Akıl hastalığında yaşam şekliyle birlikte her şey üst üste biner. İnsan kısıtlanmış hayatla birlikte kısıtlanır. Toplumdan soyutlanmış olmak artık sadece evde yaşıyor olmak elsiz ayaksız olmak giderek ruhsal bir alanda yaşamak demek. Kullanmadığımız her şey ölür. Dil konuşmaya konuşmaya zayıflar. Yeni bir şey öğrenmemek, yeni bir yer görmemek… Kısıtlanma insanı değiştirir.
Akıl hastaları kendilerine iyi gelecek şeyleri akıllılar gibi önceden tahmin edemeyen insanlardır. Akıllılar stratejikken akıl hastaları oluşu yaşarlar. Tıpkı bebekler, çocuklar ve hayvanlar gibi. Bu yüzden psikoterapi* ilaçtan daha önemli. Hastayı tanımalı ve ona iyi gelecek şeyleri onun için öncelemeli. O yaşam şartlarını oluşturmalı. Ama ne yazık ki bugün hikâyeden daha önemli olan o hastalığın türleri tıbbi kategorizasyonları… İlaçlar, hastane tedavisi ve evde soyutlanma tüm bunlar işte aklın bir hastalık için yakalanması. Çünkü tüm doktorlar bilirler; bir müddet sonra kullanılan ilaçlar yüzünden kişinin içine düştüğü durum kendi başına bir hastalıktır. Onu ilaç ve hastane soyutlama ağı ile yakalayıp gerçek yaşantısı ile olan tüm bağlarını koparmadan önce ne yapabiliriz? Sorulması gereken bu. Sokakta yaşayan birini yıllarca yıkanmamış sokakta yaşayan birini yıkadığınız zaman ölür. İlaçlar ve hastane ya da ev soyutlaması ile hayattan mahrum bıraktığımız birini de bir anda hayata bıraktığınızda ölür. Ona iyi gelecek şeye birdenbire kendimize göre karar veririz. Sorun burada; akıl hastalarını önce toplum yararını gözeterek tedavi ediyoruz. Önce onları düşünerek değil.
Doktor yetersizliği yüzünden evlere hapsolmuş, tedavileri doktor yüzü görmeden on yıllarca yirmi yıllarca aynı ilaçları aileleri tarafından verilerek devam ettirilen şizofreni hastaları var. En azından ayda bir kez evlere kontrollere gidecek, konuşacak ve tedavisini gözetecek bir sistem imkânsız değil. Şizofreni bulaşıcı değildir. Ruhsal bir hastalıkla damgalandıkları için fiziksel anlamda yok değiller. Varlar. Kendileri ifade edemese de ağrıları sızıları, nefes darlıkları… Fiziksel hastalıkları da var.
Akıl hastalarının çoğu için şunu duymuşsunuzdur. “Gerçek dışı bir âlemde yaşıyor.” Ya ellerinden tüm gerçeği aldıysak onlara yaşayacakları bir gerçek bırakmadıysak… Bir de “kendi kendine konuşuyor.” Ya konuşacak kimsesi kalmamışsa…
Sadece doğaya ve hayvanlara yapıp ettiklerimizi değil, şizofreni hastalarına yanlış yaklaşımlarımızı da bugün daha çok düşünmemiz gerekiyor. Sessiz doğanın bir yüzü de onlar çünkü.
O kadar yalnız kalmıştı ki benliği onu eğlendirmek için ona arkadaş olmak için ikiye bölündü. Bir müddet hâkimdi bu bölünüşe. Ne olup bittiğini biliyordu. O konuşan da kendisi idi, buna izin veren de… Sonra sonra kimse yardıma gelmedikçe alıp başını gitti bir yanı. İşte bu tamamen alıp başını gitme noktasına gelmeden sağlıklı, bilimsel insani yaklaşımla zamanında yetişmeli…
*Psikoterapi, bir anlamda terapistle birlikte sorunu bulma ve çözme. Düşünün bir şeyinizi kaybettiniz evde. Önce sizden ne istenir? Koymuş olabileceğiniz yerleri hatırlamaya çalışmanız istenir. Çünkü kaybeden sizsinizdir. En kolay bulabilecek olan da sizsinizdir. Evi bilen sizsinizdir. Terapist olayları hatırlatarak size güç vererek, karanlıktan korktuğunuz için evin girilmeyecek odalarına girebilmeniz için de fener tutan kişidir. Aşağıdaki alıntı psikoterapiye işaret ediyor… “Yunalı hekimler bazı hastalıkları iyileştiremiyorlar, çünkü tedavi edilmesi gereken bütünün ne olduğunu bilmiyorlar; bütün hasta oldukça kısım nasıl iyi olur? Bedene, bütünüyle ele alınan insana, her türlü iyilik ve kötülük ruhtan gelir, gözlere bütün kötülüklerin baştan gelmesi gibi. O halde başın ve bütün bedenin sağlığı isteniyorsa her şeyden önce fenalığın kaynağı olan ruhu tedavi etmek lazımdır. Ruh ise efsunla düzelir. Efsun da ruhta bilgeliği doğuran güzel sözlerdir. Ruh bir kere de bilgeliğe erişti mi artık başın olsun, bedenin olsun sağlığı kolaylaşır. (Kharmides-Eflatun)