Mustafa çocukların yanından ayrıldıktan sonra, biraz önce şahit olduklarından bir süre kaygı duyar gibi oldu ama bakkala varmadan -o kısa mesafede- her şeyi unuttu, efendim. Zafer’in mesafeli tavrı aklında kalmıştı, birazcık. Tam altmış bir adım atıp İlhan Bakkal’a ulaştı. Her şey çok sıradan olmaya uzunca bir süre daha devam edecekti.
Bakkalın ağır kapısını ittirip içeri girdi. İlhan Bakkal önündeki gazete eki bulmacaya gömülmüş, dükkâna giren müşteriye rağmen istifini bozmamıştı. İlhan Bakkal bir bulmacaya ilgi göstermeye başlamışsa onu yerinden kıpırdatmak mümkün olmazdı. Yukarıdan aşağı son harfi eksik kalmış soruyu yanıtladıktan sonra nihayet başını kaldırıp kendisine selam veren Mustafa’ya karşılık verdi. Mustafa bakkalın yüzüne sanki almak istediği şeylere o an karar verecekmiş gibi aranarak bakındı. Bakınmaktan öte seyrediyordu akranı bu yüzü. Derinleşmiş kırışıklar rahatsız edici geldi. Son zamanlarda kendisinde de fark ettiği ancak önemsemediği çizgileri başkasında görmek yaşlanışını kişisel bir şey olmaktan çıkarmıştı, sanki. Siz insanlar hakikaten ilginçsiniz, efendim. Birkaç saniye boyunca esmer tenli, kemiği belirgin biçimli çeneli, sinekkaydı tıraşlı yerleri gümüşi parlayan bu şeyi inceledi. Saçları tıpkı kendininki gibi alından açılmıştı ancak daha kalın telli ve koyu renkli olduğu için daha gür görünüyordu. Tepelerinin daha fazla açılmış olabileceği umuduyla üstlerde arandı, umduğunu bulamadı.
Sonra dikkatini yoğunlaştırarak İlhan Bakkal’ın görme yetisini kaybetmiş(sol gözü doğuştan görmüyordu) gözüne odaklandı. Bu gözün diğerinden bağımsız gözyuvasında hareketini izledi bir süre. Dobi Murat’ın dediği kadar vardı. Böyle bir kusuru olsa Neşe karşısında hiç şansı olmayacağını düşündü. Bu onu rahatlattı.
Sağlam gözle muhatap olmayı beceremiyordu. İçinde algıladığı bir zamana göre bir şeylere geç kaldığını hissetti. Evden kaçta çıktığını, bu arada ne kadar süre geçtiğini hatırlamıyordu. Bu genel bir geç kalma hissiydi ama şu an pratik olarak eve geç kalması durumuna da faydası dokunuyordu. İçinde yükselen telaşla düşünceleri karıştı. Neymiş efendim, sürekli başka tarafa bakıp dikkatini dağıtan gözü, evdeki tüfekle vursa nasıl olurmuş acaba? Bu yalnızca bir düşünceydi ki düşünmeye devam etti: Bu işi düzgün yapmak evdeki fişeklerle mümkün değildi. Yanlış hatırlamıyorsa fişeklerin tümü saçmalıydı. Saçma namludan çıkarken dağılır tek bir noktada toplanamazdı. Sağlam göz bile bilyelerden nasibini alabilirdi. Bunu istemezdi. Gerçi namluyu göze dayasa ve tetiği çekse bu dağılma olmadan, bütün saçmalar bir noktaya denk gelebilirdi ama o kısa mesafeden de olsa nişan almak istiyordu. Tek bir domdom kurşunu bu işi temiz yapardı.
İlhan Bakkal bütün sabrı ve sükûnetiyle ona bakıyordu. Sonunda sipariş verecek birini uzunca bir süre daha bekleyebileceği kesindi. Duruşundaki bu kararlılık çok geçmeden Mustafa’yı gündüz düşünden çıkardı. Gözlerindeki bulut bir anda dağıldı ve kendisine daha sempatik görünmeye başlayan İlhan’ a suçlanarak siparişini verdi: “İki ekmek, biraz da zeytin İlhan.”
