Salgın ile birlikte iyice edilgenleştiğimiz şu günlerde sorulması gereken büyük sorular var. İnsanın tek bir birey olarak iyiliği hayatı değiştirebilir mi? Parazit filmindeki kaderini ona hediye edilen ağır bir taş gibi yanında taşıyan oğul, sistem içinde kurtuluş için, aç kalmamak için bir çare arıyor. Annesi, babası ve kız kardeşi için mücadele ediyor. Yanlış bir hayat doğru yaşanır mı? Oğul burada “hayır” diyenlerden. “Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz,” diyor ve büyük yanlışın içinde kendince her yanı hesaplı kitaplı hileli bir düzenek kuruyor. Ne var ki aynı düzeneğin başka türlüsüne rastlıyorlar ve bir yandan onların kandırmacasına kızarken bir yandan kendileriyle yüzleşiyorlar.
Kötüler kişiler değildir. Bu yüzden kişilere yönelik başlatılan mücadele tökezliyor. Bataklığı kurutmak yerine oradan beslenmeye çalışıyorlar; herkes için bir çözüm bulmak yerine kendi bireysel kurtuluşları için mücadele ediyorlar. Zenginler gibi yaşamak istiyorlar. Bunu yemek sahnesinde görüyoruz ama yine de yadırgatıcı bir şeyler var. Kendileri de seyirci ile birlikte yemek sahnesinde bunu hisseder gibi bir kriz yaratıyorlar (baba ile annenin kavgası) böylece ev sahiplerinin her an gelebileceğine dair oluşan gerginlik ve seyircinin yadırgadığı eğretilik ortadan kalkıyor. Çünkü yönetmenin seyirciyi şimdiye kadarki sinematografi ile yönlendirdiği şey bireysel kurtuluş değildi; sınıf mücadelesiydi ki bunu eski hizmetçinin gelişi ve sırrının ortaya çıkışı ile daha iyi anlıyoruz. Zamanlama muhteşem. Birden basit, içgüdüsel bir yaşam mücadelesi toplumsal boyut kazanıyor.
Eğer baştan temel sağlam atılmamışsa, her gün aynı hatalara yürür insanlar. Zenginlerin bodrumunda geçer bir ömür… Sanırım günümüz kapitalizminin vahşiliğini en iyi anlatan filmlerden biri. Tüm o cilalı hayatların sahne arkasını, bodrum katlarını…
Filmde sahneler ustaca sıralanmış. Harika bir sinematografisi var. Zengin bir bahçe partisi ve selin vurduğu yeraltı evlerinden kurtulup spor salonlarına doldurulan yoksulluk…
Yaşam mücadelesi içinde yoksulların dayanışması: Eğer aynı ekmeğin peşinden koşan sizler bir dayanışma içine girmezseniz birbirinizi öldürürsünüz. Yapmanız gereken sizi sömürenlere karşı birleşmek…
Çocuklarının gözü önünde kokusu yüzünden aşağılanan baba… Başkalarının özel hayatına maruz kaldıkları için kendi özel hayatlarına, mahremiyetlerine saldırılmış olan aile… Her iki taraf için de en düşündürücü sahnelerden biri… Sorunu temelden çözmek yerine bir tür hile ile kurnazlıkla birilerinin ekmeğini çalmaya kalkarak çözmeye çalıştığınızda birilerinin mahrem hayatlarına da maruz kalmayı göze almış oluyorsunuz… Ailenin içine düşürüldüğü utancın bir benzerini günlük yaşamımızda, nerden neyin geleceğini düşünmeden yayın yapan medya, sosyal medya vs… yüzünden çoğu zaman yaşıyoruz.
Komedi ekseninde başlıyor gibi görünen bir film… Yaklaştıkça derinlere indikçe gizli geçitler, hikâyeler, acılar, yoksulluklar, çıkıyor ortaya… Bir ölüm kalım mücadelesi… Parlak şehirlerin yeraltları… Zengin ama iyi olan kadın… Parası ile çalışanını istediği şekilde kullanabilme hakkını kendinde gören zengin adam…
İnsanlar ne zaman birbirine düşmüşse, bir ilişkiler yumağında düğüm olmuşsa bu temeldeki bir sorunu göremez hale gelmiş olmak yüzündendir. Ötekini görmeme… Kendi çıkarının peşinden koşma… Çocuğun korktuğu hayalet, “ötekinden” yoksullardan başkası değil…
İnsanlara istediklerini vermek… Kader dediğimiz şey bir strateji mi? Birilerinin tesadüf diye önümüze sürdükleri kendi küçük yaşayışlarımıza kapandığımız için fark etmediğimiz bilinçli aklın kurguladığı oyunlar mı? Sürekli bir manipülasyon içinde miyiz? Salgın gibi saran, yayılan bir ağ, şebeke, bodrum katında süren bir hayat… İkili hayat. Kendimizinkini biricik sanıyorken, aynısına sahip olan başkasını anlayabilmek… Aile nedir? Herkese iyilik etmek için mi varız, herkes bize iyilik mi etsin?
