in

Utancın Psikopatolojisi ve Ahlaki Gelişim -II

Okumayanlar için birinci bölüm.

Utancın Psikopatolojisi ve Ahlaki Gelişim -I

Utancın psikoplatolojisi ve iç dinamikleri hakkında çok yönlü bir bakış açısı elde edebilmemiz için akademik literatür aracılığıyla derlediğim yazımın ikinci bölümünde yine baş başayız sevgili okur. İlk bölümde utanç olgusunu benliklerimizde oluşturan ahlaki gelişimi ele almıştım. Bu noktada ahlak-akıl-vicdan üçlemesini ve id-ego-süperego kavramlarının ilişkisini ele almıştım. Ardından erken çocukluktan itibaren benliklerimize işleyen ahlaki değerlerin kültürel farklılıklarından dolayı evrensel bir yargı gücü kazandıramadığını, bakım verenlerin ve çevrenin bu noktada ne denli önemli olduğuna değinmiştim. Bu kısa hatırlatmadan sonra kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Vicdanı yaratan süper ego (özellikle alt yapısında ki ego-ideali) otorite tarafından onaylanmayan davranışları ruhsal gerginlik aracılığıyla cezalandırmak için utanç ve suçluluk duygularını tetikler. Negatif bu duygular sosyal yaşamda ilişkileri koruma adına olumlu etki gösterirken aşırı ve kronik şekilde yaşandıklarında ruhsal rahatsızlıklara sebep olmakta, uyum problemleri yaşatmaktadır. Yapılan bilimsel araştırmalar da bu yönde sonuçlar ortaya koymuştur. Farklı yöntemlerle elde edilen bulgular utanç ve suçluluk duygularının bilişsel, duyuşsal ve güdüsel açılardan birbirinden ayrıldığını, farklı duygular olduğunu desteklemektedir.

Genel tanımlamalar bireyin yetersiz çabasından kaynaklanan başarısızlıklarını ve hatalarını o anki ‘davranışına’ atfetmesiyle suçluluk duygusunu yarattığı yönündedir. Aynı şekilde yaşanan başarısızlıkları kişinin değiştiremeyeceği bir ‘benlik’ özelliğiyle ilgili olduğunda hissedilen duygu kişinin kendisine yönelttiği yıkıcı bir duygu olan utançtır. Utanç, olumsuz bir tetikleyici acı verici bir duygudur. Kişi kendini yetersiz, başarısız kabul ederek kendini değersizleştirir. Kişi kendine atfettiği sözde defolarının gerçek olmasalar bile başkaları tarafından kolayca görülebildiği inancındadır. Shame and Guilt: A Psychoanalytic and Cultural Study adlı kitabın yazarları Piers ve Singer’a göre utanç, ego- ego ideali; suçluluk ise ego-süper ego arasındaki çatışmalardan dolayı oluşan duygulardır. Utanç, anne ve baba ideallerine uyulmadığı için bilinçdışı terk edilme korkusundan dolayı oluşur. Suçluluk ise otoritenin normlarına uymamaktan dolayı gerçekleşebilecek bilinçdışı cezalandırılma korkusunun sonucudur.

Utanç, eski Türkçe’de ‘uvut/üt’ sözcüklerine karşılık gelmektedir. Anlamı ‘kusurlu duruma düşmekten, kendini bu şekilde görmekten dolayı hissedilen iç sıkıntısı’ olarak tanımlanabilir. Almanca’da utancın karşılığı olan scham ya da schamgefuehl, çıplak bedenin özellikle genital bölgenin ifşa olması sonucunda oluşan bir duygu olarak tanımlanmaktadır. Fransızca’da utancın iki türü vardır. Bunlar pudeur ve honte kelimeleriyle ifade edilir. Pudeur, Adem ve Havva’nın kendilerini cennette çıplak bulduklarında deneyimledikleri utançtır. Honte ise bireyin itibarını zedeleyici bir skandala karışması yüzünden deneyimlediği utançtır. Utancın İngilizce karşılığı olan shame bu iki tür utancı kapsayan bir anlama sahiptir. Shame kelimesinin kökenleri, Hint-Avrupa dil ailesine dayanır; (s)que/(s)qewa ve (s)kam/(s)kem köklerinden gelir. Anlamları ‘üstünü örtmek, saklamak, saklanmak’tır. Sözcükler aldıkları ‘s’ ön ekiyle, dönüşlü bir yapı kazanarak ‘kendini örtmek, örtünmek’ anlamlarına dönüşür. Çağdaş psikoloji çalışmalarında da utancın örtünme ve saklanma isteğine yol açtığı ortaya konmuştur.