İlhan Bakkal yatak odasında yalnız başınaymış gibi rahat tavırlarla kalktı yerinden. Kalkarken Mustafa’nın ensesinin üzerinden zebraların aslanlardan hiç zorlanmadan kaçtığı bir belgeselin yayınlanmakta olduğu televizyonu görmeye çalışıyordu. Aslanlar yeterince aç değillerdi, şöyle bir koşar gibi yapıp, sonrasında yay çizerek yanlarını gruptaki diğer aslanlara çarpıp eski konumlarına dönüyor, zebraları takibe devam ediyorlardı. Onun seyrettiği şeyden memnun olmadığını anlamak Mustafa için bile çok kolay oldu.
İlhan Bakkal televizyonu takibi bırakmadan solundaki camekânlı tezgâha doğru yürüdü. Bir anda elinde tartılmış, paketlenmiş zeytinlerle dönünce Mustafa irkildi. “Ekmeği arkandan al” dedi, Mustafa’nın hemen ardındaki, üzerinde TV’nin bulunduğu ekmek dolabını kast ederek. Mustafa ekmekleri alıp önüne döndüğünde bir paket uzun Samsun sigarasıyla zeytini poşete koyulmuş buldu. Sigara alacağını söylememişti. İlhan Bakkal her zaman yaptığı gibi gömleğinin cebindeki kabarıklıktan(Mustafa sigarasını burada tutuyordu) anlamıştı sigaraya ihtiyacı olup, olmadığını. Dahası önündeki bulmaca sayfasının kenarına ödenecek tutarı tükenmez kalemiyle yazmış, yazdığı tutarın altını çizerek Mustafa’ya göstermekteydi.
Bakkaldan çıkınca çocukların aynı yerde oturduklarını gördü. Yalnız Zafer ayrılmıştı yanlarından. Biraz önceki heyecan neredeyse bitmişti, bir çember oluşturmuş ciddi bir şeyler konuşuyor gibi görünüyorlardı. Bu kez onlarla konuşmaya takılmadan geçmek niyetindeydi. Ayazağa Caddesi’ne döndüğünde diğerlerine parmaklarıyla belirli sayılar gösterip bir yerleri işaret eden Sarı’ ya seslendi. Sarı’nın bir gözü ondaydı, yerinden hızla kalkıp koşturarak Mustafa’nın yanına geldi ve tokalaşmak için uzandı. Mustafa erkenci davranıp, ellini tutmasına fırsat vermeden elinde hazırladığı parayı uzattı, “Alın şunu kola içersiniz” dedi. Sarı kendisine bir şeyin ücreti ödeniyormuş gibi güvenle aldı, parayı. Sonra yerine döndü. Mustafa suratında bir kusura sahip olmadığı için mutlanmış, aksayarak uzaklaştı, köşeden.
Neşelerin evinin önüne kadar gelmişti. Yorucu yürüyüşe mola vermenin tam zamanıydı. Durdu ve bütün dikkatini Neşe’nin içinde olduğundan emin olduğu eve verdi. Neşe o taş yapının içinde bir yerde uzanmış ya da yürüyor, bir şeyler konuşuyor, birilerini duyuyor ya da dünyadan kopmuş vaziyette müzik dinliyor olabilirdi. Gidiştekinden farklı olarak, salonun penceresi açılmıştı ve içeriden müzik sesi geliyordu. Neşe teybi son ses açmış, bütün mahalleye Türkçe Pop bir şarkı dinletiyordu. Pencereyi örten tül perdenin hafif rüzgarın etkisiyle açık yerden taşmasıyla Mustafa heyecanlandı. Acaba Neşe o aralıktan kafasını mı uzatacaktı? Kafasını uzatıp Mustafa’ya bir şeyler mi söyleyecekti? Neşe eğer görünürse onunla konuşacağı konuyu(Şu yabancı şarkı dinleme meselesi) açmaya kararlıydı. Aksi gibi ne konuşacağını unutmuştu. Gerçi müzikle ilgili olduğunu hatırlıyordu.
