“Getir bi mutluluk, mutluluğu paylaş, mutluluğa kapak aç “hemen hemen her gün duyduğumuz onlarca mutluluk temalı reklam sloganlarından bazıları. Bu duygu, yalnızca gıda firmalarının değil pazarlamanın ve reklamın hüküm sürdüğü insana hitap eden onlarca tüketim aracının malzemesi olmuş durumda. Tüketme ile ilişkilendirilmiş bir mutluluk anlayışı modern insanın kapitalist yaşam kültüründe çoktan yerini almışken, uzun zamandır bu anlayışa farklı bir boyut kazandırıldı.
Her gün hayatın içindeki birçok kanaldan ne ile ve nasıl mutlu olunacağını ifade eden onlarca mesajla insan için tek bir varoluş biçimi, tek bir duygu durum idealize edilir hale geldi: mutlu olmak. Mutlu olmayı bir kural ve norm haline getiren bu anlayışın oluşmasında; bilimsellikten uzak, içeriksiz onlarca kişisel gelişim kitabının da payı olduğunu unutmamak gerek. Oysa ne hayatın gerçekliği ne de insanın doğası böyle bir tekdüze oluşa indirgenebilecek yapıdadır. Olumlu olumsuz tüm yönleriyle geniş bir duygu çeşitliliğinin taşıyıcısıdır insan.
MUTSUZLUĞA DAVET
Modern insanının hayatı için artık bir propagandaya dönüşen tüm mutluluk dayatmalarına cesurca bir eleştiride bulunan Wilhelm Schmid “Mutsuz Olmak “kitabı ile mutluluğa yönelik bakış açılarını ters yüz edecek bir yüreklendirme sunuyor bizlere.1953 yılında Almanya’da doğan Schmid; Berlin, Paris, Tübingen şehirlerinde felsefe eğitimi aldı. Kısa bir dönem Zürih’teki bir hastanede hastalara felsefe ile manevi destek çalışmalarında bulundu. Halen Erfurt Üniverstesi’nde felsefe dersleri vermekte. Geniş bir okur kitlesine sahip yazarın kitapları on sekiz dile çevrilmiş durumda. “Mutsuz Olmak “,İletişim Yayınlarından çıkmış sekiz kitabından biri ve ilk baskısını 2014 yılında yapmış. Mutluluk ve mutsuzluk kavramlarını sorgulatacak on bölümden oluşan doksan iki sayfalık bu kısa anlatısında Schmid, mutluluğu başka hiç bir karşı duyguya yer vermeyecek biçimde istemenin tehlikelerini vurguluyor.
Daimi bir hoşnutluk hissine yönelik asıl bu çabaların mutsuzluğa gidecek adımları oluşturduğunu belirten yazara göre mutluluk tribine girmiş onlarca insan yaratılan bu “hoşnutluk ideolojisi”nin mağduru. Hoşnutluğun ve kendinden hoşnutluğun her türlü gelişmeye sekte vuracağını düşünen Schmid; bilim, sanat, felsefe gibi alanlarda tarihi ilerlemelerin yaratıcıları olan kişilerin hoşnutsuzluklarıyla neleri keşfettiklerini sunarak bu tezini destekliyor.
Üzerinde durduğu kavramlardan biri de “pozitif düşünmek”. Her ne kadar pozitif düşünmenin olumlu yanlarının varlığını kabul etse de pozitif düşünmenin sadece pozitif olanı görme isteğine dönüşmesinin bir sorun halini alacağını vurguluyor. Salt pozitif düşünmenin; tehlikeleri görmenin, duyarlılığın, yerinde eleştirinin, hatta öğrenmenin önünde engeller yaratabileceğini de ekliyor. Ele aldığı en kritik sorulardan biri de şu: Onca değişiklikten sonra mutsuzluktan yine de kaçılamıyorsa ve ara ara hayatın bir parçası ise o zaman ne yapacağız? Ona göre mutsuzluğu azaltmanın en önemli yollarından biri önce onun var olma hakkını tanımak. Hayatın kutupsallığıyla, zıtlıklarıyla birlikte var olduğunu kabul etmek. Çünkü belirttiği üzere yaşama sanatı; hayatın her iki yanı ile de pozitif geçinebilmeyi gerektirmekte.