Kişi içine düştüğü düzeltemeyeceğine inanarak çözümsüz hale gelen, kendini çaresiz hissettiren utanç durumundan kaçmak, saklanmak hatta yok olmak ister. İçe kapanma, sosyal izolasyon, iletişimin ve eylemlerin kısıtlanması gibi olumsuz davranış biçimlerine başvurur. Utanç kişinin ruhunda ve aklında kalıcı olumsuz izler bırakabilir. Kabul edilmeyen duygu saptırılarak önemsizleştirilirken içsel çatışmayı aslında daha da güçlendirir. Buna karşın suçluluk duygusu bireyleri, diğerleri için tamir edici ve bakım verici davranışlar göstermeye güdülemektedir ve hatayı düzeltmek için harekete geçme arzusu yaratır. Dolayısıyla suçluluk duygusunun empati, özgecilik ve bakım verme gibi tamir edici davranışların yanı sıra olumlu sosyal davranışlara yol açtığı düşünülmektedir.  Utanç duygusu yaşayan bireylerse kendi benliklerinin yaşadığı üzüntüye aşırı yoğunlaştıklarından başkalarına odaklanamazlar ve empati kuramaz duruma gelirler. Buradan yola çıkarak suçluluk duygusuna eğilimi olan kişilerin empatik olduğu savunulur.  Utanç eğilimli bireylerinse aksine empati kapasitelerinin düşük, kişiselleştirme ve sıkıntı duyma eğilimlerinin yüksek olduğu ortaya konmuştur. Sosyal paylaşım gereken ortamlarda utanç, kişinin problemi kabul ederek diğerleriyle tartışabilmesini paylaşılmasını engeller ve sosyal uyum ve işbirliği için gereken iletişimin bozulmasına neden olur.

Shame and Guilt (Utanç ve Suçluluk) kitabının yazarlarından psikoloji profesörü June Price Tangney’e göre benlik ve davranışı ayrıştıramayan utanç, suçluluk duygusundan daha ilkel bir duygudur. Çünkü suçluluk toplum kabulünü getiren ahlaki davranışları pekiştirirken, utancın bu yönde bir etkisi bulunmamaktadır. Utanç toplumda saygı görme, statü ve karşı tarafı pozitif etkileme gibi benmerkezci (egosantrik) faydalara odaklanırken, suçluluk ‘ötekine’ olumlu anlamda odaklanarak başkalarına zarar vermeme ve yardım temeline dayanmaktadır. Belirtmek gerekir ki öfke, korku, üzüntü, mutluluk, iğrenme, şaşırma otomatik ortaya çıktığı kabul edilen temel duygular olarak kabul edilirken; aksine yaşamın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkan utanç, suçluk, mahcubiyet ve gurur gibi duygular ikincil duygular olarak kabul edilmektedir. Bu ikincil duyguların daha gelişmiş bir bilişsel düşünme sistemine ihtiyaç duyduğu belirtilmektedir. Yapılmış olan fMRI çalışmalarına göre utanç ve suçluluğa dair nöral alanlar prefrontal korteks, temporal parietal ve limbik alanlardır. Parietal ve frontal korteksin benlik algısı ile ilişkili beyin alanları olmaları,  utanç ve suçluluk duygularının öz biliş ve öz farkındalık gibi bilişsel yapılara dayandığı görüşünü desteklemektedir. Özbiliş duyguları kişiliğin sosyal hayattaki davranışlarını düzenleyici özelliktedirler. Dolayısıyla bir başkasının ne düşündüğünü dikkate almayı sağlarlar.

