Jim Jones ve Jonestown Katliamı
Tarihte yaşanan bazı olaylar kimi zaman rasyonalite ile izah edilemez. Guayana’da, Jim Jones’in; intihar etmeye ve öldürmeye ikna ettiği 909 kişide de böyle bir durum söz konusu. Şimdi hep birlikte katliamın detaylarını inceleyelim.
Resmiyette ismi James Warren Jones olarak geçen Jim Jones, 13 Mayıs 1931’de Indiana-Crete’nin kırsal bir bölgesinde doğmuştur. Bazı iddialara göre Jones’in annesi Lynetta Putnam bir çeşit ”mesih” doğurduğuna inanan bir kadındı. Jones’in soyu İrlanda-Galler’e dayanmasına rağmen Jones soyunun Cherokee’lere dayandığını öne sürüyordu. Büyük Buhran zamanında, yaşadıkları büyük ekonomik sıkıntılar sebebiyle ailesi 1934’te Indiana’nın Lynn şehrinde tesisatı bile olmayan bir barakaya taşınmışlardır.
Jim Jones çocukluğunda gerçek bir kitap kurduydu. Özellikle; Josef Stalin, Karl Marx, Mao Zedong, Mahatma Gandhi ve Adolf Hitler gibi tarihsel kişileri özellikle incelemiş, güçlü ve zayıf yanlarını keşfetmeye çalışmıştır. Jones’in arkadaş edinmekte zorlandığı için dine yöneldiği öne sürülür. O dönem için Jones’i tanıyan bazı kişiler Jones’i daha sonraları, ”din ve ölümle saplantısı olan….çok garip bir çocuk” olarak tanımlamışlardır. Hatta bu kişiler Jones’in evinde öldürdüğü hayvanlar için cenaze törenleri düzenlediğini de iddia etmişlerdir.
Hem Jones hem de onun çocukluk arkadaşı, Jones’in 1.Dünya savaşı gazisi olan babasıyla (James Thurman) ilgili, ”alkolik bir Ku Klux Klan” üyesi olduğu yönünde bir iddiada bulunmuşlardır. Jones, sosyal yaşantıdan dışlanmış bir çocuk olarak siyahi insanlara sempati duymaya başladığı bu dönemde babasıyla zıtlaşmıştır. Babasının, eve siyah bir arkadaşının gelmesine izin vermeyişiyle Jones, uzun yıllar babasıyla konuşmamıştır. Anne ve babasının ayrılışının ardından Jones, annesiyle birlikte Indiana’nın Richmond kentine taşınmıştır. Richmond Lisesi’nde üstün bir başarı gösteren Jones, yaşıtlarından önce ve yüksek bir ortalama ile mezun olmuştur.
Jones daha sonraki yıllarda hemşire olarak çalışan Marceline Baldwin ile 12 Haziran 1949’da evlenmiş ve ardından Indiana’nın Bloomington kentine taşınmıştır. Jones 1951 yılında ise Indiana-Indianapolis’e taşınmış ve Butler Üniversitesi’nde ikinci öğretim eğitimi görerek lise öğretmenliğini bitirmiştir.
Din, Sosyalizm ve Yeni Arayışlar
Jones, Indianapolis’e yerleştikten sonra ABD Komünist Partisi’nin çalışmalarına katılmaya başlamıştır. ABD’de komünistler için senatör Joseph McCarthy’nin başını çektiği sürek avı döneminde Jim Jones’in kendi düşüncelerini savunması oldukça zorlaşmıştır. Özellikle, kendisine açılan davalar, F.B.I tarafından sürekli sorgulanıyor oluşu, komünist olduğu bilinen kişilerin toplum dışına itilmesi ve özellikle Julius ve Ethel Rosenberg‘in casusluk suçu ile yargılanıp idam edilmesi Jones’i oldukça kızdırmıştır. Bu durumlar Jones’i, düşüncesini savunmak konusunda başka arayışlara itmiş ve Jones marksistliğini savunabilmek için kiliseye sızmayı düşünmüştür.
