in

Sistemin Yok Edemediği Direnç: Abject (İğrenç)

1960’lardan itibaren modernizmin meta anlatıları postmodern düşünce aracılığıyla özeleştiriye tutulmuştur. Bu süreçte eril aklın hâkim güce dönüştüğü kültür inşasının temelleri tartışmaya açılmıştır. Michel Foucault’nun da vurguladığı gibi “özne, kendini şekillendiren iktidar ilişkilerinin nesnesidir; özneyi çözümleyebilmek için iktidarı çözümlemek gerekir”. İdealist ve tekçil modernist düşüncenin toplumu aynılaştırma ve ötekileştirme söylemleri altında yatan iktidar yapılanması da bu bağlamda su yüzüne çıkarılmaya çalışılmıştır.

Fransız düşünür Jean-Paul Sartre’a göre ‘öteki’ mefhumu, toplumun egemen grubunun kendinde istemediği yönlerini savuşturmasını sağlayan bir günah keçisidir. Bu durum kendini özellikle fiziksellik üzerinden yansıtmaktadır.

Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet ayrımıyla ötekileştirilen kadın ve bedeni bu noktada özellikle feminist eleştiri tarafından ele alınan öncelikli konulardan biri olmuştur. Feminizmin ilham kaynaklarından olan Simone de Beauvoir’un belirttiği gibi toplumsal yaşamda eril alan normlara karşılık gelirken kadınlık normal dışı ve olumsuz bir alanı işaret ederek ötekileştirilmektedir. Feminist düşünür Ti-Grace Atkinson’a göre, erkekler kadınların bireysel ve bedensel varlık alanlarını tarih öncesi çağlardan itibaren işgal etmektedirler. Kadın bu yolla erkeğin onay aracı haline dönüşmüştür ve onun eksikliklerinin inkârına olanak tanımıştır. Cinsiyet ayrımının var olduğu toplumsal bir yapı içinde kadın; emeğine, benliğine ve bedenine yabancılaşma problemini ruhunun en derinlerine kadar yaşamaktadır. Bu yabancılaşma kadının bedeninin ötekileştirilerek şeyleşmesine, çoğu zaman özne seviyesinden nesne düzeyine indirgenmesine neden olmuştur. Karen Horney’e göre bedenle yabancılaşmaya iten her durum öznenin arzuları, duyguları, inançları ve içsel enerjisinden uzaklaşması anlamına gelen nevrotik bir durum yaratmaktadır.

Carolee Schneemann Interior Scroll, 1975
Carolee Schneemann Interior Scroll, 1975

Hegel’e göre özbilincin kendini bütünsel bir gerçeklik içinde kavrayabilmesi için karşıtlık olarak tanıdığı ve yabancılaştığı ötekiyle arasındaki sınırın ortadan kalkması gerekmektedir. Bilinç ve öteki arasındaki karşıtlık toplumsal ve siyasi bir erk ilişkisine de yön vermektedir. Farklılıkların dışlanması, aynı zamanda ötekinin sahip olduğu (başka bir özneye indirgenemez) bağımsız tüm potansiyel varlığının da dışlanmış olduğu anlamına gelmektedir.

Julia Kristeva
Julia Kristeva

Feminist düşünür ve psikanalist Julia Kristeva, 1982 yılında ‘Powers of Horror: An Essay on Abjection’  adlı kitabında 1980’lerden 1990’lara kadar etkili olacak ve kurban olarak görülen vücudun okunmasını sağlayacak bir kavramı ortaya atar: İğrençlik–the abject. Kristeva, bilinçdışı ve dil arasındaki bağlantının nesne ilişkilerinin oluşumu ve dönüşümündeki payını sorgular. Kitapta erkin ötekileştirme mekanizmalarından olan tiksinme ve iğrenmenin psişik kökenini “abject” kavramıyla ilişkilendirir. Düşünür, George Bataille’in beden safrasından toplumsal zillet olarak görülen lümpenler, suçlular, fahişeler, aylaklar ve diğer dışlanmışları kapsayan ötekileştirilmişlere dair düşüncelerinden etkilenmiştir. Kristeva, biçimsiz olandan yola çıkarak, toplum tarafından iğrenilen şeyi (abject) tanımlamak için çirkin ve kirli olanın göstereni kabul edilen insan/kadın vücuduna ait organik atıklar, sıvılar ve organik parçaları ele almıştır. İğrençlik/abjection kişide bütünden kopmuş bir uzuv, kan, sperm, saç, kusmuk ya da vücudun dışında olup artık onun parçası olmayan dışkı gördüğünde uyanan abartılı korku ve zafiyet hissine denk gelir. Travmatik bir biçimde bize bilinçdışı düzeyinde ölümlülüğümüzü hatırlatarak tiksinti yaratır.

