İnsanlık, kendi sonuna dair pek çok senaryo hazırlamakta ve hazırladığı senaryoları -isteyerek ya da istemeyerek- gerçeğe dönüştürmektedir. Dünya savaşlarının, salgın hastalıkların ve teknolojik gelişmelerin getirdiği felaketlerin neticesinde hala distopyaya savaş açıyor olmak ne kadar doğru? Yaratıldığımızdan bu yana yaşadığımız bu evren ya bir distopyadan ibaretse?
Nedir distopya?
İlk kez John S. Miller tarafından 1968’de kullanılan distopya “kötü, anormal” anlamına gelir. Onun için distopya, gerçekleşmesini dilerken çok dikkatli olmak gereken bir ütopya.[1] 19. yy’da “kötümser felsefe” Arthur Schopenhauer ile yükselmiş, I. ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra 18. yy’ın ütopik dünyası yerini distopyaya bırakmıştır. Totaliter rejimlerin bir sonucu olarak okunan distopyada insanlar “tek boyutlu”. Bunun sebebi ise insanları kolay yönetebilme arzusu.
Ne zaman başladı bu distopya?
Yasak meyveyi yemesiyle birlikte cennetten kovulan ilk insanlardan Havva ile Adem’in korku ve şaşkınlıklarıyla evreni tanımaya ve adlandırmaya başladıkları zaman dilimine bakıldığında ütopyaya dair hiçbir şeyin olmadığını söylemek mümkün olur mu? Buna şu açıdan bakalım. İdealize edilen cennet, oradan gidenin bir daha ulaşamayacağı yer olarak kalır. Bu nedenle mutluluğun tadının en çok alındığı yerden farklı bir âleme düşmenin cezası da elbette “dünya” denilen yer olacaktır. Bir ceza olarak “dünyaya geliş” korkutucu gözükmekle birlikte distopyanın ilk adımları olabilir. O zamandan bu zamana gelen insanoğlu yaşama kurallar getirerek sistematik şekilde varlığını sürdürmeyi planlamıştır. Ütopik bir mutluluğa benzeyen bir yaşamı hayal etmenizi istiyorum. Ne görüyorsunuz? Kötülüklerin kaldırıldığı bir refah dünya mı? İnsani olan bütün duyguların bastırılmasıyla mutluluk dayatmasının olduğu bir düzende mutluluktan söz edebilmek mümkün mü? Bu sorular Otomatik Portakal[2] kitabındaki Alex’in sorularını getiriyor aklıma: Tanrı’nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı’nın gözünde? [3]
Nasıl yayılıyor?
Nüfus sayısının artmasıyla birlikte ütopyaya ulaşabilme hayali de yavaş yavaş geri plana çekilmekte. Uzun binaların içerisinde 90 m2’lik alanlardaki -Türkiye bazında konuşuyorum- yaşamda sağlıklı olmaya -özellikle de akıl sağlığını korumaya- çalışmak… Elbette bu yazıda modern yaşamın bize baştan sona getirilerini sunabilmem mümkün değil lakin birkaç grafik ve istatistikle bu düşüncemi desteklemek istiyorum.
Share on PinterestFacebook’ta PaylaşShare on Twitter
Dünya Sağlık Örgütü, 7 Nisan 2017
Depresyondaki bu kadar artışın sebebi nedir? Bu sorunun cevaplandırılması keşke bir şeyleri düzeltme imkânı sağlayabilse fakat ne yazık ki tespit edilmesi, çözüm yollarının uygulanması kadar kolay olmayacaktır. Depresyonun özellikle de tabloda gösterildiği gibi genç nüfusta daha fazla görülmesinin en önemli iki nedeni “işsizlik” ve “sosyal medya mutluluğu”. Doyumsuzlukla sonuçlanan mutlu görünme çabası yerini derin bir depresyona bırakıyor. Dışlanmaktan korkan ve savrulmak yerine bir yere ait olmayı isteyen insan için ipleri sosyal medyanın ellerine vermenin büyük zararı işte burada başlıyor. Güzellik algılarının estetize edildiği günümüz çağında filtrelerle var oluyor, daha da ileri giderek bedenimizi elden geçiriyoruz. Obezite ile birlikte bulimia, anoreksiya nevroza gibi yeme bozukluklarının paralel şekilde artış göstermesine ne demeli peki? Her ne kadar zıt görünseler de ikisi de psikolojiye bağlı bir yeme bozukluğuna işaret ediyor. Hastalıkların artışı psikolojiye ve buna bağlı olarak bireyin yaşadığı çevreye bağlı. Genç neslin ölüm sebebinin ikinci nedeni olarak intiharın gözükmesi ise sizce de korkunç değil mi?