Jim Jones, Komünist Parti dışından tanıştığı Metodist bir kilise yöneticisi vasıtasıyla kiliseye katılmış ve 1952 yılında Sommerset Southside Metodist Kilisesi’nde öğrenci vaizi olmuştur. Jones bir süre sonra siyahların cemaate katılmasına izin verilmemesi gerekçesiyle kiliseden ayrılmıştır. O dönemde geçimini sağlamak için kapı kapı dolaşarak maymun satmaya başlamıştır. Maymunların hastalanması veya yolda ölmesi sebebiyle havayolu şirketinin sevkiyatı reddetmesi, The Indiana Star adlı gazetenin ilk sayfa haberi olarak dikkatleri üzerine toplamıştır.
Yine bu dönemde Seventh Day Baptist Kilisesi‘nin bir inançla tedavi ayinine şahit olan Jones, bu ayinlerde çok fazla insan olduğunu ve ayinlerin ciddi miktarda paralar toplanmasını sağladığını görerek amaçlarına bu yolla ulaşabileceğini düşünmüştür. Bu düşüncesiyle harekete geçen Jones, Indianapolis’te bir bina kiralamış ve buraya Community Unity (Cemaat Birliği) adını vermiştir.
Peoples Temple (Halkın Tapınağı)
11-14 Haziran 1956 tarihlerinde Indianapolis’te bulunan Cadle Tabernacle adlı bir salonda geniş katılımlı bir dini toplantı düzenledi. Toplantının dikkat çekmesi ve katılımın fazla olması amacıyla toplantıya Papaz William M. Branham’ı davet etti ve insanlara birlikte seslendiler. Jim Jones dikkateleri üzerine çektiğinin farkındaydı, artık etrafına bir cemaat de toplamış olan Jones kendi kilisesini kurmaya girişti. İlk olarak Wings of Deliverance (Kurtuluşun Kanatları) ismiyle kurduğu kilise birkaç isim değişikliğinin ardından Peoples Temple Christian Church Full Gospel (Halkın Tapınağı Pentakostal Hıristiyan Kilisesi) ismini aldı. Bu kilise kaynaklarda daha çok Peoples Temple olarak yer edinmiştir.
Halkın Tapınağı başlangıçta sosyal bir yardımlaşma ve ırkların dayanışması temelinde faaliyet göstermiştir. 1960’ta sokak insanları ve düşkünler için çorba dağıtan tapınak daha sonraları yardım politikalarının kapsam ve boyutlarını genişletmiştir. Bu dönemde tapınak Disciples of Christ (İsa’nın Havarileri) tarikatı tarafından tanınmış ve Jim Jones vaiz ünvanını almış ve ünvanını aldığı aynı sene içinde Butler Üniversitesi’nden de mezun olmuştur. Tapınak üyelerinin bazıları bu dönemde Stalin’in politikalarını eleştirdiği için Jim Jones da ABD Komünist Partisi’yle yollarını ayırmıştır.
Anti Nazizm ve Faaliyetler
Ünü ve medyatikliği artan Jones 1960’ta Indianapolis’in Demokrat Partili Belediye Başkanı Charles Boswell tarafından İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı‘na getirildi. Ancak Boswel’in kendisine yaptığı, çok fazla aktif ve göz önünde olmama tavsiyesini pek de dikkate almayarak buna karşı direniş gösterdi. Görüşlerini yerel televizyon ve tv programlarından dillendiren Jones, belediye başkanı ve diğer yetkililer kamusal faaliyetlerini azaltmasını istediklerinde onlara; Şehir Birliği’nin düzenlediği bir toplantıda: ”Halkımı Rahat Bırakın!” sözleriyle tepki gösterdi. Bu dönemde Jones siyah ve beyaz insanlar arasında yaşanan toplumsal ve fiziksel ayrıştırmayı hedef alıyor ve çeşitli yerlerde entegrasyon (birleşme) çalışmaları yürütmekle uğraşıyordu.
