan telefon şirketlerinin durumu bu. İnsanları soymak. Daha çok soymak. Soymaya yatkın bir hale getirmek. Soyut bir alan üzerinden kazanmak en kolayı. Emlakçılık. Evet bir de bir meslek çeşidi olarak emlakçılık bu kategoride.İnsancıl meslekler değiller.
İletişim faturası yeni sömürü alanı. Hem zamanını çalıyor hem paranı. Aslında ikisi de aynı şey. Herhangi bir şey satın almasak da alışveriş merkezlerinde geçirdiğimiz zaman da bir sonraki alışveriş için zihinsel tasarımını hazırladığımız bir alışveriş şekli.
Medya, banka, telefon-internet şirketleri ve emlakçılık bu ortada olmayan şeyleri satan meslekler, soyut bir kavram olan vicdanı en çok gerektiren meslekler. Bir bilgisayar, elektronik mühendisi değilseniz, kullandığınız bilgisayar telefon bozulduğunda karşınızdakine güvenmekten başka şansınız yoktur. Çünkü ortada somut bir durum vardır ama sorun soyuttur. Yukarıda sayılanlar ise tamamen soyut alanlar.
Sağlıkta, hukukta, yeminle girilen mesleklerde olduğu gibi (eğer yemin işe yarışıyorsa tabi) çalışanlarının en dürüst olacaklarına dair en çok yemin etmesi gereken meslekler bu saydıklarım…Çünkü şöyle bir baktığımızda bugün hayatın çoğu onlardan oluşuyor. İnsan barınacağı bir evi olsun istiyor. Dışardan haberdar olmak ve sevdikleriyle konuşabilmek. Bu ihtiyaçlarımızla doğrudan geçinen insanlar var. Tabi ki olacak. Hepimiz birbirimiz için çalışıyoruz. Ama hiçbiri bu kadar soyut ve doğrudan satışa odaklanmamış. Emlak, medya, telefon, internet, banka…
Daha yalın bir hayat için daha çok buradaydık hepimiz eskiden daha çok. Şimdi kestirilemez, öngörülemez maruz kaldıkça tanınanabilen bir zorbalığın içindeyiz hepimiz. Bugün herkesin cep telefonu kullanıyor olması bir dayatma. Yaşlıların akıllı telefon bilmeyişi, çok küçük çocukların bilmeyişinin oluşturduğu büyük bir farklılık var kuşaklar arasında… Birbirini keskin bir biçimde yalnız bırakan kuşaklar… Bunun yanında bir tür bulamaç diyeceğimiz bir alana dileyen herkesin de kolayca dalabileceği bir alan sanal alan…
Bu arada dileyen derken artık dileklerin niteliği konusunda da bir karışıklık var. Dilekler gerçekten eskisi gibi bizim dileklerimiz mi yoksa tavsiyeler dileklerimiz mi oldu? Ya da ötekinin ne yazacağını ne söyleyeceğini tahmin ederek ötekinin yerine yazıp düşünmek… Karşılığı önceden bilmenin yorgunluğu… Dilimizin dolayısı ile düşüncelerimizin giderek rüyalarımızın ortasından bir hızar gibi geçen adına iletişim dedikleri bu hız-arlaşma yeniçağın zorbası. Örneğin, çevrimiçi iken görmemesi önemsememek… Seni sıraya koyması, bekletmesi… Giderek insanın insanı nesneleştirmesi.
Peki, bunun nasıl önüne geçebiliriz. Para ödediğimiz için mi vaktimizin tümünü bu hapishanelerde geçiriyoruz? Çok kolay. Hep beraber bir günlüğüne dahi olsa tüm telefon, internet aboneliklerini iptal için başvuralım bakalım neler oluyor? Çocukların kolayca ulaşabildikleri siteler, fazladan durmadan yansıyan farklar… Yanlışlıkla bir tuşa bastınız diye abone yapıldığınız ve sürekli öder hale geldiğiniz ve sözleşme gereği cezalı olduğunuz durumlar değişiyor mu? “Sınırı aşınca sınırlayın” diyorsunuz “aa onun da ücreti var…” O zaman “kontörlüye geçeyim…” “aaa sözleşmeniz var…” Bu arada bir yandan size sürekli bir şeyler satmak isteyen cilalı kampanya teklifleri…
Medya da örneğin twitter gibi manşet mantığı ile çalışır. Bir kitabı alırken kapak arkasında öne çıkarılan birkaç cümleyi okumakla başlayan bir alışkanlığın yansıması… Olanlar hakkında hızlıca haberimiz olsun… Fastfood beslenme alışkanlığı gibi.
