in ,

Tembellik Hakkımız Var Mıdır?

Tembellik bir hak mıdır? Yahut tembellik hakkı deyince ne anlarız? Hiç şüphesiz ‘tembellik hakkı’ mevzu bahis olduğuna aklımıza ilk gelen Fransız düşünür Paul Lafargue’dir. Lafargue’in Tembellik Hakkı, 1880 yılında Egalite dergisine tefrika edilmiş ardından üç yıl sonra ise kitaplaştırılmıştır.

Tembellik hakkı deyince akla gelmesi gereken ‘boş boş yatmak’ değildir. Tembellik hakkı, sınıfsal olarak ezilenlerin ‘boş vakit’ hakkıdır. Kapitalist düzen bize ‘boş vakit’ verir mi? Hiç kuşkusuz cevap ‘hayır’ olacaktır. Lafargue’in yazılarının üzerinden 140 yıl gibi oldukça uzun bir süre geçti. Bu süre kapitalizm için bile çok uzun sayılabilir. Peki 140 yıl öncesinin Fransa’sından bugüne değin ne değişikler oldu? Özünde hiçbir şeyin değişmediğini görmek zor olmasa gerek. Hele ki Türkiye şartlarında bunu gözlemlemek çok zor değil.

Oysa ki, 140 yıl önce makineleşmeye bel bağlayan Lafargue insanların çok daha az çalışarak yeterince üretim yapabileceklerini kalan vakitlerini ise diledikleri gibi geçirebileceklerini savunmuştu. Bugün geldiğimiz noktada makineleşmenin üst boyutlarda olduğunu söylemeye gerek yok. Hatta yapay zekaların tüm üretim bantlarını ele geçirdiği fabrikalar hayatımıza çoktan giriş yaptı. Oxford Üniversitesi ve Oxford Martin Okulu tarafından yapılan bir araştırmaya göre ABD’de işlerin yarısı önümüzdeki yirmi yıl içerisinde robotlar tarafından gerçekleştirilecek.

Peki bunca robot gücü içerisinde insan gücüne ihtiyaç hala var mı? Elbette var. Kapitalist sistemin kendisini devam ettirebilmesi için insanların üretim bantları başında olmasa dahi çalışması gerekiyor. Hayatımızı idame ettirmek için yeterli ürünü çok rahatlıkla üretebiliyoruz. Tüketimimiz bunun kat be kat fazlası. Her yıl yeni modeller çıkaran cep telefonu markalarını düşünün. Gerçekten her yıl bir üst model telefona ihtiyacımız var mı? Elbette yok ancak buna kapitalizmin yani bir avuç sermayedarın ihtiyacı var. Örnek vermek gerekirse, Apple 2017 yılında yaptığı açıklamada eski telefonları yeni güncellemeler ile yavaşlattığını kabul etti.1 Bunu savunmak için ‘telefonların daha uzun kullanılabilmesini sağlamak amacıyla yaptık’ dediler. Tabi bunun bir yalan olduğunu ve bir satış stratejisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat kapitalist sistemin sürekliliği için sizin bu yeni telefonu almanıza ihtiyacı var. Eğer almazsanız ne mi olur? Kriz. Evet iktisatçıların sürekli olarak söylediği ve hayatımızda önemli bir yeri olan ‘ekonomik kriz’ söyleminin temeli işte budur. Ortada bir ürün var ve siz bunu alamıyorsanız, zincirleme olarak bu her şeyi etkiler. Siz bu ürünü alamazsanız, sermayedar kar edemez. Kar edemediği için fabrikayı kapatmak zorunda kalır ve siz işsiz kalırsınız. Böylece para kazanamaz ve harcayamazsınız. Sonuç ise sorumluluğu tüm halkın sırtına yüklenen ekonomik krizdir.

Sonuç olarak, şu sıralar sermayedarlara daha fazla kazandırdığı için yapay zeka ve robot teknolojisi fabrikalarda kullanılmaya başlandıysa da sizin tembellik hakkınız olamaz. Sistem fabrikadaki meta üretimi işini robotlara havale edince size yeni iş kapıları açmak zorundadır. Bu yeni iş kapıları ise elbette hizmet sektöründe olacaktır. Bir avuç sermayedara, bürokrata, onların üst düzey koruma görevlilerine (asker, polis vs.) ve beyaz yakalılara hizmet satmak zorunda kalırsınız. Garsonluktan tutun da çağrı merkezi çalışanı olmanıza kadar tüm gücünüzle onlara ‘hizmet’ etmek zorundasınızdır.

Türkiye Vakıflar Bankası tarafından hazırlanan ‘Küreselleşme Sürecinde Dünya’ raporunda şu rakamları vermiştir; ABD’de 2004 yılında hizmet sektörü %77 iken sanayi sektörü %22’lik yer kaplar. Euro bölgesinde yine aynı yıl hizmet sektörü %71 yer kaplarken, hizmet sektörü %27 yer kaplıyor. Türkiye’de ise aynı yıl bu rakam %65 hizmet sektörü iken %22 sanayi sektörü yer kaplar.2 Bu rakamların 2004 yılına ait olduğunu ve üzerinden 15 yıl geçtiğini hesaba katmak gerek. Robotlar sanayi sektöründe işimizi elimizden alırken, kapitalizm bize hizmet sektöründe yeni alanlar açar.