O dönemde kapısına gamalı haç çizilen 2 siyah ailenin yanına gitmiş ve ortalığı yatıştırmaya da çalışmış ve o bölgedeki beyaz ailelere de taşınmamaları tavsiyesinde bulunarak bütünleşmeyi savunmuştu. Jim Jones o dönemde oldukça militan çıkışlar yapmış ve özellikle siyah müşterilere hizmet vermeyi reddeden restoranları hedef almıştır. Nazi liderlerine yazdığı mektuplara gelen cevapları basına sızdırarak provokatif bir tarz benimseyen Jones, 1961’de ülser sebebiyle 1 hafta hastanede kaldığı dönemde yanlışlıkla siyahların bölümüne konulmuş ve sonrasında bu durumu ”düzeltmeye” çalışan hastane yönetimine karşı çıkarak siyahlarla birlikte kalmıştır. Hastanedeki siyahların yataklarını düzelten ve lazımlıklarını boşaltan Jones’in bu durumu oldukça dikkat çekmiştir.
Jim ve eşi Marceline kendi ırklarından olmayan bir çok çocuğu o dönemde evlat edinmiştir. Jones bu dönemde ailesine gök kuşağı ismini vermiştir. Jones ayrıca tapınak üyelerini de Gökkuşağı Ailesi ismiyle adlandırmıştır.
“Entegrasyon artık benim için çok daha şahsi bir mesele. Bu artık oğlumun geleceği meselesi.”
Jones Çifti bu dönemde Kore-Amerika kökenli 3 çocuğu ve 1954’te de kısmen Kızılderili soyundan gelen Agnes Jones’u da evlat edinmiştir.
Seyahatler ve Katılımlar
60’lı yıllarda nükleer bir dünya savaşı herkes gibi Jim Jones’in de gündemini işgal etmekteydi. Jones, Esquire‘deki bir makalede Brezilya‘nın Belo Horizonte kentinin nükleer savaşta güvenli bir alan olarak gösterilmesi üzerine ailesi ile birlikte oraya seyahat etti. Jones’in amacı tapınağını konumlandırmak için güvenli bir alanın fizibilitesini yapmaktı. Belo Horizonte’de bir ev kiralayan Jones, oranın kendi felsefesi için vereceği mesajları algılayabilecek bir sosyolojik yapıya sahip olup olmadığını anlamaya çalıştı. Kendisini direkt olarak komünist olarak tanıtmamaya dikkat eden Jones, bunun yabancı ülkelerde bir çekince yaratabileceğini düşündüğü için daha çok ruhani liderliğin olduğu daha şahsi bir komünal düzenden bahsediyordu. Buradaki maddi kaynakların yetersizliği sebebiyle Rio de Janeiro’ya taşınan Jones ve ailesi burada favelalarda yaşayan insanlarla ilgili bir takım yardım organizasyonlarına katıldı. Brezilya’daki yerel dinler hakkında da keşifler yapan Jim Jones, bazı vaizlerin o olmadan tarikatin devam edemeyeceğini söylemesi üzerine geri dönmeye karar verdi.
1963’te Indiana’ya geri dönen Jones cemaatine; 15 Temmuz 1967’de, dünyanın yaşanacak nükleer savaşta yok olacağını, ardından bir sosyalist cennetin doğacağını ve güvenlikleri için tapınağın Kuzey Kaliforniya’ya taşınması gerektiği vaazını verdi. Kaliforniya’nın Ukiah şehri yakınlarında Redwood Vadisi’ne yerleşen tapınağa bu dönemde Hoosier Kilisesi’ne mensup olan 140 kişi de katılmış ve tapınak 1969’da toplamda 300 kişiye erişmiştir.
Catherine Wessinger’a göre, ”sosyal incilin erdemlerinden bahseden Jones, 1960’ların sonlarından önce asıl incilinin komünizm olduğunu gizlemeyi tercih etmiştir.”
60’ların sonunda Jones, tapınaktaki bazı vaazlarında kendi kafasındaki ”Apostolik Sosyalizm” düşüncesinden kısmen de olsa bahsetmeye başlamıştır. Apostolik Sosyalizm daha çok havarilerin kökenine dayanan ve sosyal adaletsizliğe İsevi bir karşı çıkış olarak da yorumlanabilecek bir anlayış. Jones, din afyonuyla uyuşmuş insanların aydınlanma (sosyalizm) ile tanışması gerektiğini öne sürüyordu.