Share on PinterestFacebook’ta PaylaşShare on Twitter
Share on PinterestFacebook’ta PaylaşShare on Twitter
“2019 yılında Türkiye’de obezite diğer yıllara göre artış göstererek %21,1 olarak hesaplandı.”
Türkiye Sağlık Araştırması, 2019
Gelecekte insan nasıl olacak?
Dünyanın değişimi insanların mutasyonlarıyla sonuçlanacak gibi. Yıllar geçtikçe insanlığın psikolojik ve fiziki bakımdan daha kötüye gideceği bilim insanları tarafından söylenmekte. Bununla birlikte yeni kan gruplarının oluşması da muhtemel. Hayvanlardan Tanrılara Sapiens kitabının yazarı Noah Yuval Harari’nin kehanetlerine bakmak bu noktada anlamlı olacaktır.[4] Elbette gelecekte insanlar neye benzeyecek bilinmez fakat kesinlikle “ikinci insan” türünün varlığından söz ediyor olacağız. Başta da bahsettiğim gibi bu değişimin başta gelen faktörü teknoloji. Bir şirketin tarafından oluşturulan 2100 yılındaki örnek insan Mindy’i inceleyelim.[5]
Share on PinterestFacebook’ta PaylaşShare on Twitter
Share on PinterestFacebook’ta PaylaşShare on Twitter
Masa başında saatlerce çalışmanın ve telefon bağımlılığının neticesinde fiziksel bir evrim geçirmiş insan (!) karşınızda! Kitlenmiş boyun kasları ve boşluktayken bile hayali bir telefon tutan elleriyle, radyasyona duvar örerek beynini korumaya çalışan kalın kafatasıyla ve mavi ışığa maruz kalan gözlerinin üzerindeki ikinci göz kapağıyla Mindy ne kadar da “insan” (!) Distopyanın yalnızca ulaşılmaz bir kötülük senaryosu olduğunu söyleyenler olsa bile bunun ne kadar “ezbere bağlı” bir düşünce olduğu verdiğim örneklerle, aynı zamanda yaşadığımız çağ ile de kanıtlanıyor aslında. Aynı kişilerden “daha iyiye gitme” ya da “ütopyaya ulaşma” gayesi ne kadardır diye sorsam, cevabını alabilir miyim acaba?
“Ölümsüzlük = Mutsuz Sonsuz” mu?
Korku bizim hayatta kalmamızı sağlayan temel duygularımızdan biri. Bu nedenle insan doğası kötü düşünceleri benimsemeye daha meyilli. “Bir şeyi kırk kere düşünürsen olur” derler ya, biz de ne kadar kötüyü düşünürsek o kadar kötüye yaklaşıyoruz. Aslında günümüz dünyasından bakıldığında “beterin beteri var” derken şimdinin ve geleceğin distopyasını çizmiş olmuyor muyuz? Evet, kesinlikle bir “beter”in içindeyiz. Öyle ki korkularımız savaşçı yanımızı biraz daha ortaya çıkarıyor. Bu kişilerden biri de Ray Kurzweil -namı diğer “en büyük düşünce makinesi”-. Organik beslenmenin yanında her gün yaklaşık 250’ye yakın ilaç alan ve bedenini aralıklı şekilde laboratuvarda ilaçlayan bu insan (!) korku denen duygunun çağımızın en kanlı canlı örneği sanırım! Kurzweil’in ölümsüzlük teorisine olan inancı insanlığın belki de en büyük kâbusunu getirecek. Peki, insan beyni sonsuz bir hayatı kaldırabilir mi? Galloway bir romanında, Beynimiz dinlenemiyor; asıl problem bu. Beynimiz arkadaşımız değil der.[6] Yani bu durumda “tek boyutlu” insan biyolojik birtakım denemelerle insan “olamamanın” sükûneti içinde yaşayacak ve bu durum yalnızlığımızı unutmamıza neden olacaktır. Yani arkadaşımız artık derin bir yokluk olacak!