Yaşam bir bütün. Her davranışımız birbirini etkiliyor. “Aboneliğimi iptal etmek istiyorum” diyene kadar sizi canlı bir insan sesine bağlamayan telefon şirketleri tamamen sizi kazanç getiren mal gibi görüyordur. Bir tek kendi çıkarı ile ilgileniyordur. Bugün yaşadığımız kriz bir kapitalizm patlaması. İnsanları kandırmanın patlaması ve bu hala devam ediyor. İnsanlar kendilerine çekidüzen verene kadar da bu inatlaşma devam edecek. Karşımızdaki sadece bir mikrop değil. Sömürülmeyle baş edemediği için oğlunu bağrına basıp oturup ağlayan Bisiklet Hırsızları filmindeki baba sonunda tek yolun gidip kendisinin de bir bisiklet çalması olduğuna karar verir. Kendi bisikletinin çalınması hiç kimse tarafından görülmezken onun bir bisiklet çalması duyulur. Film çok güzel bir şey söyler; bisiklet hırsızı var, bunu size bir tek, bir bisiklet çalarak gösterebilir, duyurabilirdim. İşte duyurmayı, göstermeyi başardım. Haklı iken suçlu duruma düşürüyor o düzen onu. Çarklar öyle sağlam döşenmiş. Ama sinema tarihinde bir başyapıt olmasından da anlaşılacağı gibi her şeye rağmen derdini anlatmayı başarıyor.
Belki bir şeyleri değiştirmeyeceğiz. Belki hep aynı gidecek ama haksızlığa uğrayan herkesin hakkını aramasından yanayım. Çünkü o zaman bir ölmez otu gibi var olursun. Bir daha haksızlık yapacakları zaman akıllarına gelirsin. Bir çit olursun. Bi dahaki sefere hırsızlığa geldiklerinde geçip geçmemek konusunda biraz tereddüt edecekleri…
Sanat insanın somut dünyada geçireceği vakti alır evet ama bu anlamlı bir alıştır; sonrasına bir katkı sunar, insanı geliştirir, somut dünyaya yeni anlamlar katar. Oysa telefonda, internette ve sosyal medyada geçirdiğimiz vakit, sınırlı sayıdaki nitelikli sayfalar hariç bir bulamaç. Ve asıl hırsızlık bu. Nasıl girdiğimizi anlamadığımız yaşlarımızın, doğum günü kutlamalarıyla, gülücük, öpücük, çiçek böcekle geçip gittiği yer.
Bugün uzaya giymekten daha önemli olan bir şey varsa bizler için o da gerçek dünyaya dönmek.
Elbette ki çağın gereklerini de yadsıyamazsın. Ancak sen ona değil o sana hizmet edecek. Soyut da olsa eşyanın mantığı bu çünkü.
Nitelikli basına sözüm yok. Sözünü ettiğim manşet bangırtısında habere tıkladığınızda aslında hiçbir şey söylemediğini gördüğünüz kof medya.
Emlakçılara gereksiz yere yüklenmişim gibi görülebilir. Ama nedense emlakçılar bana hep bir yığın güvercinin ortasında kuşyemi satan kişiler gibi gelirler. Güvercinler ara sıra yemcinin torbasına da uzatırlar başlarını; sattığı küçük külahları beklemeden. Evlerin kirasız olduğu bir hayat mümkün değil mi? İletişimin ücretsiz olduğu bir hayat mümkün değil mi? Herkesin sadece insan oluşundan dolayı temel ihtiyaçlarının karşılandığı, dahası için çalışmayı tercih ettiği bir yaşam mümkün değil mi?
İnternetten yaptığın bir arama yüzünden durmadan reklamlara maruz kalıyorsan bunun adı dijital reklam değil, sanal tacizdir. Giderek birbirlerini önemsemeyen insanların bir hınç alma biçimi olarak kabalaşması…
İnsanın beyni hiçbir çağda kendisine bu kadar yük olmamıştır. Çünkü durmadan veri girişi var. Paylaşılanları alımlıyoruz. Kaydediyoruz. Karşılık veriyoruz. Gerçek dünya kimlere kalıyor acaba? Bizler sadece virüs yüzünden değil yirmi yıldır sanal izolasyondayız. Önce kronik hastalıklar arttı. Şimdi bulaşıcı hastalıklar… İhmal ettiğimiz yanlarımızdan vuruluyoruz. Doğa bağrını yırta yırta bağırıyor; somuta dön! Gerçeğe dön…
Eğer iki kişi cep telefonu ile konuşuyorsa diğeri yalnız kalır. Eğer iki kişi sessiz sessiz yazışıyorsa diğeri daha da çok yalnız kalır. Şiddet olayları arttı çünkü sessizlik arttıkça şüphe, sinsilik, güvensizlik duyguları arttı. Gerçekte olmayan bir alanın (sanal) epey bir yer kaplaması şizofrenik bir toplum yarattı.