“Kapitalist Amerika’da, ırkçı Amerika’da, faşist Amerika’da doğduysanız, günahkâr doğmuşsunuz demektir. Ama sosyalizmde doğduysanız günahkâr doğmamışsınızdır.”
1971’de tapınak, yeni üyeler toplamak amacıyla eyalet çapında otobüs turları düzenleyerek dini radyolarda yayınlara başladı. Tapınağın mensupları ülkeyi dolaşarak yeni müritler bulmaya çalışıyordu. 1973 yılına geldindiğinde yalnızca 8 üye ayrılmasına rağmen Halkın Tapınağı toplamda 2570 üyeye erişmişti.
Yol Ayrımı
1970’lerin başında artık geleneksel hristiyanlığı ve tanrıyı açıkça eleştirmeye başlamış, İncil’in kadınlara ve siyahlara eşit mesafede olmadığını ve bu kesimlere zulüm etmek için bir araç haline dönüştürüldüğünü söylüyordu. Hatta Kral James İncili‘ni eleştirmek üzere The Letter Killeth (Harf Öldürür) isimli bir kitapçık da yayımlamıştır.
Bu dönemde Jones kendisini artık; İsa, Lenin, Buda, Gandhi gibi isimlerin reenkarnasyonu olarak tanıtmaya başlamıştır.
Tapınağın eski bir üyesi olan Hue Fortson Jr, Jones’in vaazlarından birisinde şunları söylediğini iddia eder:
İnanmanız gereken, görebildiğiniz şeydir… Beni dostunuz olarak görürseniz dostunuz olurum. Babası olmayanlar beni babası olarak görürseniz babanız olurum… Beni kurtarıcınız olarak görürseniz kurtarıcınız olurum. Beni Tanrınız olarak görürseniz Tanrınız olurum.
Eşi Marceline Jones ise – Jim Jones’un ABD’de din yoluyla insanları harekete geçirerek Marksizm’i yaymaya çalıştığını ve ilham kaynağı olarak Mao Zedong’u gördüğünü anlatmıştır. –
Jim, insanları din afyonundan kurtarmak için dini kullanıyor”, ve İncili masaya çarparak “Bu kâğıttan putu yok etmeliyim!” diye haykırıyordu.
Önce kendi kendinize yardım etmeniz lazım, yoksa yardım falan gelmeyecek! Mutluluk için tek bir umut var: O da sizin içinizde! Yukarıdan kimsenin geleceği yok! Yukarıda cennet falan yok! Cenneti burada kurmamız lazım!
Tapınağın Büyümesi
Tapınak Kaliforniya‘ya taşınmasının ardından büyük bir hızla büyüyerek, Los Angeles ve San Francisco gibi büyük şehirlerde şubeleşmeyi başarmıştır. Ancak Ukiah‘taki büyüme olanaklarının sınırlı olması sebebiyle Jones tapınağı sosyal hareketlerin yoğun yaşandığı bir yer olan San Francisco‘ya taşımıştır. Buradaki siyasette de etkili hale gelen tapınak George Moscone‘nin 1975’teki belediye seçimlerini kazanması üzerindeki etkisiyle gücünü adeta zirveye taşıdı. Daha sonra Jones, Moscone tarafından San Francisco Toplu Konut İdaresi’nin başkanı olarak görevlendirildi.
Jones bu dönemde birçok siyasetçi ile temaslar sağlamış, ulusal ve yerel anlamda etkili ve tanınan bir isim haline gelmiştir. Öyle ki Jim Jones o yıllarda Religion in American Life adlı dergiye göre ülkenin en seçkin 100 din adamı arasına girmiştir. 1976’da ise Los Angeles Herald Gazetesi‘nden yılın yardımseveri ödülünü almıştır.