Uzmanlar suçluluk, utanç ve öfke arasındaki ilişkiyi incelediklerinde suçluluğun artışının utancı da arttırdığını, sürekli öfkeli olan birinin suçluluk duygusu hissetmediğini aksine suçluluk duygusu arttığında sürekli öfke halinin azaldığı gözlemlenmiştir. Kişi, utanç duygusunun içeriğindeki değersizlik ve mutsuzluğun yarattığı iç sıkıntısını bastırmaya çalışırken bununla baş edemeyerek saldırganlaşıp abartılı öfke duygusunu çevresine yöneltebilir. Genellikle öfkeli olan kişilerin kendilerini suçlamak yerine haklı gördükleri kanısına varılmıştır.  Sürekli olarak kabaran öfke duygularını mantıklı açıklamalarla normalleştirmeye çalıştıkları düşüncesi yaygındır. Aksine bazı araştırmacılar ise suçluluk duygusunu geliştirmekte olan çocukların, kurallara uyma eğiliminde olduğunu ve yetişkinlik dönemlerinde kuralları daha az çiğnediklerini savunmaktadırlar. Bu araştırmacılardan biri olan Grazyna Kochanska erken yaştaki suçluluk duygusu eğiliminin ahlak duygusunun gelişimini belirlediğini savunmaktadır.

Utanç depresyon, şüphecilik, başkalarını suçlama, öfke ve saldırganlık gibi negatif duygular yaratmaktadır. Utançtan bağımsız yaşantılanan suçluluk duygusununsa bu olumsuz duygularla ters orantı gösterdiği görülmüştür. Utanç anında benlik hem yargılanan nesne hem de yargılayan özne olmayı aynı anda deneyimleyerek benlik bölünmesi yaşamaktadır (split in self). Bu durum sınır kişilik bozukluğu, narsistik ve antisosyal kişilik bozukluklarının temel öğeleri olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bunun yanı sıra utancın sosyal fobinin düzeyi ve kaçınma davranışlarında da etkili olduğu görülmüştür. Psikoanalitik yönelimli klinikçi ve kuramcılar da utancı depresyon, çift kutuplu hastalıklar, şizofreni, narsisizm ve eş istismarı gibi bozuklukların temel öğesi olarak tanımlamaklardırlar. Yaşantılar üzerinden elde edilen çalışma bulguları depresyon, kaygı, saplantılı düşünce örüntüsü, paranoid düşünce, narsisizm, nörotisizm, psikotisizm, öfke, düşmanlık, yeme bozukluğu, düşük benlik değeri ve sosyopatiyi kapsayan pek çok ruhsal patalojik belirti ile utanç eğilimi arasında tutarlı ilişkiler olduğunu göstermektedir. Ayrıca utanç eğilimi somatizasyon, obsesif-kompulsif bozukluk, psikotisizm, paranoid düşünce, düşmanlık, öfke, kişiler arası duyarlılık, kaygı, fobik kaygı, depresyon, sürekli kaygı, durumluk kaygı gibi psikopatolojinin çeşitli göstergeleri ile anlamlı pozitif ilişki göstermiştir. Diğer taraftan suçluluk eğiliminin bazı durumlarda psikolojik semptomlar ile negatif ilişki gösterdiği de saptanmıştır.

Psikopatolojide utanç ve suçluluk arasındaki fark üzerine kuramsal çalışmalar yapan Helen Blok Lewis’e göre utanç eğilimi olan kişiler birincil olarak depresyon gibi duygu ile ilgili bozukluklara daha fazla yatkınken, suçluluk eğilimi olan kişiler paranoya, OKB gibi düşünce ile ilgili bozukluklara daha yatkınlardır. Erikson’a göre suçluluk aslında daha yıkıcı bir duygu olan utancın yaşantılanmasını dizginleyen daha gelişmiş bir duygudur. Shame Experiences’ın yazarı akademisyen Susan Miller’ın, Erikson’a benzer bir savı vardır. Ona göre de, utanç duygusu zayıflık ve incinebilirlik ile ilişkilidir. Oysaki sıkıntı veren yapısına rağmen suçluluk güç duygusuyla ilişkilidir.  Dolayısıyla suçluluk duygusu kişinin benliğine atfettiği utanca sebep olan acizlik, yetersizlik gibi duyguların ortaya çıkmasına mani olmaya çalışır.

Erikson, psiko-sosyal gelişim kuramında (özerkliğe karşı kuşku ve utanç duygusu evresinde) utancı insanın ahlaki gelişiminin en önemli öğesi olarak ele alır. Çünkü utancın temelinde öz-bilinç yatmaktadır. Saldırganlık, utanç, öz-bilinç üzerine çalışan psikoloji profesörü Arnold Buss, utanmanın altında yatan nedenleri bireyin kendini sosyal bir nesne olarak görmesiyle ilişkilendirir. Kişi kendinin farkındadır ve kendisini başkalarının da farkında olduğu sosyal bir nesneye benzetir. Benmerkezcil bakış açısından sıyrılmış kişi başka bakış açılarından artık haberdar olmaya başlar ve diğerlerinin kendisini beceriksiz, aptal, değersiz olma gibi olumsuz yargılarla değerlendirilebileceğinin farkına varır. Bu yüzden Buss, utancın beş yaşından evvel gelişmesinin pek olası olmadığını savunur.

Çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar, geliştirilen ahlak kuramları, çocukların özellikle 11-12 yaşlarına kadar dış ortamdan çok etkilendiklerini ve anne-babaların doğrudan ya da dolaylı etkilerinin çocukların kişiliği ve karakter yapıları üzerinde önemli ölçüde yer ettiğini göstermektedir. Yapılan bazı araştırmalar, çocuğuna cevap vermeye hevesli, cezalandırmayan ve otoriter olmayan annelerin çocuklarının, duygusal ve bilişsel empati seviyeleri ile prososyal (empati, işbirliği, koruma, kollama vb.) davranış düzeylerinin cezalandıran annelerin çocuklarından daha yüksek olduğu belirtmektedir.

Bazı araştırmalar çocukluğun erken döneminde bakım verenle güvensiz ya da kayıtsız bir bağlanma yaşamış çocukların duygusal ihtiyaçları karşılanmadığı için utanca eğilimlerinin arttığını savunmaktadır. İhtiyaçları karşılanmış güvenli bağlanma yaşayan çocuklarınsa kendi ihtiyaçlarıyla daha az meşgul olup diğerlerinin ihtiyaçlarına duyarlı davrandıkları görülmüştür.

Çağdaş psikoterapide önemli bir yaklaşım olan Şema Terapi,  çocukluk döneminde oluşturulmuş şemalara ve bunların duygusal yansımaları olan modlara odaklanmaktadır. İşlev bozucu ebeveyn modlarından olan cezalandırıcı ebeveyn modu,  bireylerin küçüklük dönemlerinde rol model aldığı yetişkinler ya da yaşadığı sosyal çevre ve akranları tarafından sıklıkla reddedilmesi, fiziksel ya da ruhsal istismara uğratılması, ceza yoluyla eğitilmesi, ihmal edilmesi ya da zorbalığa maruz kalması ile oluşan sorunlu bir savunma mekanizmasıdır. Kişinin ruh hali cezalandırıcı ebeveyn moduna geçtiğinde, kişi kendisini değersizleştirir hatta nefret etmeye başlar. Erken dönemde cezalandırılmış, alay edilmiş ya da istismar edilmiş çocuklar, sonraki dönemlerde en küçük hatalarını kabul edilemez olarak görebilir ve cezalandırılmayı hak ettiklerini düşünebilirler. Çünkü çocuk, başındaki eğiticileri ve onların ahlaksal buyruklarını bilinçsiz yoldan kendi içine aktararak benimser ve bu buyrukları kendi içinden gelen bir ses gibi algılamaya başlar, tıpkı vicdanın sesi gibi. Hatta bu sorunlu bir ortamda şekillenen hatalı, katı bir vicdandır diyebiliriz. Bazı araştırmacılar da olumsuz mükemmelliyetçiliğin hem suçluluk hem de utançla pozitif bir ilişkisi olduğunu ortaya koymuşlardır. Katı bir süper-ego, kusur kaldıramaz ve kişinin benliğini ezmeye başlayarak kişinin kendisine saygısını azaltır, kendini cezalandırmasına neden olur. Freud, aşırı kuralcı yetişkinlerin aslında anne-baba ve diğer otoritelere karşı onaylanmama ve sevilmeme korkusu yaşamaları yüzünden boşaltamadıkları içsel huzursuzluk yaratan kızgınlık gibi duygularını aşırı cezalandırıcı ve kuralcı tutumlar ile bastırmaya çalıştıklarını savunmuştur.