Sistem bizi hizmet sektöründe çalışmaya mecbur bırakırken, bir diğer yandan da asgari ücret ile insanca yaşanabilecek ücretlerin altında maaşlar verir. Bu maaşı ise yalnızca yeni ürünler alabilmemiz ve sistemin devamı için bize sağlamaktadır. Avrupa ülkeleri arasında asgari ücretle çalışma oranı en yüksek olan ülke Türkiye’dir. Türkiye’de çalışanların yüzde 43’ü asgari ücretle (çoğu zaman açlık sınırının altında olan) hayatını idame ettirmeye çalışmaktadır.3

140 yılın ardından bugün kaç saat çalışıyoruz?

Proletarya çok uzun yıllar boyunca 8 saatlik iş günü için mücadele verdi. Hiç şüphesiz, vahşi kapitalizm şartlarında 14-16 saat olan çalışma saatlerine göre, 8 saatlik iş günü önemli bir kazanımdır. Peki gerçekten günde 8 saat mi çalışıyoruz? Şöyle bir etrafınıza bakmanız bile bunun Türkiye’de geçerli olmadığını anlamanız için yeterlidir. Sigortasız çalışan yüzbinlerce (çoğu mülteci) insanı bir kenara bırakın memurlar ve beyaz yakalılar dışında 8 saat çalışmak hayaldir. Türkiye’de yasal olarak haftalık çalışma saati en fazla 45 olmasına karşın, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) rakamlarına göre haftada ortalama 47,7 saat çalışıyoruz. Avrupa’da en uzun çalışma saatleri konusunda birinciyiz.4

Tembellik hakkı mı demiştik? Bir daha düşünelim. Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde en kötü durumdayken dünyanın geri kalanı ne halde dersiniz? OECD’nin 2017 yılında yayınladığı İstihdam Görünümü Raporu’na göre Türkiye’de insanlar yıllık ortalama 1832 saat çalışırken bu rakamlar Meksika’da 2225, Kosta Rika’da 2212, Güney Kore’de 2069 saati buluyor.5 ‘Geri kalmış’ ülkelerde durumun bundan çok çok daha vahim olduğu su götürmez bir gerçek. Örneğin Hindistan’da çalışma saatlerinin bir üst limiti yokken, yıllık izinin bir alt limiti de yok. Afrika ülkelerine dairse veri bulabilmek bile çok güç.

Robotlaşma, makineleşme her geçen gün daha fazla artarken, bizler daha az çalışmıyoruz. Üstelik bu çalışma rakamlarına siz bir de ücretsiz mesaileri, yolda geçirilen zamanları da ekleyin! Tembellik hakkımızı kullanacak herhangi bir vaktimiz kalacağını sanmıyorum.

İşçilerin, kendilerini öldürürcesine çalışma ve yokluk içinde sürünerek yaşama çılgınlığı karşısında, kapitalizmin büyük üretim sorunu üretici bulmak ve onların gücünü iki katına çıkarmak değil, tüketici bulmak, isteklerini kamçılamak ve onlarda sahte gereksinimler yaratmaktır artık.”6 Bir kez daha hatırlatayım, Lafargue bu satırları yazdığında yıl henüz 1880 idi.

Aradan geçen 140 yılın ardından hala sistemin tüm kurumları bize çalışmamızı salık verir. Daha çok çalışmak, daha çok çalışması için genç nüfuslar yaratmak zorundayız. Çalışmaktan kasıt hep kapitalizm için, açlık sınırının altında bir maaş ile emeğinizi satmaktır. Kimse yaptığınız sanatsal üretimleri ya da kendinizi herhangi bir alanda geliştirmenizi çalışmaktan saymaz. Çalışmak bütün toplum için maaş karşılığı olan iştir. Zihinlerimize öylesine kazınmıştır ki bu, bir maaş karşılığında çalışmayan, hadi onu da geçelim düzenli bir maaş karşılığında değil de düzensiz olarak çalışan herkes bizim için ‘tembeldir.’ Ve tembellik toplumların asla kabul edemeyeceği bir suçtur.

Son olarak J.J. Rousseau 1758 yılında d’Alembert’e Mektup adlı yazasında şöyle demiştir; “Halkın, ekmeğini kazanmak için sarf ettiği zamandan başka zamanı yoksa, yazık. Ekmeğini sevinçle yiyebilmesi için de zamanı olması gerek. Yoksa, uzun süre kazanamaz olur ekmeğini. Halkın çalışmasını isteyen şu adaletli ve iyiliksever Tanrı, onun dinlenmesini de ister. Doğa da halkın, aynı zamanda çalışmasını, dinlenmesini ve didinmesini; aynı zamanda da haz duymasını ister. Çalışmaya karşı duyulan tiksinti, yoksul insanları çalışıp didinmekten daha çok bunaltır.”

Kaynaklar;

1 https://www.bbc.com/turkce/haberler-42441725

2 – https://www.vakifbank.com.tr/documents/earastirma/Kuresellesme_Surecinde_Dunya.pdf

3 – https://www.yenicaggazetesi.com.tr/en-fazla-asgari-ucretli-turkiyede-258755h.htm

4 – https://tr.euronews.com/2018/10/16/avrupa-da-haftalik-ortalama-calisma-saatinin-en-uzun-oldugu-ulke-turkiye

5 – https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43882131

6 – Paul Lafargue, Tembellik Hakkı, Telos Yayınları, 2018, s. 44

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Geleneksel ile Deneyseli Harmanlayan Portekizli Grup: Dazkarieh

Suç ve Ceza Alıntıları Paylaşan Ama Dostoyevski’yi Tanımayan Burjuva Toplum Karmaşası