Kaliforniya Meclis Üyesi Willie Brown o dönemde Jones’i şöyle takdim eder:
Her gün sabahın erken saatlerinde aynaya baktığınızda karşınızda görmeniz gereken kişi… Martin Luther King, Angela Davis, Albert Einstein ve Başkan Mao’yu şahsında bir araya getiren biri
Lgbt siyasetin önde gelen aktivistlerinden Harvey Milk ise:
Muhterem Jim, bugün ulaştığım o zirveden aşağı inmem çok zaman sürdü. Bugün çok değerli bir şey buldum. Bir mücadeleye harcanan tüm o saatleri ve enerjiyi telafi eden bir varoluş hissini gördüm. Benim bulmamı istediğin şeyi buldum. Geri döneceğim, zira seni asla bırakamam.
O dönemde eski tapınak mensuplarının yaşadığı fiziki, cinsel ve duygusal suistimalleri konu alan bir makale yayımlayan Chronicle muhabiri Marshall Kilduff, Jones’in gücüne karşın yazısını ancak New West adlı dergide çıkartabilmişti. Makalenin içeriği, Jones ve tapınağın mensuplarından bir kısmı 1977’de Guayana‘ya yerleşme kararı aldı. Tapınağın burada hali hazırda bulunan yerleşkesine giden mensuplar bu adım sonun başlangıcı sayılırdı.
Guayana ve Toplu Katliam
1973’te tapınağın yönetim kurulunca alınan karar doğrultusunda Guayana’da kurulan yerleşkede Peoples Temple Agricultural Project (Halkın Tapınağı Tarım Projesi) ile Jonestown kasabası inşa edilmeye başlanmıştı.
Jonestown, Jim Jones tarafından kafasındaki sosyalizm cennetini yaratılabileceği yer olarak görülüyordu. Aynı zamanda burası Halkın Tapınağı hakkında çıkan dedikodular ve basından da uzak bir yer olması açısından kullanışlıydı.
Sanırım bizler oradaki en saf komünistleriz.
Jonestown’da komünite sakinlerinin dışarı ile bağlantısı tamamen kesilmişti, kasabada bulunan merkezi bir ses sistemiyle vaazlarına devam eden Jones, bazen gece yarısı bile insanları uyandırabiliyordu.
”Jones, Translation (Dönüşüm) adını verdiği inancına Jonestown’da kapılmıştı: Buna göre kendisi ve takipçileri hep beraber ölerek başka bir gezegene geçecek ve mutluluk içinde yaşayacaklardı.”
Jonestown’daki bu topluluk daha alt ve kült bir tarikate dönüşmüş ve Jim Jones’in gücü bir ölçüde azalmaya başlamıştır. Jones’in bir uyuşturucu müpteleası olduğu da ortalıkta dönen diğer söylentiler arasındaydı. Eşinin tapınaktan ayrılmaması için Jim Jones’tan onunla yatmasını isteyen Tim Stoen yine de Grace Stoen‘in tapınaktan kaçmasına engel olamamıştı. Daha sonrasında Grace Stoen eski eşine boşanma davası da açacaktı. Jim Jones, John Victor Stoen adlı çocuğun biyolojik babası olduğunu iddia etmiş olsa da doğum kayırları aksini gösteriyordu. Bu durum boşanma davası ile birlikte bir velayet problemini ortaya çıkartacaktı ve Jones, Tim Stoen’den çocuğu Guayana’ya götürmesini istedi. Tim Stoen’in de 1977’de tarikatten kaçması üzerine Jim Jones çocuğa el koydu.
Jonestown’dan kaçmayı başaran insanlar kasabada kalan insanları kurtarmak amacıyla Kaygılı Akrabalar isimli bir organizasyon kurarak Jim Jones üzerinde medya baskısı oluşturmaya çalışıp bir kampanya başlatmışlardır.
Artan baskılar ve merak üzerine Jones’in siyasi nüfuzu da olaya dahil olmuş, Harvey Milk; ABD Başkanı Jimmy Carter‘a yazdığı mektupta Jones’ten ”son derece karakterli bir adam” olarak bahsetmiş ve tapınaktan kaçan insanların küstahça yalanlarla Jones’i suçlamaya çalıştığını savunmuştur. Jones’in belediye kampanyasında yardım ettiği Moscone de Jones’in herhangi bir yasal ihlalde bulunmadığını belirten bir bildiri yayınlamıştır.
