in

Var bir şey

Domino etkisi yaratan olaylar silsilesi

1. Bi’ ses var

O zamanlar bir televizyonum vardı. Durmayan zihnimi en azından yemek yerken durdurmak için televizyonu açıyor, hangi futbol karşılaşması varsa izliyordum. O gün yine eve yalnız dönmüştüm. “Yemek yerim, çıkarım” diyordum içimden. Bir sehpa buldum ve üzerine yiyecek birşeyler koydum. Televizyonun karşısına geçip bir futbol karşılaşması buldum. Güzel, şimdi yiyebilirim işte. Şimdi, ne yediğim yemekle diyalog kurmam gerekir, ne izlediğim “şeyi” izleme nedenim önemlidir ne de başka bir şey. Bak, nasıl da kuyruk kuyruğa bir döngü söz konusu. Birinden kaçıp diğerine, ondan kaçıp öncekine; yemek, zihin, televizyon üçgeninde bir paslaşma. Yemek bitene kadar idare etsin diye kurulmuş bir sonsuz döngü. Öyle mi, öyleyse devam…

Herneyse, yemeğimi yerken futbol karşılaşmasını da izliyorum bir yandan. Yemekle futbol karşılaşması arasında bir yerdeydim ki, “bi’ ses var” dedi karşılaşmanın sunucusu. Bazı zamanlar anlamsızdır, daha doğrusu siz anlamlandıramazsınız, yapamazsınız yani, olmaz işte, bir türlü bir anlam oluşmaz aklınızda. Ben de öyle bir boşluğa düştüm o an: “Bi’ ses var!”

Neydi bu? Neden böyle bir cümle kurardı ki bir sunucu, bir futbol karşılaşmasında? Zira zaten çok ses vardı, her yerden bir ses gelmekteydi ve “bi’ ses var” cümlesini kurduracak tek başına var olmuş ve diğerlerinin arasından sıyrılıp gelen bir ses olması mümkün müdür bir futbol karşılaşmasında?

Lanet olsun dostum, bu sadece bir futbol karşılaşması, hadi ama? Nedir senin derdin? Günümü berbat etmek adına mı yapıyorsun bunu?

Zihnim durdu o an ama. Bak, bunu yakaladım, net yakaladım. İflas etti. Açık iflas etti. Doğrusal çalışan bir bilgisayar yazılımın bir satıra gelip durması gibiydi adeta. “Oh be” dedim içimden. “Bir yerde durabiliyorsa, her yerde durabilir!”

Bi’ ses var, yeniden.

Yeniden söyledi; “bi’ ses var”, hem de bu sefer daha coşkulu. “Hey dostum lanet olsun ha? Gidip şu sesin nereden geldiğini bul o halde” dedim içimden. Yine de anlamsızlık sürüyordu, zihin zaten iflas bayrağını çekmişti. O halde tek bir şey kalıyordu yapacak; sunucunun ses hakkında bir şeyler yapması.

Bir an yakasına sarılıp “senin canına ot tıkarım dostum?!” demek geçti içimden. Çünkü lanet herif coşkusu artan bir halde “bi’ ses var” demeye devam ediyordu. “Eeeeh? Ne sesiymiş bu be?” diye bağırdım evin içinde. Sonra eşyalardan özür diledim, sembolik. Sunucu devam etti; “bi’ ses var, diyego bi’ ses vaaar, şuuuuut, top dışarıdaaaa…”

Baktım ki, takımın birinde “Biseswar” soyadını taşıyan bir futbolcu var.

Ciddi ciddi var.

2. Something happened

Endüstri için önemli bir yazılımın tanıtımındayım. Yazılım sürümü 3.1’den 4.0’a yükseldi ve ben bugün 4.0’ı tanıtacağım. Ancak, talihsiz bir şekilde, tanıtımdan (aslında eğitimden) bir saat önce geçti elime yeni sürüm. Eğitim salonunda yirmi katılımcı var ve başlamamıza bir saat kala risk alıp yeni yazılımı kuruyorum. Bir saat sonra anlatmaya başlayacağım yeni sürümü.

Endüstriyel olsun ya da olmasın, tüm yazılımlar açıklar bulundurur ve yazılımın majör güncellemeleri daima en riskli güncellemelerdir. Arayüzler değişir, algoritma geliştirme araçları değişir, araç kutuları değişir ve büyük ihtimalle ilk riski, yazılımı ilk kuran olarak siz alıyorsunuzdur. Minör güncellemeler ise bazı açıkları kapatmak içindir ve genellikle “yama” adıyla anılırlar.

