in

Unutkanlık Ya Da Dejavu Palas

Unutkanlık üzerine yazmak ne de zor çünkü unutkanlık silgi gibi arkadan gelecek olan bir sonraki sözcüğü siliyor. Deniz kenarında yaşayan insanlar unutkan olur. Fotoğraf çeken insanlar unutkan olur. Unutkanlıkta bizi hayvanlarla eşitleyen bir durum var. Anının yahut hafızanın ortadan çekilmesi, sadece canlı oluş ile ortada kalıveriş, yeryüzündeki tüm canlıları kapsayan en evrensel varoluş biçimi. Bu haldeki unutkanlığın masumiyeti denizler gibi sınırsız. Hatıranın henüz canlanmadığı yere kadar sonsuz. Böylesi bir masumiyet denizinde herkesin ilk aklına gelen merhamet olur. İyi yönleri bunlar unutkanlığın. İnsanı insan yapan varlığa herkesin eşitçe inmesi için o kibir kulesinden… Kibrin kafa kıran baş yaran sert kurabiyesinin tadını unutturmak için birebir bütün kurumlanmaları un-ufak eden un kurabiyesi unutkanlık. Rüya gibi görünmez bir mesafe kat ederiz unuttuğumuzda. Denizin genişliğinden dolayı yüzmenin ölçülemeyen mesafesi gibi. Tıpkı bir şeyi öğrendiğimizde kat ettiğimiz,bir,iç,mesafe,gibi.

Günlük yaşam içinde şimdilerde daha çok kırıntı unutkan olduk (bu arada kırıntı unutkanlığı “ufak tefek şeyleri unutmak” anlamında kullanıyorum) çünkü hatırlamamız gerekenler daha sıkı sıkıya tembihlendi daha çok tıkıldı, baskı kurdu yaşamak isteyen yanlarımıza; şu anki sanal hayatımızda. Eğer bir sosyal medya hesabımız varsa. Şifremiz. Kullanıcı adımız. Bankalarda da durum aynı. Sayı ve rakam olarak bu kadar çok anahtar kullanıyor olmak, eskisinden daha çok tabi ki “imdat çilingir” demeyi beraberinde getirdi. Başka alanlarda başka şeyleri unutmak başladı o alanlardaki unutkanlığa verdiğimiz tepkiler olarak. Bunca güvenlik temelli yaşamak zihinsel alanda da bir tür “dağıtma” ihtiyacı yarattı ve bunun sonucu günümüzde kişiyi komik çocuksu bir sevimlilik haline düşüren “unutkanlığa” daha çok neden oldu. Çünkü korkulası olan, tehlikeli olan artık kendi kendinin düşmanı olmak. Unutkanlık da bunlardan biri. Kişi içine düşmekten çok korktuğu şeyi başkasında görünce güler. Çünkü bir şekilde o korkuyu o kişi yoluyla atlattığını düşünür. Unutkan biri bu gün çağımızın palyaçosu. Öyle ki unutkan biri örgütlenemez. Yani düşünün, “dünyanın bütün unutkanları birleşin” diye bir çağrıyı kaç unutkan aklında tutar birleşir. Unutkan biri Benjamin’in Pierrot tiplemesine soyut bir kişi olarak yaklaşan, sevimli palyaçodur. Çünkü her şeyin başladığı yerde, durmuş bir yerdir. Unutmuş biri tıpkı kar yağışı gibi hep yerinde duran bir şeyi, bir hareket haliyle kesintiye uğratır. Ve tıpkı karın yağışında duran her şeyin masumiyeti vardır onda. Karın biteceği ve her şeyin yeniden eski haline döneceği düşüncesinin verdiği güven vardır. Pierrot, Palyaço yahut unutkan, herkesin sıkışık baskı içinde artık bir dur demek gerektiğini düşündüğü bir şeyi içsel anlamda kesintiye uğratmış, saf boşluk halini unutmak yoluyla var etmiş kişidir. Oyunu başlayacağı boş sahneyi içinde taşıyan kişidir. Her şeyi unutmuş olan en çok başlangıç potansiyeli taşıyan kişidir. Ve bu haliyle herkesin boşluk ihtiyacını giderir palyaço. Hiçbir gruba, hiçbir topluluğa dahil olmayarak her şeye dışarıdan bakma gücüne ermiş olanın çelişkisiyle…

Bir de unutkanlıkla bilgisizliğin karıştırılma durumu var. Bildiğini sandığın bir şeyi unutmuşsundur. Biliyordum unuttum. Bilmemek ayıp çünkü. Belki de hiç öğrenmediğimiz bir şeyi unuttuğumuzu hissediyoruz… Dejavu Palas… Daha önce sanki bu anı yaşamıştım. Unutkanlığın da bir yeri var. Dejavu Palas. Bütün unuttuklarımız orada birleşip anti-hatıralarımızdan kendilerine bir otel tutmuş…

Unutmak, elemek. Zihin eleği ayıklıyor taşı toprağı… Görüntü, koku, doku… Gittikçe hatırladıklarımızdan bir noktalar tamamlaması gibi haritada bir yer gibi kalanlarımız içinde bir kişi oluyoruz.

Unutkanlığın çeşitleri var.  Anlık unutkanlık… Anında göz açıp kapayıncaya kadar. İllüzyon gibi. Bir de bakmışsın ki orda yok. Biraz ürkütücü. Çünkü daha demin buradaydı. Her neyse ki etkisi geçici. Orta boy unutkanlık, anahtarı unutmak, gözlüğü unutmak… Adları unutmak… Bir de gelip gitmeyen yatılı misafir unutkanlık var: Alzheimer. Herkesin tanıdığı aynı kişi, artık herkesle alay ediyormuş gibi durmadan yeni baştan “siz kimsiniz?”, “sizi bir yerden gözüm ısırıyor ama…”,   diyen her an evde bir filozof varmış gibi, oyuncu varmış gibi hissettiren birine dönüşmüştür. Çilesi hem hasta için hem aile fertleri için çok büyük olan işte bir de bu  hastalık hali var unutkanlığın… Unutkanlığın en büyük işgali… Neredeyse bir masal kişisin dönüşmüştür hasta, bilincin ampulleri bir yanar bir söner, bir varmış, bir yokmuş…

Bir de bir de…Ne diyordum ben…  Bir unutkanlık çeşidi daha vardı ama şu an aklıma gelmiyor. Unuttum. Dilimin ucundaydı. Dostluk. Tek hatırladığım şey dostluk şimdi. Sevgi ve dostluk. Geri kalan her şeyi unuttum. Umarım hiç unutmam…Sevgi ve dostluk..

Yazan Tersla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Picasso, Van Gogh, Yüzler ve Picasso Gösteri Sanatı Sergisi

Tolstoy’un Ölümü