1978’de Tim Stoen, dış işleri bakanlığı yetkilileri ve kongre üyeleriyle görüşmek için Washington‘a gitmiş ve kongreye hitaben bir rapor yazmıştır. Kaygılı Akrabalar bu dönemde, hazırlamış oldukları yeminli mektupları; Halkın Tapınağı’na, kongre üyelerine basın mensuplarına dağıtmışlardır. Bu girişimler Kaliforniyalı kongre üyesi Leo Ryan‘ın ilgisini çekmiş ve Ryan, Guayana Başbakanı Forbes Burnham‘a, Tim Stoen adına bir mektup yazmıştır.
Kasım 1978’de Leo Ryan ile birlikte bir tahkikat heyeti, Jonestown’daki insan hakları ihlali iddialarını araştırmak üzere kasabaya gelir. Heyetin içinde NBC’den kameramanlar, Jonestown üyelerinin akrabaları ve basın mensupları yer alıyordu. 15 Kasım’da Guayana’nın başkenti Georgetown‘a gelen heyet oradan da kasabaya geçti. O akşam Jim Jones misafirperverliğini göstererek heyete bir ziyafet düzenledi.
İlerleyen günlerde, Leo Ryan’ın tapınak üyesi olan Don Sly tarafından bıçaklı saldırıya uğraması ardından heyet 15 tapınak mensubunu da yanlarında götürerek aniden kasabadan ayrıldılar.
Hava Alanı Saldırısı
Ryan ve heyeti kasabadan ayrılıp hava alanına yöneldiğinde, Jones’in silahlı muhafızları olan Kızıl Tugaylar da oraya gelerek heyete silahlı saldırıda bulundular. Muhafızların saldırısı sonucu kongre üyesi Ryan ve 4 kişi daha uçağın yakınındaki bir bölgede öldürüldü. Heyetin diğer kısmının uçağa bindiği sırada tarikatten kaçanlardan birisi olduğu sanılan Larry Layton da heyet üyelerine ateş etmeye başladı.
Havaalanı pistinde öldürülen beş kişi şunlardı: Kongre üyesi Ryan; NBC muhabiri Don Harris, NBC kameramanı Bob Brown, San Francisco Examiner fotoğrafçısı Greg Robinson ve Tapınak mensubu Patricia Parks.
Jackie Speier, ABD’nin Georgetown Büyükelçiliği Müsteşarı Richard Dwyer, NBC yapımcısı Bob Flick, NBC ses mühendisi Steve Sung, San Francisco Examiner muhabiri Tim Reiterman, San Francisco Chronicle muhabiri Ron Javers, Washington Post muhabiri Charles Krause ve Tapınaktan kaçan birkaç eski mensup ise saldırıdan sağ kurtulmayı başarmıştı.
Tüm bunların ardından artık tarikat yaşantısını sürdüremeyeceğini anlayan Jim Jones müritlerine son bir vaaz verir ve onlara şunları söyler:
Buraya gelip üzerimize paraşütle inecekler, masum bebeklerimizi vuracaklar ve çocuklarımıza işkence edecekler, buradaki insanların bazılarına işkence edecekler, yaşlılarımıza işkence edecekler. Ele geçirdiklerinin öylece büyümesine izin verecek ve onları aptallaştıracaklar.
Olayın ardından Sovyetler Birliği ile görüşen Jones’e, hava alanındaki cinayetlerden ötürü artık sığınma taleplerinin karşılanamayacağı söylenmişti.
Jim Jones ve bazı tapınak müritleri tarikatin üzüm aromalı ve siyanür katkılı Flavor Aid karışımı bir içecek içerek devrimci bir intihar eylemi gerçekleştirmesi gerektiğini söylemiştir. Tapınak müritlerinden Christine Miller bu düşünceye başlarda karşı çıkmış ve bazı topluluk üyeleri ağlamaya başlamışsa da Jones buna şu sözlerle karşı çıkmıştır.
Şu histerikleri durdurun. Sosyalist veya komünist olanlar bu şekilde ölmez. Böyle ölüme gidilmez. Şerefimizle ölmeliyiz.