Suçluluk ve utanç duygusunun cinsiyetler arasındaki farkları incelendiğinde bulgular, kadınların erkeklerden daha yüksek oranda suçluluk ve utanç duygularını yaşamaya eğilimli olduğunu yönündedir. Araştırmacıların bazılarına göre, sosyal açıdan kadınların duyguları hakkında daha açık olmaları bu bulguların sebeplerden biri olabilir. Ayrıca kadınların daha yüksek benlik farkındalığına sahip olmasının da bu sonucu doğurmuş olabileceği düşünülmektedir.  Toplumsal cinsiyet rollerinden beklenen farklılıkların benlik gelişimini dolayısıyla duygusal ve bilişsel eğilimleri etkilemesi de mümkündür. Bu sonuçlar incelendiğinde ebeveynlerin disipline etme amaçlı kız çocuklarıyla olan ilişkilerinde davranış yerine benlik odaklı mesajlar yollama, koşullu onaylama, tiksintiyi ifade etme, alay etme, sevgiyi geri çekme gibi yöntemleri daha çok uyguladıkları yönünde bir izlenim oluşmuştur. Bu tarz sorunlu sosyal yaşantılar, negatif benlik değerinin oluşmasına sebep olurken utanç ve suçluluk eğilimini arttırmış olabilir.

Utanç, topluluk olmanın öne çıktığı doğu kültürlerinde, bireyciliği vurgulayan batı kültürüne kıyasla olumlu kabul edilen bir duygudur. Utanç ve suçluluk duyguları biliş ve kültür etkileşiminden doğmaktadırlar. Kültürden kültüre değişen ahlaki değerlere benzer şekilde utanç ve suçluluk duygusu yaratan benlik algısının da bu kültürlerin bakış açılarına paralel gelişmesi şaşırtıcı bir durum değildir.

Görüldüğü gibi ahlak eğitimi toplumda bir aradalığı sağlayan önemli bir adaptasyondur. Fakat evrensel kriterler yerine sıklıkla yerel düzenin devamı için gereken gelenek, inanç ve alışkanlıklar üzerine şekillenir. Dolayısıyla özellikle kapalı kültürlerde ve topluluklarda sıklıkla muhafazakâr bir yapılanmaya neden olur. Yozlaşan ahlaki bir sistem, otoriteye uyumu sağlayan bireyler yaratan manipülatif kurallar silsilesi haline dönüşme riskini içinde barındırır. Bunun sonucunda utanç, otoritenin olmadığı yerde dahi içselleşmiş üst-benlik aracılığıyla otoritenin adına kişinin kendine yönelttiği cezalandırıcı ve yıkıcı bir silaha dönüşür. Ahlaki yargılar, aslen evrensel olan zaman ve mekândan bağımsız etik yargı yetisine dönüşmedikçe toplumu oluşturan bireylerin ruh sağlıklarını içten içe bozmaya devam eder. Toplumun diğer bireylerine zarar vermediği halde kendi olması engellenen ve bir başkası olması toplum tarafından talep edilen bireyin benliği adeta yok sayılır. Bu baskı altındaki kişi kendini bulamadan hayatı boyunca ruhsal acı ve huzursuzluğa toplum tarafından mahkûm edilmiş olur. Yanlış ve doğrunun dogmatikleşmiş geleneksel kabullere dayandırılması sağduyuyu aradan çıkararak insanların kendileriyle ve çevreleriyle olan uyumunu bozuyorsa ortada olan tek gerçek karar almamızı sağlayan düşünceler ve kabullerimizin dahi her an yeniden sorgulanmaya açık olduğudur. Akıl, sağduyu ve empati bu noktada çözüm için başlıca anahtarlardır. Ahlak, ön yargılar oluşturarak çoğunluğun azınlığa, erkeğin kadına, insanın hayvana ve doğaya güç kullanmasına dönüşüyorsa aslında bizleri hastalıklı bir toplumun içinde hastalanmış bireylere de dönüştürüyor demektir. İçinde yaşadığımız sorunlarla yüzleşmek kuşkusuz ki bizleri çözüme bir adım daha yaklaştıracaktır. Sorgulamayı elden bırakmayan insanlardan oluşan bir toplum kendiyle yüzleşebilme cesaretine sahiptir. Toplumsal ya da bireysel yüzleşmeler acı dahi olsa bu acı bağnazlıktan özgürleşme yolunda elzemdir. Sorgulamayı elden bırakmayalım dostlar. Hoşçakalın.

2 Yorum

Cevap Yazın

One Ping

  1. Pingback:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time Dergisine Göre 2019’un En İyi 10 Dizisi

Tecavüze Uğrayan Öğrenciye, Savcıdan Skandal Sözler: “Ben Neden Tecavüze Uğramıyorum?”