Eğitim salonunda yirmi kişi var ve yazılımı kurmaya başlıyorum. Projeksiyon cihazıyla da yansıttım kurulumu, çünkü kurulum da sevdaya dahil. Şimdi herkes merakla yeni sürümün kurulumunu beklerken, çeşitli araçlar yüklenmeye başladı bile. Bende ise gizleyebildiğimi düşünmediğim bir gerginlik söz konusu. Güvenmiyorum zira, yeni sürüm her daim bir güvensizlik unsurudur benim için. Çökme, göçme ve diğer hatalar giderilmemiştir, zamanla geribildirimlerle düzeltilecektir. O nedenle, eğitimi verebileceğimden bile şüpheliyim.

Yaklaşık bir saatin sonunda yazılım kurulumu %100’e ulaşıyor. Ekrandaki kurulum penceresinin sağlıklık bir şekilde kapanması bekliyoruz, cümlemiz. Beklediğim gerçekleşiyor ve bir ileti penceresi çıkıyor. Yazılımların kurulumları tamamlandığında “Installation Complated”  (yazılım kurulumu tamamlandı) gibi pencerelerle kurulumun tamamlandığına dair bir ileti alırsınız.

İnsan, farkında olmadan ya da olarak, varlık dünyasını şekillendirir. Ortaya çıkarır, değiştirir, büker, eğer, var eder. Düşünce, maddiyata geçmenin ilk koşuludur. Her düşünce, maddi varlık olarak ortaya çıkacak bir varoluşun mimari temelidir. Farkındalık seviyeniz ne denli derinse, bu kurama o denli hakim olursunuz. Ancak, farkındalığınız sıradansa, varoluş silsilesindeki rolünüzü zihniniz, kuruntularınız, zanlarınız ve korkularınız ele geçirir. İnsanın var ettiği, bir anlamda onun gerçeklikle olan bağındaki ustalığıdır.

Fatal Error

Kurulum tamamlandı ve ekranda bir pencere belirdi. Pencerenin konusu : Fatal Error! (ölümcül hata) idi. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Yirmi kişi beni izliyordu. Yirmi aç kurt, “hey dostum, bu da ne şimdi?” der gibi gözlerimin içine bakıyordu. Çünkü yazılım kurulumu sonunda, kurulumun sağlıklı olduğuna dair bir ileti yerine, kurulumun ölümcül bir hatayla sonuçlandığını söyleyen bir pencere belirmişti. Her şey bitmişti. Şimdi bu kurulum hatasını bulmam için saatlerimi vermem gerekiyordu. Dahası, bunu eğitime gelen katılımcıların önünde başarmalıydım. Günüm berbat olmuştu.

İleti konusu

Fakat garip bir şey oldu. Açılan pencerenin konusu “Fatal Error” olmasına “Fatal Error”dü. Fakat altında bir açıklama bulunuyordu: “Installation successful!”

Anladım, hemen anladım. Yazılım yaptığım için yazılımcının nerede hata yaptığını anladım. Kurulum başarılı bir şekilde bitmişti ancak mesaj penceresi iletisi yanlış konumlandırılmıştı. Anlayacağınız, bu yalnızca bir ileti başlığı sorunuydu, metin yanlışlığı.

Eğitimi tamamladım. Fakat o an, o kısacık bir an, mesajın belirdiği o an, bir saniyede üç kilo nasıl ter attığımı ben bilirim.

3. Bir şey oldu

Başka bir zamanda, kendi uğraşlarımdan birindeyim. Yanılmıyorsam bir ses düzenleme yazılımıydı. Yazılımın kaynak kodu kapalıydı fakat yazılım ücretsizdi. Bu nedenle, evde yaptığım müzik kayıtlarında kullanmaya karar kıldım ve kuruluma başladım. Bir süre sağlıklı bir şekilde ilerledi kurulum, hatta sona doğru bütün kütüphaneleri yükledi ve neredeyse tamamlandı.