Ölmekten korkmayın. Ölüm yalnızca başka bir uçağa atlamak gibi bir şeydir ve dostumuzdur.
Toplu intihar eyleminden kaçmayı başaran bazı müritlere göre içecek önce çocuklara verilmiş ve ailelere yere uzanmaları söylenmiştir. Toplu intihar eyleminin zihinsel alt yapısı ise daha önceleri ismi Beyaz Geceler olan vaazlarla inşa edilmiştir. Bu vaazlarda tıpkı bir tatbikat yapar gibi insanlar içecekleri içmişlerdir. Beyaz Geceler vaazlarından en az birisinde bazı müritlere zehirli olduğu söylenen içecekler içirilmiş ve müritlerin sadakatleri test edilmiştir.
Siyanürlü karışımların öncelikle çocuklara içirilmesi ailelerin yaşama direncini kırması açısından stratejik bir eylem. Çocuklarının öldüğünü gördüğünde muhtemelen aileler de kendilerini ölüme razı etmeyi başarmışlardır.
Uçak saldırısının yapıldığı günün ilerleyen saatlerinde 304 çocuk olmak üzere 909 mürit toplu şekilde intihar eylemi gerçekleştirmiştir. Jim Jones’in ise bir silahla kendisini öldürmüştür. (İddia bu yönde) Bu olay yakın tarihimizin en büyük toplu intihar vakası olarak kayıtlara geçmiştir. Sonradan F.B.I‘ın bulmuş olduğu 45 dakikalık bir ses kaydı da bulunmaktadır: İntihar öncesi son vaaz
Jim Jones’in son sözleri ise şöyle olmuştur:
Bizler intihar etmedik. Bizler, acımasız bir dünyanın şartlarını protesto etmek için devrimci bir intihar eylemi gerçekleştirdik.
Acaba 909 insanı ölüme ikna etmeye çalışmak mı trajik yoksa 909 insanın buna razı gelmesi mi? Özellikle 45 dakikalık ses kaydının 42. dakikasının sonlarına doğru başlayan sessizlik ve ikna olmuşluk çok korkutucu. Sürekli tekrarlanan vaazlar, ölüm provaları, lsd partileri, çeşitli sex varyasyonları kuran bir vaiz, zevk düşkünlüğü, hitabet, cennetin pazarlanması; sahi cenneti ne kadar çok pazarlıyoruz. Dünyadan ne kadar da umudumuzu kestik ve insanlar kurtarılmaya dair ne kadar doyumsuz bir özlemin içinde.
Artık yalnızca vaizlerin değil; pop yıldızlarının, aktörlerin, moda ikonalarının, siyasi liderlerin, internet fenomenlerinin de peşinden sürükleniyoruz. Tutsaklığımız ve irademizi devredişimiz çeşitlilik kazandı. Kendi aklı ve hayal gücünden ümidini kesmiş, dahası bunlar üzerindeki hükümlerini de yitirmiş milyonlarca insan var dünyada. Ölüm, insanların dünyevi sorumluluklarını artırdığı kadar azaltan da bir gerçeklik ve bu azalmanın yoğunluğu arttıkça saplantılı eylemlere girişebiliyoruz.
Jim Jones’i sosyalizm gibi naif bir hayalle çıktığı bu yolculuktan, 909 kişiyi topluca katletmeye iten korkunçluğu bilmemiz belki pek kolay olmayacak; ancak bizim neden Jim Jones gibi katillerden ya da faşist diktatörlerden vazgeçemediğimizi, özgürlükten neden kaçtığımızı düşünmemiz ve buna yönelmemiz gerekiyor. Belki tüm bunlar biraz da inanmaya olan açlıkla, kurtarılmaya olan güçlü gereksinimle ilgilidir. Belki de bir primatın evrenin her bir yanında yankılanan çıkışsız var oluş çığlığının yarattığı bir irrasyonelliktir bunun sebebi.
Görüntüler ve tanıklıklara dair bir belgesel için: Jonestown: The Life and Death of Peoples Temple