Dostoyevski
Bu isim sizlere ne çağrıştırıyor? Suç ve Ceza mı yoksa Yeraltından Notlar mı?
Geçenlerde bir araştırma yazısına denk geldim. Yazıda diyor ki: Dostoyevski, dünya tarihi üzerinde en çok adı geçen ancak eserleri hakkında okunma olasılığı en düşük yazarlardan birisi imiş. Yani sokakta ya da bir toplulukta çoğu kişinin, “okudum evet çok enteresandı, çok etkileyici ve derin yazıyor” demesine pek aldırmamız gerekiyor. Çünkü çoğu kişi bu edebiyat peygamberinin sadece Suç ve Ceza yahut Yeraltından Notlar romanlarının varlığından haberdar. Çünkü çoğu kişi sadece etraftan topladığı bilgiler ile bu cümleleri kurabiliyor. Sebebi ise, endüstrileştirilen edebiyat’ın bilinçaltımıza yerleştirmek istediği, “Satın al! Okumak zorunda değilsin ama okumuş gibi sosyal medya’da paylaşabilirsin” demesi ve bunu düşüncelerimize kadar dikte ederek bizleri zehirlemesi.
Her yerde, her köşe başında beş, on liraya bulabileceğimiz Dostoyevski’nin kitapları mevcut. Evet, ucuz maliyetle kitap alabilmek her insanın hakkı, keşke çoğu eserin fiyatı o civarlarda olsa, burada bir sorun yok. Ama neden Dostoyevski gibi dev bir yazarın kitaplarına ulaşmak istediğimizde karşımıza sadece Suç ve Ceza ile Yeraltından Notlar çıkıyor? Eğer herkes bu iki kitabı çok seviyorsa neden çoğunluk okumamış? Bunlar düşünülmesi gereken önemli konular.
Haydi, kabul edelim ki devir bunu gerektirdi ve bu adam bu iki kitabı ile özdeşleşmiş vaziyette. Buna da kabul. Ama bu kez karşımızda popülarite diktesinden daha tehlikeli bir unsurla yüzleşmek zorunda kalıyoruz: Tercüme rezaleti!
Sabahattin Ali Markopaşa Yazıları ve Ötekiler adlı yapıtının İkinci Dilden Tercüme Meselesi ve Bir Misal bölümünde der ki: “Edebi bir eseri asıl yazıldığı dilden değil de, ikinci bir dilden tercüme etmek, daima tehlikeli, türlü hatalara elverişli bir yoldur. Tercüme esnasında, mütercim kelimelerin manalarını nakil ile kanaat ettiği müddetçe bu hayat yok olur, ortada sadece birtakım ölü kelimeler silsilesi kalır.”
Bu mesele’nin ne kadar önemli olduğunu şöyle arz edebiliriz. Goethe’nin Faust adlı trajedisi altmış yılda yazılmış ve ömür harcanmış bir eser. Ama biz onu kötü bir tercüme ile birden yıl sonu oynanan lise şenliğindeki tiyatro senaryosuna dönüştürebiliriz. Evet! Konu bu kadar ciddi ve tehlikeli vaziyettedir.
Örnek vermek gerekirse Suç ve Ceza’da meşhur bir sahne vardır: Raskolnikov, fahişelik mesleği yapmakta olan Sonya’nın birden önüne eğilir ve ayaklarını öpmeye başlar. Şaşkınlığını atamayan ve yüzü bembeyaz olan Sonya: Ne yapıyorsunuz diye haykırdığında Raskolnikov o sözü söyler:
Ben senin önünde değil, insanlığın çektiği acı önünde eğildim. Ne kadar da manidar ve etkileyici değil mi? Ancak biz Suç ve Ceza romanını düzgün çevrilmemiş bir kaynaktan okursak ki bizzat karşılaştığım cümle şöyle idi:
Kahramanımız birden bu fahişe kızın önünde eğildi ve dizlerini tutmaya başladı. Bunun üzerine şaşıran Sonya adama ne yaptığını sordu. Raskolnikov ise: Ben senin önünde değil insanlığın acısı önünde yere kapandım. Yüzyıl etkisini koruyacak o etkileyici cümle birden küflenmeye başladı bile.
Oysa Karamazov Kardeşler teknik bakımdan, -ki bence kurgu olarak da- Suç ve Ceza’dan kat kat daha iyidir. Ha kötülemek için söylemiyorum haşa! Ancak kimse İvan Karamazov’u bilmez ya da Budala’daki Mişkin’i yahut sevdiği kadının sırf mutluluğu için onu aşığıyla bir araya getirmeye çalışan İvan Petroviç’i.
Biz her şeyi endüstrileştirerek zaten çoğu şeyi kaybettik. Ha kitap sektörü de endüstri batağına saplanmış vaziyette ancak kelimenin etini kesmeye kapital baltanın gücü yetmeyecektir. Kelime ve cümle daima yaşayacaktır her zaman ki etkileyiciliği ile.
Bir de Can Yücel’e ait olmadığı halde Can Yücel imzasıyla paylaşılan saçmasapan alıntılar var ki onlar çok daha fena.
Maalesef okuyan dostum maalesef. Çok üzülüyoruz elimizden geldiği kadar durumaya çalışıyoruz ama nafile.