in

Yağmur Uykusu

Ne zaman yağmur yağsa uykuya dalardı. Bebekliğinden beri böyleydi bu. Doktorlar bir çaresini bulamamıştı. Yağmur dindiğinde derhal uyanırdı. Gece uykuları gibi rüyalı bir uyku değildi; uzay kadar karanlık, derin, sessizdi. Meteorolojiyi yakından takip ederdi; hiç olmayacak bir yerde uyuyakalmak tehlikesi vardı. Yine de zaman zaman kafeteryalarda, sinemalarda, hatta arşınladığı sokağın ortasında uyuyakaldığı çok olmuştu. Aniden bastıran yağmur, hazırlık yapmasına, uygun bir yere sığınmasına imkân vermezdi. Yağmurun nasıl bir şey olduğunu televizyondan, filmlerden, resimlerden, kendisine anlatılanlardan biliyordu. Yağdığını hiç görmemişti. Yeryüzünde ona benzeyen başka biri var mı diye internetten uzun uzun araştırmış, sonunda hiç bulunmadığına kanaat getirmişti. ‘Yağmur Hastalığı’ diyordu rahatsızlığına. Yağmuru sevmiyor değildi, tam tersine yağışına uyanık gözlerle tanık olmayı her şeyden çok isterdi.

Aksi gibi yaşadığı kentte sık sık yağmur yağardı. Özel bir not defterine bu yağmurlarla sürelerini dikkatle kaydederdi. Zaman zaman daha kurak bir kente taşınmayı aklından geçirse de, oralarda yapayalnız kalmaktan deliler gibi korktuğu için bu düşüncesinden çabucak cayardı. Zaten artık hastalığına, tuhaflığına alışmıştı. Deneyim de kazanmıştı. Yağmura evi, işyeri dışında neredeyse hiç yakalanmıyordu. Yakın arkadaşları rahatsızlığını bilir, normal karşılardı. Bir çeşit epilepsi nöbeti gibi görürlerdi bu durumunu. Ufak tefek olduğundan, onu arabaya ya da bir taksiye taşıyıp evine götürmek pek de zor değildi.

Bazen ateşli bir sevişmenin ortasında uyuyakalırdı. Partnerlerine tahmin edilebilecek nedenlerle rahatsızlığından söz etmediğinden, sonradan epey başı ağrırdı tabii. Yağmur hastalığı iddiasına hiçbir kadın inanmazdı doğallıkla. Böyle bir şey duymamışlardı hayatları boyunca. Ayrıca hepsi de söz birliği etmişçesine, o güne dek işittikleri en saçma mazeret olduğunu ileri sürerlerdi bunun. O zaman onu evlerinden bağıra çağıra kovarlar ya da alelacele giyinip söylene söylene, omuz çantalarını öfkeyle sağa sola sallayarak giderlerdi. Bir daha da ne ararlar ne de bu garip adamın umutsuz aramalarına yanıt verirlerdi. Bir insanın düşen ilk yağmur damlasıyla derin bir uykuya dalması kesinlikle mümkün değildi. Daha ciddi, onulmaz, kendilerinden gizlenen bir hastalık söz konusuydu mutlaka.  İnsanı aptal yerine koymaktı bu resmen.