O an Mustafa nasıl farkında olabilirdi ki, Neşe salonlarında ayakta durmuş o ikiyüzlü tül perdenin karşı tarafında görünmediğinden emin ona bakıyordu, efendim. Pencereden vuran ışık güzel yüzünü, yeşil gözlerini iyice ortaya çıkarmıştı.(Mustafa’nın onu hayal ederken zihninde canlandırdığı yüz işte buydu.) Şımarık bir gülümsemeyle “Bu da kafayı iyice yedi ayol, anne şu salağa baksana buraya nasıl bakıyor” dedi, boş salona. Annesi Nafiye Hanım sırada mutfağa gitmiş, söylediklerini duymamıştı. İhtiyar kadın biraz sonra “Kızım kıs biraz şunun sesini, sağır mı edeceksin bizi” diye çıkışarak elinde atıştırmalıklar taşıdığı bir tepsiyle geldi.
Neşe görünüm olarak annesine hiç benzemiyordu. Kadın kısa boylu, tabak gibi yuvarlak yüzlü, basık burunlu, gençliğinde de güzel olmadığı anlaşılan biriydi. Ancak enerji saçan minik gözleriyle komik, sevecen, şefkatli bir etki bırakıyordu. Çok iyi bir anne olduğu muhakkaktı. Çocuklarının üzerine titrer, ancak baskıcı davranmaz, onları -mahalle standartlarında- elinden geldiğince özgür bırakırdı. Uzun zaman önce boşandığı kadın düşkünü komiser kocasından gelen kısıtlı nafakayla geçimini sağlamasına rağmen, çocuklarını özenle besler, giydirir, bir dediklerini iki etmemeye çalışırdı. Kocası hiçbir şey söylemeden evi terk edip başka bir kadınla yaşamaya başladığında hiç üzülmemiş hatta evlilik yaşamları boyunca tutmayacağı vaatler veren adamdan kurtulduğuna sevinmişti. Babalarının renkli gözleri ve yüz hatları kızında, palavracılığı ve korkaklığı ise Zafer’de yer edinmişti. Bu da kocasının eksikliğini hissetmemesi için doğanın ona verdiği bir ödüldü, efendim.
Neşe televizyonun üstündeki teybin sesini kısarken “Anne bu Mustafa da iyice kafayı yedi haaaa, şuna baksana ne kadar kötülemiş” dedi. “Öyle deme kız, yazık, günah,” dedi kadın “Seni akıllısı bulmaz ki zaten” diye ekledi.
Kendisini beğenen birini beğenmemenin en doğal halini yaşayan Neşe, dudağını küçük bir çocuk gibi büzmüş, Mustafa’ ya bakıyordu. “Hadi be beni nereden buluyormuş, benimle ne ilgisi var” dedi ardına dönüp annesinin elindeki tepsiyi alırken. Duyduklarına şaşıran kadın “Sen az mısın, hala neden konuşuyorsun şunla, hem ne konuşuyorsun o da ayrı mesele, bak Zafer büyüdü artık, kıskanıyor ablasını, saçma sapan iş çıkarma başımıza” diye karşılık verdi ve şen bir kahkaha patlattı.
Mustafa dışarıda müzik sesinin azalmasıyla acaba perde açılır mı diye iyice dikkat kesilmişti. Kadın bahçe duvarı yüzünden Mustafa’nın omzundan yukarısını görebiliyordu. Bir ara göz göze geldiklerini zannedip irkildi. İçeriden görünmesi olanaksızdı ama yine de ürktü, efendim. Neyse ki biraz sonra Mustafa umudunu kesti ve bahçe duvarının üstünden bir görünüp bir kaybolan başıyla oradan uzaklaştı. Duraksamadan evine varacaktı, nihayet.
Bir Yorum
Cevap YazınOne Ping
Pingback:Uyanış Mah. 7. Bölüm (Ben: Mustafa Abi’yle Kısa Karşılaşma) - Akıl Fikir Müessesesi