Sabah uyandı, saat dörttü. Yaklaşık üç aydır her sabah dörtte uyanıyordu. İlk günler tekrar uyumaya çalışmış, yatakta bir o yana bir bu yana dönerken telefonuyla bir iki alışveriş yapmış, tekrar uyuma ihtimaline karşılık gözlerini kapayarak yatakta kalmıştı. Sabahları erken uyandığından iş yerinde uykusu geliyor, yoruluyor, eve döndüğünde de bir şeyler atıştırıp, gündüz tamamlayamadığı işleri yetiştirmeye çalışırken de yine uyuyakalıyordu. İlerleyen günlerde döngüyü kırmadığı için sabahları daha da erken uyanmaya başlamıştı.
Üç dört haftanın sonunda gözleri dalları çiçek dolu nar ağacı kadar kızarmıştı. Sabahları araba kullanmakta güçlük çekiyor, günün ilk toplantılarında dikkatini toplayamıyordu. Öğle araları genelde dışarı çıkmazdı, masasında bir yandan yazdıkları oyunun simülasyonunu denerken bir yandan da yanında getirdiği yemeklerden tırtıklardı. Son zamanlarda simülasyonun sadece introsunu izleyebiliyor, salatadan bir çatal alıp asistanı onu merak edip odaya girene kadar da rüya alemine dalmış oluyordu.
“Yine uyuyakalmışsın Aslı” dedi Bora ve devam etti. “Rüya Hanım yarın ofise gelecek, sanırım oyunu satın alacak firmaya verilmek üzere bir sunum isteyecekmiş. Bir doktora görünüp uyku ilacı falan mı alsan acaba?”
Aslı sadece ağzından akan salyalarını silmekle yetindi. Salatasının bir kısmı saçına bulaşmış, bir kısmı da yere dökülmüştü. Ayağa kalktı, sabah gelirken kotunun içine soktuğu çizgili gömleğini düzeltti, saçlarını topladı. Gün yeni başlar gibi odanın camını açtı. “Bana şekersiz sütsüz bir kahve yapabilir misin?” dedi sadece. Ortalığı toplarken açtığı şarkıyla beraber o da mırıldandı. ‘Uzunlar yanıyor arabamızda/Bu ışık hepimize fazla/Geceyi böler.’
Kahvesini içip işe koyuldu, oyunun son kontrolleri kalmıştı, kontrol ekranları gibi kısımlara çalışacaktı. Sonra sunum, pazarlama, son düzeltmeler kalıyordu ki, onlar işin en keyifli kısmıydı. İşini bitirdiğinde geç vakit olmasına rağmen annesini aradı ve randevu istedi. Annesinin sevgilisi Hakan ünlü bir psikiyatristti ve artık bu uykusuzluk canına tak etmişti.
Altı ay önce sırtındaki skolyoz tedavisi için havuza gittiği günlerden birinde havuzun suyu bir anda çekilmeye başlayınca içerideki akıntının etkisiyle az kalsın boğuluyordu. Dengesini yitirdiği için panikle kendini suyun üstüne çekememişti. Her ne kadar Aslı’nın doğumuna Hakan’ın bir etkisi olmamış olsa da o gün annesiyle beraber orada oldukları için ölümüne bir etkisi olmuştu, daha doğrusu ölmemesine. Normal şartlarda minnet duyması gerekirken sadece kendisini borçlu hissediyordu. Bu ağır bir histi; bir de üstüne uykusuzluk meselesini açıp, annesiyle kendisini sanki ona yamanmış gibi göstermek istemiyordu ancak en kısa sürede ilaç alabileceği tek doktor da oydu.
Tüm olanları anlatmaya başladı. Hakan havuzda yaşadıklarının onu etkilemiş olduğunu öngörüyordu, rahatlaması ve en azından ilk günler rahat uyuması için hemen bir ilaç verebildi. Muayenehanenin üst katında oturmasına rağmen annesini görmeden fırlayıp çıkmıştı Aslı. Tek istediği yarınki toplantısını bir sonraki güne öteleyip, ilaçları almak ve derin bir uyku çekmekti. Eczaneye yürürken Bora’ya mesaj bırakıp toplantıyı ötelemesini söyledi. Daha sonra annesini aradı, iyi olup olmadığını sordu. Kendi borcunu annesinin ödemesi en korktuğu şeydi. Annesi iyiydi, hatta akşam arkadaşlarını ağırlayacaklarından hazırlık yapıyordu. Annesi, babasının beklenmeyen ölümünden sonra mutluydu, en azından usta bir biçimde öyle görünüyordu.
Aslı eczaneye yakın otoparktaki arabasına atladı ve eve doğru yola çıktı. Yol üstündeki restorandan telefonda sipariş verdiği yemekleri aldı. Arabayı park edip, apartmanın otoparkından asansöre bindi ve ilacın etkisinin anca kendini göstereceğini düşünerek bir tane attı ağzına. On ikiye bastı, yedinci kattayken telefonu çaldı. Arayan Hakan’dı. Annesinin iyi hissetmediğini söylüyordu, geri dönmesinin mümkün olup olmadığını soruyordu bir de. Aslı o sırada asansördeki bütün tuşlara bastığından alarm çalmış ve asansör durmuştu da tekrar eksi ikiye inebilmişti. Arabaya nasıl bindi, yolda neler oldu hatırlamıyor. Sadece çalan şarkıyı hatırlıyor ve devamlı söylüyor: ‘Bu ışık hepimize fazla/Geceyi böler.’
Aylar sonra oyun piyasaya sürüldü ve inanılmaz sayıda satıldı. Kaza gecesi annesi de kalp krizi geçirip kurtarılamadığından oyunun başarısının neye borçlu olduğunu Hakan’a sordular: “Fazla çalışmak, insan psikolojisinden iyi anlıyor olmak. Tabii gecemi gündüzüme katmam da cabası.” demekle yetindi. Bu iş için gerçek insanları deneylediğini anlatmadı.
O geceki kazada Aslı’nın başı ve omuriliği hasar almıştı. Omuriliğindeki hasar skolyoz olarak iyileşmiş, başındaki ise Hakan’ın hayatlarında olduğundan beri bitmeyen ilaçlarıyla sözde düzeliyordu. Skolyoz tedavisi için havuza gitmeye başlamıştı ta ki bir gün havuzda sular çekilip de boğulma tehlikesi atlatana kadar. Hakan olmasaydı ölebilirdi, hoş Hakan olduğunda da ölüyor ve tek bildiği, bu his bir türlü geçmiyor.
Aslı sadece şarkıları hatırlıyor ve Hakan’ın simülasyonunda deney faresi gibi dönüp duruyor. Bir gün ancak ve ancak uzunlar yandığında, ışık fazla gelip de aydınlanma olduğunda gerçekten uyanacak, o gün dünya da aynı döngüden kurtulacak belki de. Köşeli hayatların varlığı da düz yaşamlarda yerini bulacak ve tüm farklılıklara kucak açılacak. Kim bilir, yolun sonu aydınlık!
Tebrikler inanılmaz bir akıcılık
Çok çok çok beğendim simaycım olay örgüsü ,dili ve akıcılığı harika, tebrik ediyorum
ahhh yaa okumanıza öyle seviniyorum ki 😍
Kalemine yuregine saglik Simaycim
Teşekkürler
Tebrikler ! 👌🏻
Sanıyorum kendime yeni bir mola aktivitesi buldum 🙂