Ben de bekliyorum, kanal kayıt yapacağım bir yazılım daha olacaktı elimde, ne hoş. Fakat yazılım %100 kurulum oranını gösterdikten hemen sonra bir pencere açtı. Pencerede ne bir başlık vardı ne de bir ünlem işareti, yalnızca bir cümle: “Something happened”. Yalnızca bu. Bu kadar. Türkçesi,  gayet hoş bir cümleydi: “Bir şey oldu”

İyi de, ne oldu? İnsan bakmaz mı? Bir hata numarası, hata nedeni, hata çıktısı falan? Hiçbir şey yok, yalnızca bir cümle: “Bir şey oldu”.

Bu iletinin doğasını düşündüğünüzde, şöyle bir alt metne ulaşırsınız: Bu kodu yazan yazılımcı, belli kurulum hataları için hata tanımlamaları yapmış, bir yerden sonra ya canı sıkılmış ve hata indekslemeyi bırakmış, ya da gerçekten olası diğer nedenleri görmezden gelip yalnızca “bu olursa, bir şey olmuştur” gibi genel bir çıktı üretmişti. Yani, kendi de bilmiyordu ne olduğunu, bakmamıştı, dahası, bakmak istememişti!

Öyledir, bir yere kadar kullanıcının işine yarayacak hata çıktıları üretirsiniz, sonra bakarsınız ki ihtimallerin çokluğu sizi zorluyor, “diğer ihtimaller” için genel bir çıktı üretir ve kullanıcının çözümü sizinle bulmasını önerirsiniz. Kullanıcı, kod açık olmadığı için bir şey yapamaz, açık kaynak kodu bu nedenle değerlidir, değiştirmenize izin verir, hata ayıklama şansınız vardır. Oysa ki kapalı kod, yalnızca yazanın elinde bulunduğu için, geliştirilmesi yalnızca yazılımı yapana kalır.

Bir şey oldu! İyi de, “ne oldu?”. Denizin dibinde karanlıklar gibisin…

4. Something is missing

Bu sefer, açık kaynak kodlu bir yazılımla uğraşıyorum. Genellikle eğilimim açık kaynak kodlu yazılım kullanmaya yöneliktir. Zira koda müdahale edebilir ve hata ayıklama yapabilirsiniz. Dahası, ücretsiz olanlar (ki çoğu ücretsizdir ya da küçük bir donate/bağış karşılığı dağıtılırlar) kolayca kişiselleştirilebilir ve dağıtımları serbesttir.

Yazılımın ne olduğunu hatırlamıyorum. Sanırım bir endüstriyel haberleşme arayüzü idi. İşim gereği cihazlar arasında haberleşmeleri izlemem gerekmekte. Yazılım %100’e doğru yol alırken, içimde kötü bir his var. E öyleyse, başıma gelecekleri biliyorum.

Düşüncenin maddeyi var etmesi gibi bir gerçek, tersine de çalışmaktadır. 2000 yılında İsrail’de bir grup hasta üzerinde yapılan deneyi hatırlıyorum. Bir doktor, “şifacılığı” kanıtlamak için bir grup hasta üzerinde şifacılardan oluşan bir ekiple çalışmıştı. 100 kişilik hasta grubu 50-50 olarak ikiye bölünmüş ve bir grup kontrol grubu olarak tutulmuştu. Deneysel faaliyetlerde kontrol grubunun anlamı, hiçbir etkiye maruz bırakılmadan, olağan gidişatta bırakılacak gruptur. Yani kontrol grubu, olağan klinik tedaviye dahildi, şifacılarla karşılaşmayacaklardı.

Deney başlıyor

Doktor, seçilmiş olan gruptaki hastaların isimlerini şifacılara verdi. Bu elli hasta, şifacıların “uzaktan” şifa niyetlerine maruz kalacaklardı, şifacılar bu elli hastayı görmeden iyileştirme niyeti göndereceklerdi. Deney başladı. Yaklaşık üç aylık deney soncunda, şifa niyeti gönderilen elli kişiyle kontrol grubunu oluşturan elli kişinin klinik tabloları karşılaştırıldı. Şifa niyeti alan hastalar bariz bir iyileşme ivmesi gösteriyorlardı. Kontrol grubuna göre %40 daha iyi sonuçlar alınmıştı. Yani şifa niyeti alan hastalar daha hızlı iyileşiyor ve klinik tedaviden çok saha hızlı çıkıyorlardı.

Düzeltme

Düzeltelim, sandığınız gibi değil. İki hasta grubu da, 1996 yılında hastanede buluyorlardı. Şifacılar ise (yani deney) 2000 yılında yapılmıştı. Gelecek geçmişi belirliyordu.

