Bir hafta öncesine kadar cıvıl cıvıl olan caddeler sokaklar şimdi büyük bir sessizliğe büründü. İşyerleri her gün birer birer kapanıyor. İnmiş kepenkler… Boş camlar…
Sanki yeni bir eve taşındık ve tek manzaramız camlarından tozlu perdelerin sarktığı terkedilmiş evler… Bir anda komşusuz, arkadaşsız, akrabasız kendi kendimize kaldık.
Her şey çok iyi giderken birden içine düştüğümüz bir hal mi bu? Hayır. En yakın bir tarihi hatırlamak gerekirse Soma’dan bu yana uzun süredir başımıza gelen toplu felaketleri düşününce… Sanki yavaş yavaş bir felaket kültürüne alıştık. İletişim kanallarının da aynı evde bir arada oturan insanları bile yalnızlaştırdığını düşünecek olursak alt yapı da önceden sağlanmış gibi. The New Yorker’da bir röportajda çok önemli bir tespit dikkatimi çekti:
“Veba, Camus’un ısrar ettiği gibi, toplumlarda, sınıf yapısında ve bireysel karakterde mevcut kırıkları ortaya çıkarır; stres altında, gerçekte kim olduğumuzu görüyoruz. Çok zenginlerin ayrılması, refahın izolasyonu, sosyal sermayenin eşitsizliğe göre bozulması: bu gerçekler şimdi keskin bir şekilde kendini belli ediyor.”
Gerçekten de teknolojik gelişimlerin en üst seviyelerde olduğu bir çağda vahşi bir hayata doğru gidiyorduk. Şimdi herkesin nitelikli ürünleri sergileniyor. Müzeler, tiyatrolar insanlara arşivlerini açtı. Herkes birbirinden bir şeyler öğreniyor. Peki daha önce neden böyle paylaşımcı değildik?
Şu anki karanlıktan çıkmanın yolu insanlığımızı ve eşit bir toplumun eşit üyeleri olduğumuzu yeniden hatırlamak. Herkesin bir kefen bezinde eşitlenmesinden önce zenginler mallarını yoksullarla paylaşabilir. Eğer iyiliği tattırabilirsen iyiliği tadabilirsin. Senin için şu an sıkıcı gelen her şey birilerinin ölmeden önceki rüyası olabilir. En önemli gerçekleri delilerin söylemesi gibi böylesi kriz zamanlarında da en son akla gelebilecek tiyatronun kara perdesi söyler en önemli şeyleri insana. Ölüm ve benzeri salgın hastalıklar ezen ile ezilen ilişkisinin absürd grotesk yüzünü ortaya çıkarır. Herkes sahne zemininde eşittir. Kral da halk da. Oyunun bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Şimdi buradadır. Üç günlük dünyada içtenliği baki kılar tüm içten pazarlıkları ortaya çıkarır. Maskeler düşer.
Zaten her şey yolundaydı da bir anda mahvoldu, değil. Tüm dünyada sömürenler yüzünden, halkların sınırlarını tanımayıp topraklarına dalanlar yüzünden, ülkelerin doğal kaynaklarını, kültürlerini, rüyalarını sömürenler, gelenek göreneklerini yıkıp parçalayanlar yüzünden, din, dil ırk mezhep üzerinden ayrımcılıklar oluşturup insanları birbirine düşüren sömürgen ülkeler yüzünden zaten uzun süredir insan eliyle devam eden bir felaket vardı. Tüm dünyada, savaşlar, işsizlik, çalışan kesimin düşük ücretler yüzünden aşırı yoksulluğa maruz kalması, kötü eğitim, kötüye kullanılan farkındalık (karşıdakinin ne söyleyeceğini bilerek o daha söylemeden bu tespiti ona mal etmek. Ya da onun da içinde bulunduğu topluluğa… Bunun zamanla neden olduğu içsel tehdit, otosansür ve giderek zaten birileri aynısını düşünüyor diye kendi düşüncelerini önemsememe ya da aşırı kontrol altındalığın yarattığı pasifizasyon.) Makam mevki düşkünlüğü… Hırs… Sinir… Öfke… Şiddet, birbirine kötü davranma… Duygusal şiddet, duygusal manipülasyon, ünlü olma arzusu… Stratejik düşünce… Doğallık kaybı… Engelliler, hastalar için gereken sağlıklı yaşam alanlarının sağlanmaması, hayvanlara kötü davranılması… Saymakla bitmez. Ve en önemlisi belki de bugünkü sınıflarası uçurumu oluşturan şey, insanların doğaya yabancılaşmaları ve üretim ilişkilerindeki adaletsizlik yüzünden kendi özlerine yabancılaşmaları idi…
Şimdi başımıza bir çığ düştü sanıyoruz ufak ufak olan biteni görmeden. Birbirimize her kaba davranışımızla bağırışımızla kalpleri kırışımızla yuvarlanarak biriken kütleleri görmeden. Her büyük arınmadan önce tüm karabulutlarını salar gök. Güneşli günler yakın. Evet üstesinden gelebiliriz. Şimdi hemen hazır herkes maskesinden soyunmuşken… Kim kimin için ne yapabilir? Kim kimin için neleri bırakabilir? Bugün hemen şimdi nelerini verebilirsin başkaları için? Nelerinden vazgeçebilirsin? İyilik varoluşçudur. Var olmak istiyorsan önce iyiliğe başlaman gerek. Üstesinden gelebiliriz. Durmadan geriye atılan yaralı bir kuş gibi bilimi heybesinden çıkararak… Bilim felsefe ile ışıldar. Felsefe düşünme yöntemlerini diri tutar soru sorarak. Sanat bilmeden konuşur gördüğü ya da duyumsadığı şeyler hakkında. Bu bilmeden konuşuşu ufuk açar. Hepimizin bir araya gelmesi gerekiyor. Aşı üretilmeye çalışılan laboratuvara bilim adamlarının yanına birer filozof, birer bestekâr, birer ressam, birer yazar, birer sosyolog da vermeliyiz. Çok yararlı olur. Güçlü bir yenilik için bazen büyük bir yenilenmeye ihtiyaç duyarız.