“Tarih” (historia, history, histoire) sözcüğü bugün anladığımız anlamıyla oldukça yeni aslında. Kökleri antik Yunan’da bulunan bu sözcüğün ilk biçimi ‘istorein’di ve olan biten şeyler anlamına geliyordu. Sözcük 16. Yüzyılda hala bu anlamıyla kullanılıyordu. Örneğin bir doğa tarihi yazmaya çalışan kişi aslında bir doğa araştırmacısıydı ve doğada olan biten şeyleri soruştururdu. Ama 18. Yüzyıldan itibaren tarihle sadece olan biteni değil, insan dünyasındaki zamansal ve olgusal çeşitlilikte ileriye giden bir düzeni ve bunun ilkelerini anlamaya başladık. Böyle ileriye giden bir tarih yazmak başlı başına bir sorundu, üstelik keşfedilen tarihsel bir olgu bu düzenlilik fikrini destekleyebileceği gibi köstek de olabiliyordu. Bu listemizde ilerleyen tarih anlayışımızı destekleyen, kimi boşlukları dolduran ya da onda gedikler açan bazı insan-tarihsel keşiflere değinmek istiyoruz.
#1 Lucy
1974’te Etiyopya’nın Afar bölgesinde bulunduğu için Australopithecus Afarensis olarak sınıflanan Lucy’nin keşfi, kendisinden önce aynı coğrafyada iki farklı insansı fosili -Ardi ve Selam- bulunmuş olsa da büyük heyecan yarattı. Zira bulunan 3,2 milyon yıl önceye tarihlenen bu fosil diğer insansılardan farklı olarak iki ayağı üzerinde duruyordu. Kesinleştirilen kanıtlar ve bağlantılar yok ama Lucy ve türünün Homo Erectus’un atası olma ihtimali oldukça yüksek.
Lucy’ye bu ismin verilmesinin de hayli meşhur bir hikayesi var. Anlatılana göre, gün içindeki kazılardan yorgun düşmüş paleoantropologlar akşam dinlenmesine çekilmişken o gün yağan şiddetli yağmurun toprakta açtığı olukta Lucy’nin kalıntılarını fark ederler ve o sırada radyo da Beattles’ın “Lucy in the sky with diamonds”ı çalmaktadır.
#2 Hohlenstein-Stadel Aslanı
Kazılarına 1861’de başlanan ve aralıklarla günümüze kadar devam eden Hohlenstein-Stadel (Almanya) mağarasındaki en önemli buluntu 1969’da ortaya çıkarılan ve 30-35 bin yıl öncesine tarihlenen 31 cm. boyundaki aslan başlı insan vücutlu fildişi heykelciktir. Özellikle Harari’nin Sapiens kitabından aşina olabileceğiniz bu heykelcik insanın kültür tarihinde bir eşik oluşturmuş ve hem antropoloji hem de sanat tartışmalarında önemli bir yere oturmuştur. Bir sanat eseri midir (tartışmanın bir ayağı da budur zaten), dinsel bir figür müdür, can sıkıntısının ürünü müdür; bu sorular bir yana Stadel Aslanı insanın soyutlama gücünün, farkı nesnelere ait nitelikleri soyutlayarak bir bütünde tamamlama etkinliğinin en bariz ve eski örneklerinden biridir.
#3 Chauvet Mağarası
Tıpkı Stadel Aslanı gibi son 20 yıldır yazılan neredeyse tüm sanat tarihi kitaplarının ilk sayfalarında rastlayacağınız Chauvet mağarası bilinen en eski duvar resimlerini barındırır. Birkaç mağara bilimci tarafından 1994’te Fransa’da tesadüfen keşfedilen mağaranın ve duvarlarındaki resimlerin önemi kısa sürede anlaşılmış ve 28 bin yıllık bu resimler zarar görmesin diye mağara turist ziyaretine kapatılmıştır. 2014 yılında Unesco Dünya Kültür Mirası listesine giren mağaraya dair oldukça ilgi çekici ve kapsamlı bir belgesel-film izlemek isterseniz Werner Herzog’un Cave of Forgotten Dreams/Unutulmuş Düşler Mağarası‘nı izleyebilirsiniz.
#4 Göbeklitepe
Belki Etiyopya’ya, Almanya’ya ya da Fransa’ya gidecek durumda olmayabilirsiniz ama tarih ayağınıza geldi. Şanlıurfa’daki bu tarihsel alan arkeolojik bir buluntu olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyor. Zira 12 bin yıl önce inşa edildiği düşünülen Göbeklitepe hem “yerleşik hayat” kavramının hem de “Tarım Devrimi” olarak anılan üretim biçimi dönüşümünün sınırlarını eğip büküyor.
#5 Buzadam Ötzi
1991 yılında İki dağcı tarafından tesadüfen bulunan ve başlangıçta bir dağcı cesedi sanılan Ötzi bulunmuş en eski insan mumyasıdır. 5300 yıl önceye tarihlenen mumya üzerine laboratuvarda yapılan pek çok inceleme, bu yaşlı türdeşimizin son yediği yemekten, geçirdiği hastalıklara, bu hastalıkların tedavileri için yaptığı/yaptırdığı tedavi biçimlerine kadar pek çok olguyu ortaya çıkardı.