Zaman zaman kendini sakat gibi hissederdi. Hastalığının nedenlerini anlamaya çalışır, hiçbir sonuca varamazdı. Birkaç iddialı uyku uzmanıyla görüşmüşse de, garip bakışlardan, gevelemelerden fazlasını elde edememişti. Uzmanlar, ne yapsa doğruyu söylediğine inanmıyorlardı; bunu yüzüne karşı açıkça dillendirmeseler de, o öyle düşündüklerini hissedebiliyordu. Sonra, kendini onların yerine koyuyor, tavırlarının son derece doğal olduğuna hükmediyordu mecburen. Bu konuda ona yardım edebilecek kimse yoktu. Belki de böyle naif, özgün bir sakatlığa sahip olduğu için haline şükretmeliydi. Çok daha kötüsü de mümkündü. İyi-kötü otuz yaşına kadar gelmişti. Hastalığı, işini zaman zaman aksatsa da uzun vadede icra etmesine engel değildi; yuvarlanıp gidiyordu herkes kadar… Yabancılar, onun yağmur yüzünden uykuya daldığını anlayamıyorlardı tabii; umarsızca onu uyandırmaya çalışıyor, başaramazlarsa da hemen bir ambulans çağırıyorlardı. Kendini en yakın hastanede bulduğu çok olmuştu bu yüzden. Doktorlar, hemşireler neden bayılıp sonra nasıl ayıldığını kavrayamıyorlardı bir türlü. Yağmur uzun sürerse, başında toplanan insanların, sağlık görevlilerinin sayısında bir artış olurdu doğallıkla. Bazen de tam uyandıktan sonra yağmurun yeniden atıştırmaya başlamasıyla tekrar kendinden geçer, çevresindekilerin bu kez iki kat paniğe kapılmasına sebebiyet verirdi. Alışmıştı artık böyle şeylere, umursamıyordu. Nasıl olsa inanmayacaklarından, bu yabancılara hastalığından hiç söz etmezdi.  Onların hatalı, saçma tahmin ve teşhislerini sabırla, kafasını hızla sallayarak dinler, sonra da çekip giderdi; eve varana dek yağmur yağmaması için dua ederdi bir yandan da.

Derken günün birinde adeta bir mucize gerçekleşti ve iyileşti. Mutfakta tek başına oturmuş, akşamdan kalma soğuk peynirli makarnadan ibaret öğle yemeğini gönülsüzce yerken müthiş bir gök gürültüsüyle yerinden sıçradı. Önce alışkanlıkla hemen gidip yatağına uzanmayı düşündüyse de, belki yağışın ilk bir iki saniyesini yakalarım umuduyla balkona çıkıp rahat bir sandalyeye oturdu. İri yağmur damlaları gözünün önünde kaldırıma, bahçeye, yola, arabaların, palmiye ağaçlarının, kedilerin üzerine tıpır tıpır düşmeye başladı; ardından yağmur iyice hızlandı; hava da karardı. Zevkten başı dönmeye başlamıştı artık. Hayatının en heyecan verici ânıydı bu kuşkusuz. Birden bir çığlık attı; yağmur yağmur! diye, aklını kaçırmış gibi bağırmaya başladı ardından var gücüyle. Heyecanlandı; ilk kez tanık oluyordu böyle müthiş bir manzaraya. Dolayısıyla balkondan izlemekle yetinemezdi kesinlikle. Üzerindeki her şeyi bir çırpıda çıkarıp attı. Sokağa fırladı. Koşmaya başladı. Bir yandan da yağmurun uzun sürmesi, hatta hızını hiç kesmemesi için yalvarıyordu, aslında varlığına hiçbir zaman inanmadığı Tanrı’ya. Bu halde sonsuza dek koşabilir, hiç yorulmazmış gibi hissediyordu. Sokakta neredeyse hiç yaya yoktu. Yalnız arabalarındaki, otobüslerdeki insanlar ona tuhaf tuhaf bakıyor, kimi de açık açık gülümsüyordu. Özellikle çocuklar çok eğlenceli bulmuştu bu deliyi. Gerçi onlar, adamın deli olduğunu akıllarının köşesinden bile geçirmemişler, ancak ebeveynleri tarafından böyle düşünmeye sonradan sevk edilmişlerdi. Yoksa onlara kalsa, derhal kendileri de soyunup eşlik ederlerdi bu çılgın yetişkine. Yağmur bir mucizeydi, yağmurun altında çırılçıplak bağıra çağıra koşmak kesinlikle harika fikirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Felaket

Çiçeğimin Hikâyesi