Distopya insanı “insan” olarak mı bırakır?
Çağımızın en büyük felaketlerinden biri olan Covid-19 ile ilgili bir gazetede her felaket bilimi, tıbbı geliştirmiş ama insan gene aynı kalmış diyor.[7] Gerçekten de insan aynı mı kalmış? Hastalık, savaş gibi büyük felaketlerin sonucunda insan hiçbir zaman aynı kalmamış, kendini yeni bir düzen içinde bulmuştur. Herhalde Mao dönemindeki Üç Yıllık Büyük Çin Kıtlığı bu konuya dair verebileceğim en iyi örneklerden biri olur. Tarımda daha fazla verim elde etmek için serçe, sıçan, karasinek, sivrisinek gibi canlıları yok etmeyi planlayan Mao’nun ekolojik sistemi bozmasıyla birlikte “Büyük Sıçrayış”ı elinde patladı. Halk köpek, fare, böcek, ağaç kabukları ve hatta çamur yemeye başladı. Mezarların içindeki cesetleri, hatta kendi çocuğunuzu yemek zorunda kaldığınızı bir kıtlık düşünün. Çin halkının beslenme şeklindeki farklılığın -hatta bir kültür haline geldiği- bu kıtlık sonucunda meydana geldiği aşikâr. Sahi, felaketlerden sonra insan başarabilmiş miydi aynı kalmayı?
Share on PinterestFacebook’ta PaylaşShare on Twitter
“Bir Serçe Öldür” sloganıyla başlayan süreçte yayımlanan afişler.
Görünen o ki doğduktan itibaren bir kaos içinde debelenen insan hep bir distopya içinde kalacak. Ütopyanın güzellikleri içinde sıkıntısı olmayan sonsuz bir dünyanın varlığı bu kadar tartışılmamıştır herhalde! Geleceğin anahtarı biz, henüz “ikinci insan”a geçmemiş olan doyumsuz ve meraklı “insan”da. Belki de hür şekilde düşünebilen, insani duygular tadabilen ve taze nefesler alabilen -Covid-19 maskeleri içinde aldığımız havadan bahsetmiyorum- son insanlardanızdır, kim bilir…
Sözlerimi Günday’dan bir alıntıyla sonlandırmak istiyorum: İlkellik yakında hepimiz için güzel bir anı olacak. Çok özleyeceğiz onu. Basitlikten tekrar doğacaktık oysa ve o kapıyı da kapatıyoruz. Üstüne de bütün insanlık oturuyor…[8]
KAYNAKÇA
[1] Michael. S. Roth, Trauma: A Dystopia of The Spirit. New York: Berghahn Books. 2005, s. 230.
[2]Anthony Burgess, Otomatik Portakal, İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2019, s. 86.
[3] Detaylı bilgi için bkz.: Marketing Türkiye, “İnsanlar gelecekte daha akıllı ama daha az merhametli ve daha az spiritüel olacak.”, Nexcmo, 1 Şubat 2019,.https://www.nexcmo.com/strateji/noah-yuval-harari-teknolojiyi-kontrol-eden-dunyayi-kontrol-eder/
[4] Detaylı bilgi ve diğer görseller için bkz.: Sophie Curtis, “Is this what people will look like in 2100? How tech could change the human body”, 25.06.2019, https://www.mirror.co.uk/tech/what-people-look-like-2100-17247189
[5] Gregory Galloway, Adam Strand’ın Otuz Dokuz Ölümü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015, s. 91.
[6] İrem Funda Çakmak, “Corona virüsten sonra hayatımızda neler değişecek?”, Milliyet, 2 Nisan 2021, https://www.milliyet.com.tr/corona-virusten-sonra-hayatimizda-neler-degisecek–molatik-14772/
[7] Hakan Günday, Kinyas ve Kayra, İstanbul: Doğan Kitap, 2020, s. 56.