#6 Truva
Neredeyse bütün bir Bergama’yı Berlin’e taşımış olmalarından da anlaşılabileceği gibi Alman arkeologlar Anadaolu’daki arkeolojik kazılarda her zaman etkin bir role sahip oldular. Göbeklitepe’yi 1995’te ilk kazanların da Alman arkeologlar olduğunu hatırlatalım. Bu sefer hikayemiz daha eski ve bir o kadar ilginç. Truva antik kentinin 1871’de bulunması ve kazılmaya başlanması Alman bir tüccarın düş gücüne ve kararlılığına dayanıyor. Homeros’un destanlarını okuyan Heinrich Schliemann destanda geçen efsanevi antik kentin gerçekten var olduğuna ve İlyada’dan hareketle bulunabileceğine inanır. Aslında bu iddia daha önce de ortaya atılmıştır ama sonuç vermemiştir. Schliemann’ın da ilk kazıları hüsranla sonuçlandı. Ancak ilk mücevherlerin ortaya çıkmasıyla birlikte doğru yerde olduğunu anladı.
Yolunuz Çanakkale’ye düşerse Hisarlık’a kadar gidip bu antik kenti görmeyi ihmal etmeyin. Bir de not: Truva’daki kazılar sürüyor ve çalışmaları Tübingen Üniversitesi yürütüyor.
#7 Ölüdeniz Yazmaları
1947 yılında Kumran vadisinde kaybolan keçilerini arayan bir çoban girdiği bir mağarada bir grup testi bulur. Testilerden birini açtığına içinde yazılı kağıt ve deri tomarları olduğunu görür ve hikaye başlar. Civardaki 11 mağarada yapılan kazılar sonucu Yahudiliğin ve Hristiyanlığın tarihine ışık tutacak yaklaşık 40 bin tomar bulunacaktır. Hala pek çok tartışmanın odağındaki bu çoğunluğu İbranice ve Aramice metinler bugün Jerusalem Müzesindedir.
Yazmalarla ilgili tartışmalı iki kitap önerelim:
Geza Vermes, Ölü Deniz Parşömenleri, Nokta Yayınları, 2005
Luici Cacioli, Mesih Masalı: İsa Gerçekte Hiç Yaşamadı, Çivi Yazıları, 2008
#8 Rosetta Taşı
1798 yılında Mısır’da kale yapmak üzere taş arayan Fransız askerlerce bulunan Rosetta taşı, kendi arkeolojik önemini aşacak biçimde Mısır hiyerogliflerinin çözülmesini mümkün kılmıştır. 760 kilogram ağırlığındaki bu taşın üzerinde biri Yunanca olan üç ayrı dilde yazılmış aynı metin –aslında bir antlaşmadır- vardır. Zaten bilinen Yunanca ile yapılan karşılaştırmalar sonucunda o zamana kadar bilinmeyen Demotik ve hiyeroglif alfabeleri de böylece ilk kez çözülmüş olur.
#9 Pompei
MS. 79 yılında Vezüv yanardağı patlar ve Roma’nın görkemli kentlerinden biri olan Pompei volkanik kül altında kalarak ortadan kalkar. 17. Yüzyılda yeniden keşfedilen bu antik kentte tarih (insan ve hayvanlar da) taşlaşarak korunmuştur. Şizofrenik tahayyül burada sapıklığın ilahi bir cezalandırılmasını görse de bu kent antik Roma kültürünün en zengin örneklerini günümüze ulaştırmıştır.
#10 Moai Heykelleri
Pasifik’teki Paskalya Adası (Easter Island) bugün iki özelliğiyle bilinir. İlki, insanın doğaya karşı işlediği suçun doğa tarafından cezalandırılmasının bir örneği olarak (Rapa Nui halkı zamanla o kadar çok ağaç kesmiştir ki adanın bereketli toprağı yağmur suları ve sellerle okyanusa karışmış, ada halkına hayatta kalmak için sadece balıkçılık yapmak kalmış ve ada nüfusu hızla azalmıştır). İkincisi de büyüklükleri ile hayran bırakan Moai heykelleridir (ne hazindir ki ikisi de aynı insanın eseridir, “ve kahreden, yaratan ki onlardır.” Pardon, tutamadım kendimi). İlk kez 1722’de adaya ayak basan bir Alman tarafından keşfedilen ve sayıları bini aşan bu heykeller arasında 85 ton ağırlıkta olanlar vardır; bu yüzden pek çok komplo teorisyenin de ilgisine mazhar olmuşlardır.
Bir de film önerisi: Rapa Nui/Elveda Cennet
#11 Terracotta Ordusu (Taş Askerler)
İnsan emeğinin hudutsuzca çarçur edilmesinin bir örneği olan Taş Askerler 1974 yılında sulama için kuyu açan Çinli çiftçiler tarafından bulundu. İlk Çin imparatoru Qin Shi Huang tarafından ölümünden sonra kendisini korumaları amacıyla yaptırıldığı düşünülen ve iki bin yıl önceye tarihlenen Terracotta ordusu her birinin yüzü birbirinden faklı 8 bin asker yanında 130 savaş arabası ve 150 süvari atı içeriyor.