Ben de, zaten kurulumunda sorun çıkmış bir yazılım kurduğumu bilir gibiydim. Tabii olan oldu; ekranda, konusu “Kurulum tamamlanamadı” başlıklı bir mesaj penceresi belirdi. Okudum: “Something is missing”

Bu da, belli ki ihtiyacı olan bir kütüphaneyi bulamamış bir yazılımın yardım çağrısıydı. Yazılımcının ne demeye çalıştığını düşündüm, “bir şey eksik”. İyi de, nereden bilebilirim ben dostum neyi eksik olduğunu? Mesaja bakar mısın? Bir şey eksik!

5. Var bir şey

Bu, üç yıl öncenin hikayesi. Üç kişi, Beşiktaş’ta oturuyoruz. Biri beni tanıyor. Diğeri, beni tanıyanı tanıyor, beni tanımaya çalışıyor. Birkaç paslaşmadan sonra konu açık verdi. Önce, ilişkilerden bahsedildi, her insanın bahsetmesi muhtemel olandan…

İlişkilerin içinde, genellikle diğeridir konuşulan. Diğeri, sıfatları, fiilleri ve zatı. Konu nedense diğerinin aynalığına getirilmez, özün diğerinde gördüğü pek değerli değildir o konuşmalarda. Ben getiririm. Ben yalnızca öze getiririm. Zira özden oluşur varoluş, özde gerçeklenir, özdedir ne varsa. Oysa insanlar günler boyunca hiç soru sormadan durur.

Bir süre sonra, yaşadığı ilişkilerde ortak bir nokta, benzer bir tekrar yakaladım. Oradan girdim ve öze doğru bakma şansı bulduk. Sonra top bana geçti. Biliyorum, bu bir futbol maçından çok daha fazlasıdır, oysa insanlar aylar boyunca hiç soru sormadan durur.

Her ilişkide kendine dair bir şey vardır insanın. Dahası, karşıda gördüğün, senin aynandır. Sende olmayan bir şeyi görme şansın yoktur aynada. Fakat insanlar yıllar boyunca hiç soru sormadan durur.

Gecenin sonuna doğru, yeni tanıştığım kişi, diğeri ile olan ilgisini kesmiş ve insanların yaşadığı bu olaylar silsilesine bakmaya başlamıştı. Üzerine düşünmektense, hissettiği şeyi söyledi: Var bir şey…

Haklıydı. İlişkiler özelinde ne yakalarsak yakalayalım, bizi bize gösteren, kuralları olan, fakat bir türlü tam olarak kavrayamadığımız o yalın gerçeklik, işte o, var bir şey olarak ifade buluyordu sözlerimizde…

Herşey ve hiçbir şey

İlk sevgilim, bana dair kurmuştu bu cümleyi. Etkileyiciliğini hala korur cümle. Zira, insanın varoluşuna dair söylenecek sonsuz sayıda cümle varken, her daim söylemek istediğimiz en güzel söz, henüz söylemediğimiz söz olarak kalacaktır.

Televizyonda aklımı alan bisesvar, kurulumlarıyla beni benden alan yazılımlar, eksik bir şey olduğunu sezinleyen arkadaşlar…

Gerçekliğe bir adım mesafede duran insan, sezgilerine (kalbine) güvenip o adımı attığında, kendi kurduğu görece güvenlikli ruh ortamından çıkıp kendini fırtınalara bıraktığında, savrulup kavrulduğunda, kendi gerçeğine ulaşmak için yola çıkmış ve bir fırsatı değerlendirmiş olmakta. O adımı atmayanlar için söz yoktur. Söz, gerçeği kavramaya dair adımı cesaretiyle atanlar içindir.

Hep bir şey eksiktir, insanoğlu. Eksiklik, kendi özündedir.

Hep “bir şey var”dır. Ayağa kalkıp adım atanlar içinse, “yol” vardır.

“Yaşadım” demek için, yola çıkmak gerektir. Öteki türlüsü; sürüklenmedir…

Yol, insanın kendine gidendir.

Selam olsun, yoldakilere…

Sağlıcakla…

Yazan baran

3 Yorum

Cevap Yazın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Çiçeğimin Hikâyesi

Düşüncesi Kilise Duvarlarını Aşan Feminist Bir ‘Rahibe’: Juana Inés De La Cruz