in

Üç Olay Bir Öykü Üç Aynı Kişi

Rusya’da babalarını uykusunda öldüren Kaçaturyan kardeşlerin (babalarının psikolojik, fiziksel, cinsel tacizde bulunduğu) üç kız kardeşin, haberini okumadan önce fotoğraflarına baktığımda, aynı kızın üç farklı fotoğrafı sandım. Şiddetin kadına ne yaptığını gösteren bu kadar güçlü bir kare olamaz. Üçünü aynı kişi sandım çünkü üçünün de yüzündeki ifade aynı; çaresizlik, umutsuzluk, korku, suçluluk, travma… Bu yüzden aynı kişiymiş gibi görünüyorlar.

Amerika’da hücresinde intihar ettiği söylenen zengin Jeffrey Epstein’in, yoksul liseli genç kızları kandıran şu yukarıdaki adamın yaşantısı, son zamanlarda tüm dünyada olan bitenlerin daha da iyi gösterdiği gibi hiç de uzağında yaşamadığımız bir erkek bilincini sergiliyor. Bir toplumda olup biten çoğu şey (sosyo ekonomik durumun temel belirleyici olduğu ülkeler başta olmak üzere) zenginlerinin, aydınlarının ve yöneticilerinin yaşamlarına göre şekil alır. Başımızı kaldırıp bakalım biraz. Nasıl yaşıyorlar?

Tüm bu olayların içinde bizde dün videosu yayılan olay (ne diyeceğini bilemiyor insan korkunç bir cinayet) üzerine düşündüm. Videoyu izlemedim. Özüm tutmaz. O çocuğun acısına dayanamam. O videoyu izleyenlerin olayı anlatmaları bile tüylerimi diken diken etmeye yetti. Keşke hiç kimse o görüntülere maruz kalmasaydı. Keşke o görüntüleri yaymak yerine orada olan koşup yardım etseydi. Bu görüntüleri anlatanları dinlerken Irak savaşı sırasında yayılan vahşet görüntülerine hiç ummadığım kişilerin ilgi gösterdiğini hatırladım. Erkeklikle kan sevicilik arasında doğrudan bir ilişki mi var? Yaşamdan daha çok kutsanan görüntüler dünyasının tesiri altında yetim kalan yeni yaşam şeklimizi bir kenara bırakıp, erkek şiddeti üzerine düşünecek olursak; temel soru şu: Sen ne istiyorsun? Senin isteğin nedir? Fakat sonu cinayetle biten ya da on yıllar boyunca psikolojik, cinsel ya da ekonomik bir sömürü ilişkisi şeklinde devam eden ve kadının günbegün öldüğü tüm bu türlü kadın erkek ilişkilerinde temel sorun karşıdaki kişinin isteğinin gözetilmemesi. Ya da oldukça stratejik bir biçimde (istemem yan cebime koy) erkeğin kendi isteklerini gerçekleştirdiği bir yaşam düzeneği (bunun adı ister evlilik olsun ister sevgililik, ister başka bir şey) içinde kendi isteklerini ustaca kadının istekleriymiş gibi kadına benimsetmiş olması ki kadın artık kim olduğunu ve gerçekte ne istediğini anımsamayacağı bir körlük düzeneği içine girmiş oluyor.  Erkeğin söylediklerinin aynısını tekrar eden, erkeğin dünya görüşünü benimsemiş, tek doğruyu erkeğin doğrusu olarak gören, ona sormadan hiçbir şey yapmayan bir kadın vardır artık. “O ne derse gerçek odur” şeklinde düşünen biri. “Ya sen?” dediğimizde, “seni beni yok bu işin ha o ha ben, ne fark eder, biz bir aileyiz…” Yanıtı hemen yetişir.

Çoğu kadın erkeğin mutluluğu için kendi ideallerinden vazgeçiyor. Günümüz evliliklerinin “fedakâr anne, cefakâr anne” modeli ile öne çıkan modeli budur. “Ben bilmem eşim bilir, o ne derse o dur, bilmem hiç düşünmedim.” Sonra kadınlar gevezedir, sonra kadınlar çenesi düşüktür, sonra kadınların dırdırı bitmez…” ELBETTE Kİ BİTMEYECEK, ya birdenbire öldürme ile ya da on yıllardır öldürme ile söylenmemiş, konuşulmamış, konuşulmasına fırsat verilmemiş, (tam konuşacakken ağzına bir fındık gibi bir aşk sözcüğü atılarak avutulmuş) bir yığın söz birikiyor kadınların içlerinde. Ölmek İSTEMİYORUM, çığlığı havada kalıyor öldürülürken…

Genellemeler ürkütücü. Ancak istatistikî sonuçlara bakınca da bütün erkeklerin kadınlara karşı bu denli acımasız ve saygısız olmadığını belirterek şöyle devam edilebilir: Kadınların erkekleri öldürdüğü cinayetler istisna, genelde ölen hep kadınlar. Yine aynı şekilde, yukarıda örneğini de gördüğümüz gibi orta yaşlı erkeklerin çocuğu, hatta torunu olacak kızları çeşitli bahanelerle kandırdıkları, minareyi çaldıktan sonra bir kılıf uydurdukları gerçeği, herkesin çevresini şöyle bir yokladığında anımsayabilecekleri kadar çoğunlukta. Ancak genç bir erkeği kandıran orta yaşlı ya da yaşlı bir kadın istisna. Temel sorun bu cinayetleri ya da sömürüleri besleyen ne, ona bakmalı. Bir toplumu geliştirecek olan edebiyat sanat ve kültür alanında topluma ayna olması beklenenlerin kadın-erkek ilişkilerine bakmalı. Peki oralarda kadına yeterince önem veriliyor mu? Söz hakkı veriliyor mu? Yoksa minareye kılıf mantığı ile psikolojik, cinsel, toplumsal istismar mı var?