GERÇEK HASTA
Schmid, kitabın ilerleyen bölümlerinde insan var oluşunun tarz ve biçimlerinden biri olarak değerlendirdiği melankoliyi, çağın en önemli hastalıklarından biri olan depresyonu ve ikisi arasında yer alan gri bölgeyi irdeliyor. Mutsuz olmayı hastalık olarak gören bakış açısını sorguluyor. Zamanla daha fazla insanın yaşadığı anlam yoksunluğuna da değinen yazar, mutsuz olmayı anlam üzerine düşünmenin önemli araçlarından biri olarak değerlendiriyor. Yaşam yolculuğunda insanın hayatına yeniden yön verebilmesinin, kendisinde ve çevresinde yanlışın ne olduğunu fark etmesi ve yeniden gücünü kazandığında hangi doğruları yaratabileceğini görmesine olanak sağlayan bu nedenle yaşanması ve deneyimlenmesi gereken bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu noktada da mutsuzluğa hiç nefes aldırmayan anlayışı eleştirerek gerçekte hasta olanın kim olduğu sorusunu önümüze koyuyor.
“İnsanın varoluşunun bütün cepheleri anlam arayışının araçlarına dönüşebilirler. Mutluluk anları da bu araçları sağlayabilir, fakat anlam o anların çok ötesine uzanır.” diyerek mutlu olmaktan ziyade anlamın önemine ve gücüne odaklanan yazar insanın sahip olduğu anlam kaynaklarına da çeşitli örnekler sunuyor.
MUTSUZLUĞU CESARETLENDİRENLER
Diğer yandan insanlığın gerek çevresel gerek mali çeşitli küresel krizlerle çevrelendiği bir dünya düzeninde, olumlu düşünmekte ısrarcı olan bakış açısının veya insanların mutsuzluktan kaçarak iç dünyalarına odaklanma eğiliminin her ne kadar yaşamsal bir refleks olarak kabul edilebileceğini ifade etse de bunun işe yaramayacağını aksine bu durumun gelecekte yaşanacak daha büyük bir melankolik çağın temellerini atığını ifade ediyor. Çünkü giderek daha fazla insanın anlam açlığı yaşayarak melankoliye kapılması söz konusu. Ona göre geleceğin melankolisi dünyanın gidişatındaki tehditkar durumu anlamada, fark etmede ve yeniden anlam yaratmada bir başlangıç noktası yaratabilir.
Schmid:
“… Buraya giden yolda isyan ve devrimlerin olmasından korkmalı veya bunları ummalı mı? Melankoliklerin meyli bu yönde değildir. Onların güçlü yanı duyarlılıkları, anlamı ve onun yokluğunu hissetmeleridir, onların topluma armağanları budur. Duyarlılık hala kurtuluş vaat eden insan istidadıdır. Mutsuzlar bir tehlikeyi, bir yanlışı, bir adaletsizliği mutlulardan çok daha çabuk fark ederler. Bir çoğu sorun yüklü bir insanı kendi olumlu dünya görüşüne bir engel olarak gören iyimserlerden ziyade melankolikler duygudaşlığa yatkındır: Mutsuzluğu cesaretlendirirler.” diyerek bu cesaretin nelere kapı açabileceğinin ipuçlarını veriyor.
Mutsuzluktan korkmamak, onun getirdikleriyle yüzleşebilmek ve onunla baş edebilmek hayatımızı ve kişiliğimizi güçlendirecek adımlardan biri. Sahip olduğumuz tüm değerler zıddıyla anlam kazanıyor ve onların varlığıyla kıymetli hale gelirken Wilhelm Schmid neden mutsuzluğa kucak açmamız gerektiğinin daha fazlasını cesur bir eleştiri örneği olan “Mutsuz Olmak” ile ortaya koyuyor.