Hermann Nitsch – Das Orgien Mysterien Theater
Hermann Nitsch – Das Orgien Mysterien Theater

Kristeva, abjectleştirme sürecinin sosyal varlığın temellerini oluşturan yapısal ve politik dâhil etme/ dışlama eylemlerini açıklayabileceğini düşünmektedir. Abjectin hem öznenin hem de kültürün içinde olduğunu, dışlamanın hem bireysel hem de bir grubun dışlama ritüelleri yoluyla olduğunu belirtmektedir. Abject, toplumsal düzeni bozarken bir yandan da psikolojik bir güvenlik görevlisi olarak işlemektedir. Abject, ötekileştirmenin haklı gösterildiği sosyal bir yanılsamadır. Bu sebeple bireyin sınırlarını ve toplumsal bedeni oluşturur. Tüm atıkların, iptal edilenlerin ve reddedilenlerin geri dönüşüm alanıdır.

James R Ford – Bogey Ball, 2002-2004
James R Ford – Bogey Ball, 2002-2004

Kristeva öncelikle dışlanma ile sonuçlanan sakınma deneyimlerini açıklamaya çalışır. Ona göre ölüm, çürüme, vücut sıvıları, bedenin delikleri, cinsiyet, dışkılama, kusma, hastalık, adet kanaması, hamilelik ve doğum, günlük yaşamlarımızda yaygın biçimde tekil ve toplumsal alanda bedensel abject deneyimlerimizi oluştururlar. Çünkü abject, bilinçli ego olan ‘Ben’e karşı çıkan ve onu sarsan güçleri, uygulamaları ve tanımsız olanı temsil eder. Varlık ve var olmama arasındaki ‘canlı bir varlık olma durumunun sınırıdır’.  Kristeva’ya göre “fiziksel olarak ‘iğrenç’, sosyal yapıya karşı direnen yüklü bir özdür, genellikle bir özne (kişi) ve bir nesne (şey) arasında yer aldığı düşünülür.

Kristeva, abjectleştirmenin altında baskının ve ayrımcılığın olduğunu vurgulamaktadır. Abjecti cinsiyet ayrımından güç alan bir ötekileştirme olduğunu belirtir. Erk, sınırlarını tehdit edeni dışlamakta ancak yok etmeyerek kendi varlığı için bir karşıt olarak abjecti işaret etmektedir. Bu adeta yüce ve iğrenç olanın karşıtlığıdır. Çünkü “iğrenç beni farklılaşmamıştan koparır ve bir sisteme tabi kılar. Bu anlamda tiksinilen kutsala verilen bir yanıttır, kutsalın tükenişi ve sonudur”. Düşünür bu sürecin altında yatan esas nedeninin çocuğun anneden ayrılma sürecinde yattığını belirtmektedir. Erk için anne ve abject olan birbirlerine içkindir.

Cindy Sherman. Untitled #263. 1992
Cindy Sherman. Untitled #263. 1992

Babanın yasasının buyruğuna girmeyi kabul edip toplumsallaşmaya adım atan çocuk, bağımlı olduğu annenin bedenini reddedebilmek için onu abjectleştirmek zorundadır. Annenin bedenini reddetmek kadının bedenini de reddetmekle sonuçlanır. Ataerkil toplumlarda özne olmak için içinden geçilen bu süreç kadınlığa/dişiliğe yönelen baskının temel nedeni olarak görülmektedir. Kadının bedeni ve cinselliğine yönelik bir ötekileştirme olan abject, kadını erkeğin haz nesnesine indirgemektedir. Bu yolla kadın imgesi güzel ve hoş olanın temsiline dönüşmektedir. Bu girişim kadın bedenini iç ve dış olarak bölerek ve bütünlüğünü yadsıyarak, özneden nesneye dönüştürür. Dolayısıyla abject, bir kadının kendini gönüllü olarak attığı bir yok olma bölgesidir.