Kadının tüm kişilik özellikleri, kadının toplumdaki varoluşu, erkeğe göre konumlandırılıyor. Temel yanlış burada; yanlış namus anlayışı hem erkeği hem de kadını diyalogsuzluğa mahkûm ediyor. Hayatları boyunca her ikisini de yaşanmamış bir hayata zorlayarak her konuda eksik bırakıyor, yeteneklerini ortaya çıkarabilecekleri, kendini keşfedecekleri, mutlu olacakları birçok uğraş için vakitsiz bırakıyor. Ergenlik dönemini atlatan her erkek ve kadın cinsiyet anlamında özgür ve eşittir. Başta aile ve gerekli sağlık kurumlarının desteği ile okullarda tam donanımlı bir cinsel eğitim dersi alabilmeli herkes. Baskının olduğu her yerde zaten yoluna devam edecek olan incir ağacı evi delerek geçer. Hayat böyle güçlü bir şey çünkü ve temel hata baskılamak. Yeşim Ustaoğlu’nun “Tereddüt” adlı filmi bu konuda yapılmış en güzel filmlerden biri. Lenny Abrahamson’un “Room” filmi de öyle.

Öğretilmiş bir korku ile giderek kadınların da birbirlerine karşı erkeklerden daha çok erkekleşerek bir korku toplumu yarattıkları günümüz yaşantısında, sevgiyi, aşkı serbest bırakmak, herkesin akranlarını tanıyarak büyümesi ve dolayısı ile kendini tanıyarak büyümesi, bir özgürlük geçmişine sahip olması geleceği de aydınlatacaktır. Geçmişimiz korku olunca geleceğimiz nasıl ışısın? Kadını ölse de boşanmamaya ikna eden bakışın altında yatanları hep beraber düşünelim. Boşanmış bir kadın niçin yolunda giden bütün evlilikler için bir tehdittir? Boşansa da kocası tarafından rahat bırakılmayan kadın hangi durumlarda erkek için bir tehdit olabilir?

Esas konu eylemsizlik. Hiçbir şey bizimle ilgili değil gibi bir eylemsizlik içinde tek eylemi fotoğraf çekmek ya da video çekmek olan insanlar haline geldik. Sanki hepimizin eline bir oyuncak verilerek algılarımız küntleştirildi. Kötülükten değil, toplumsal bir felç benzeri uyuşmuşluktan (cep telefonları ile uyuştuk) tepkisizleştik. “O videoyu çekmek yerine kadına yardım etmeye koşsaydı,” tartışmalarının özeti bu. Ben ve öteki arasındaki ayrım geçmişte bu kadar değildi. İnsanla insan arasına giren telefonlar, insanlığımızı da aldı götürdü. Canavarlara dönüştük. Yangınları seyrediyoruz söndürmeye çalışmak yerine.

Esas konu narsisizm. Kadının gücü karşısında erkeklerin çoğu narsist. Çünkü en çok baskı altındaki kadın bile olsa söz konusu kişi, seçen her zaman kadın. Bir seviyeye getiren, olduran. Hayatın işlerliğini taşıyan erkekse, hayatın tüm zamanlara dayanıklı bilgeliğini taşıyan da kadın. Sadakatin, olduğu yerde durmanın kazandırdığı bakışın bilgesi, yalan dolanla yaşayanı her daim küçültür. Erkeğin narsizmi, kadın karşısında birbirleriyle yarışıyor olmalarından kaynaklanıyor.

Dışarıdan mükemmel evliliği görünenler? Torun torba sahibi yaşlı beyler? Kaç kadın öldürdünüz şimdiye kadar kanlarını böyle çocuklarının gözleri önünde değil de doğmamış çocuklarının gözleri önünde geleceğe akıttığınız? O kan durmuyor hala.

Bir çözüm var elbet. Şahit olduğumuz yerden başlayabiliriz.  Bütün ağdalı, ağlamalı, iniltili, stratejik, size bağırılan ve hep sineye çektiğiniz, sevgi sözlerinin, öpücüklerin hep çıkarla verildiği, şunu yaparsan şu denilen,  şartlı ilişkilerinizi bir kenara atın. O korkunç cinayete şahit olan çocuk için güzelleştirmeye başlayacağımız bir hayata ihtiyacımız var. Yaşadığı o kötü hatırayı ancak her gün mutluluk içinde geçerek, güzellik üstüne güzellikle karşılaşarak unutabilir. Yangın bitti. Şimdi ağaç dikme zamanı.

Yazan Tersla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Mark Twain’in “İnsan Nedir?”i Üzerine

Aklını Kaybeden Ülke