in

Ünlü Biri Öldüğünde Yaşanan Panik ve Heyecan Dalgası Üzerine

Biz sıradan ölümlüler Olimpos Dağı’nda yaşayan tanrılardan biri öldüğünde yersiz bir merak, içten bir rahatlama, gereksiz bir panik ve utanç verici bir sevinç duygusuna kapılırız. Bazen de ünlü insanların öldüklerine, ölebileceklerine, bunu başarabileceklerine hiç inanamayız. J.F. Kennedy, Elvis Presley, Jim Morrison, Amy Winehouse, Michael Jackson gibi kimi ünlülerin hala hayatta olduğuna inanan milyonlarca insan var.

Bir ünlünün ölümü duyulduğunda herkes bunu birileriyle paylaşmak ister. Ara Güler’in beklenmedik ölümünü haber veren 7 facebook mesajı ve 2 sms aldım. Ayrıca bir başkası üşenmeden telefon edip haberi yetiştirdi. Kimler yoktu ki aralarında; halı saha maçında tanışıp ekleştiğimiz ama hiç yazışmadığımız varlığını bile unuttuğum biri, işi düşmedikçe hal hatır sormayan eski sevgilim, 15 yıl önce bıraktığım üniversiteden çok çok nadiren yazıştığım bir arkadaşım ve annem. (Evet arayan annemdi.)

Bu güzel insanlara söyleyecek ya da yazacak bir şey bulamadım. Konunun benimle bir ilgisi yoktu. Ara Güler’in yakını değildim, onunla bir geçmişim ya da bir hikayem yoktu, sıkı bir hayranı da değildim ve hatta fotoğrafçılıkla ilgilenmiyor, fotoğraf sanatına da özel bir ilgi duymuyordum, Ermeni Cemaati’nden olmadığımı da ekleyim. Ankara’da yaşayan sıradan biriydim, gün içerisinde bir yerlerden antibiyotik çözmeye çalışmış ama sağlık sigortam olmadığı için başaramamıştım. Can sıkıntısından elektrik faturasına yansıtılan vergileri incelemiş ve bir ara obezlerin içinde bulunduğu zor şartları anlatan Ağır Yaşamlar isimli programını izlemiştim.

Gazeteci değildim, taziye yazarı değildim, mezar taşı ustasılığıyla ya da katafalk tasarımcılığıyla ilgim yoktu, krematoryum da işletmiyordum. Bir şey söylememi, bir demeç vermemi, bir yorum yapmamı mı istiyorlar acaba diye düşündüm ama kanaat önderi olmadığım gibi, fikirleri çok ciddiye alınan biri de sayılmam açıkçası.

Sonra ani bir aydınlanmayla özel olmadığımı anladım; bu bir anafordu, duyan herkesi içine çeken ve haberin daha da geniş kitlelere yayılmasını sağlayan korkunç bir anafor. İnsanlar birbirlerine bu haberi ilk yetiştiren olmak için tatlı bir telaşla dolmuşlardı. Bir şaşırma, bir üzülme, bir duygusal tepki ya da bir hıçkırık peşindeydiler, evet evet izini sürdükleri buydu. Animist bir ayin gibiydi, ölünün ruhundan bir parça koparabilmek için çılgın bir iletişim histerisi. Üzüntü bildirileri, saygıyla anmalar, yapış yapış bir melodramı andıran iyi kotarılmamış aks çatırdamaları, sanatına övgüler, arkasından yapılan olumlu ya da olumsuz yorumlar, paylaşılan fotoğraflar ya da ölen kişinin sözleri… Herkes meseleye bir yerinden dahil olmak istiyor, kendini buna mecbur hissediyor gibiydi. Ağıtlar karnavalında satacak bir şey bulabiliyordu herkes, ilginç!

Peki ben, ben ne hissettim? Kapkaranlık ve bulutsuz bir gecede bir yıldız kaydığında ne hissediyorsam onu hissettim! Atmosfere dalan başıboş bir meteor daha yanarak parçalarına ayrıldı yazık diye hayıflandım ve bir başkasını gözlemleyebilmek için bomboş gözlerle sonsuz uzaya bakmaya devam ettim. Yıldızların kaymadığını, onların ölen meteorlar olduğunu öğrendiğimden beri biraz mesafeliyim hayata.

Hem ne demiş Şekspir:

Aslanın pençesini körlet, zaman ejderi,
Doyur dünyayı kendi yavrusunun canıyla;
Kaplanın çenesinden sök o keskin dişleri,
Alevlerden dirilen ankayı yak kanıyla;
İstersen kasırga ol, şen mevsimleri karart,
Rüzgâr kanatlı zaman; yap aklına eseni

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Hüznün, Kaderin ve Umudun Müziği Fadoda Yeni Arayışlar

Yok Olma Tehlikesi Altındaki Anadolu Dilleri