Çocuğun bahçeye çadır kurduğu (çocuğun Kızılderilileri benimsemiş olması da ötekileştirme, dışlama, aşağılama, kendi gibi olmayanı hor görme düşünüldüğünde oldukça manidar) koku üzerine konuşulan sahne bugün için çok şey söylüyor. Sanki orada adam, masanın altına gizlenmiş diğer ailenin babasını, kokusundan dolayı aşağılarken sözcüklerle yok ediyor. Tuhaf olan zengin adamın bir taraftan aşağılarken diğer taraftan da kendi rutin, sevgisiz, aşksız hayatlarını canlandırmak için o hayattan bir nesneyi arzu nesnesi olarak kullanması (arabadaki ucuz külot)… Ve onun hatırlatılması ile kızın içine düştüğü durum… Birinin işten atılmasına neden olan nesne canlanmış da şimdi kızdan intikam alıyor sanki…
Parazit, hiçe saydığımız, yok saydığımız hayatlar, Parazit yok sayma üzerine bir film. Dönüp bakmaya bile tenezzül etmediğimiz, yok saydığımız insanlara muhtaç olduğumuzda, değdiğimizde, yaşamlarımız kesiştiğinde onlara karşı gerçek tavırlarımızın ortaya çıktığı bir film.
Değme ve temas üzerine bir film. Birbirinden ayrı ırmaklar gibi parlak şehirlerin şebekelerinden akan nehirler… Biri temiz aksın diye diğeri durmadan kirlenen…
Kapitalist sistemin tüm cilasını artarda gösterdiği iki kare ile altüst eden bir film. Bahçede doğum günü partisi ve sular altında kalan yoksul evleri…
Hep birlikte yaşadığımız bir dünyadayız. Bireyselliğin ön plana çıktığı ve herkesin birbirinden köşe bucak kaçtığı bir hayat bir anda salgınla başlamadı. Kapitalist sistem bunu başlatmıştı zaten. Ben dediğimiz anda ölmeye başladık aslında. Ben, benim… Salgın bizlere bağlılıklarımızı bir kez daha hatırlattı. Hayatlarımıza “temaslı” sözcüğü girdi. Hepimiz birbirimizin yaşam temaslısıyız. Zincirin boş bir halkası yok. Bu yüzden ben derken hiçbir dönemde olmadığı kadar artık başkaları da demiş oluyoruz çünkü sorular tıpkı bir parazit gibi hayatlarımızı sarmış olan salgını çözmek üzerine; “en son kimlerle görüştün?” “Temas ettiğin başka kimse var mı?”… Ve bu sorulardan zenginler de muaf değil… Kokan da kokmayan da… Herkes dâhil. Fakirlerden gelen mikrop, fakirlerin asla yaklaşamayacağı mesafeleri hiçe saydı, herkese hiçbir ayrım gözetmeksizin ulaştı. Egomuzun yeraltı geçitlerini keşfetti. Yanlış bir hayatı doğru yaşamaya çalışanlar, yanlış bir hayatı yanlış yaşamaya çalışanlar, hepimizi nefesimizden tutup ortaya saçtı. Yeni bir yıl geliyor. Hiçbir yıl böyle yeni insanlar olmadık. 2021’e cevaplarımızla giriyoruz. Cilalı tarafta mı yer almak istiyoruz, yoksa herkesin eşit olduğu bir zemin mi?
Filmin başında arkadaşına işini ve sevdiğini emanet edip giden kişi unutuluyor. Vahşi yaşam mücadelesi en baştan birbirini hiçe sayma ile başlıyor. İnsanlar birbirlerini çok çabuk harcıyor. Silme eylemi yaygınlaştıkça, yerine başkasını koyma yaygınlaşıyor. Durmadan yeni birilerini, yerine koyacak yeni birilerini düşünen bir sistem içindeki insan oluşturulmuş durumda…
“Onlar zenginler fakat iyiler” diyor oğul, anne de “Zengin oldukları için iyiler” diyor. Yerine geçtiği hizmetçiyi, tam salon kapısında görülmek üzere iken tekme ile aşağı itmesi, kadına şeftali ile yapılan işkence, bunun için girişilen detaylı mücadele… Elimizde tepsi, yaşam bunca kötülükle, üzerinde dik durmaya çalıştığımız bir şey öyle mi? Mükemmel gidişatın perde arkası. Var edilmeye çalışılan zengin bir evin yetişmesi gereken akşam yemeği… Bahçe partisi sahnesinde şişin üstündeki etleri yemeye koşan köpek de filmin bütününü tamamlayan bir simge gibi. Yaşam mücadelesi devam ediyor.
Bir tür yerine geçmeler, birbirinin rollerini almalarla devam etmenin uç noktası da babanın zengin ev sahibi adamı öldürerek bodrumda yaşayan adamın yerine geçmesi oluyor. Bu sahne ile de çözümün sınıf mücadelesi olduğunu pekiştirir nitelikte. Ve aynı zamanda da şunu diyor; asıl sorunla mücadele etmek yerine birbirimizle mücadele edersek o zaman ancak birbirimizin yerine geçmiş oluruz, hiçbirimiz kurtulamayız.