Joel-Peter Witkin – Ars Moriendi
Joel-Peter Witkin – Ars Moriendi

Toplumsal yaşamda bedenlerimiz aracılığıyla hem bir özne hem de bir nesne olmayı aynı anda deneyimleyebiliriz. Bizler hem bedenlerimiziz hem de bedenlerimizde yaşayan bilinciz. Örneğin, aynada kendimize baktığımızda hem aynadaki imajı gören bilinç, hem de görülen bir nesne oluruz. Bir kısmımız vücudumuzun bizi nasıl temsil ettiğini değerlendirirken (nesne), diğer kısmımızsa bedenimizden daha fazlası olduğumuzun farkında olan ayrı bir bilinç (özne) olarak kendini ortaya koymaktadır. Bu esnada bir insan özne ve nesne konumları arasında gidip gelmeleri yaşar.

Berlinde de Bruyckere- Into One-another III, to P.P.P’ (2010)
Berlinde de Bruyckere- Into One-another III, to P.P.P’ (2010)

Nesneleşme hali dışarıdan izlenen ve toplumsal normlara göre kendine onanmak için biçim veren bir benlik durumuna benzetilebilir.  Nesne olma durumunu tetikleyen toplumsal dildir, kişiye bedeninin şişman, yaşlı ya da çirkin olduğunu söyleyen uzlaşmacı olmayan baskın bir dildir ve benliğin olumsuz duygularına dayanır. İnsan, kendi bedeninin yüzeyine veya yapısına çok fazla önem verdiğinde, kimliği baskın bir tanım için nesneye bağımlı hale gelmeye başlar. Kişinin kendi bedeni üzerinde kültürel çevresinin oluşturduğu baskın dil zamanla içselleştirilir. Kişinin içinde bulunduğu kültür, onun bedeninden bahseden dili olumsuzlama yoluyla inşa etmişse; kişi bu dilin kendiyle iç içe geçmesine bilinçli ya da bilinçsiz izin verdiyse, bu baskın dili kendi (iç) dili olarak benimsediğini düşünmek yanlış bir yaklaşım olmayacaktır.

Anoreksiye Nervosa
Anoreksiye Nervosa

Tarihte geriye bakarak vücutta kültürel olarak neyin arzu edildiğinin o zamanki toplumsal parametrelere bağlı olduğunu görmek şaşırtıcıdır. Kültürel olarak inşa edilmiş çekicilik sadece dilin değişebilirliğini değil, aynı zamanda bu dillerin toplum üzerindeki etkisini de göstermektedir. ‘İdeal’i yansıtmayan birçok beden imgesinin dönemsel olarak ‘ideal’ kabul edilmesi, aslında bedeninde yaşayan bilincin hâkim olduğu kültürel dilin sonucudur. Örneğin, Hollywood’da 1950’lerde çekici kabul edilen kadınlar şehvetli ve ağır bedenlere sahipken; 1970’lerde, Twiggy adlı bir modelin bedeninin ince, zayıf, düz hatları topluma benimsetilmiş ve insanlarda kilo verme saplantısı başlamıştır.

Judith Butler
Judith Butler

Bazı eleştirmenlere göre psikanaliz 1990’larda bir cinsel arzunun sosyal yapıyla bağlantısı ve vücudun hayat ve ölümle olan bağlantısı üzerinden bir dönüş yaşar. Feminist queer kuramcısı Judith Butler, Kristevanın düşüncesini bir adım öteye taşıyarak tarihinde bir abject tarihi olduğunu savunmaktadır. Abject olan yalnız kadın bedeni değil, eril erkin normatif değerlerine karşı olan her türden bedendir. Çünkü “tarih norm olan bedenleri inşa ettiği gibi, birtakım bedenleri de dışa atar; onları anlaşılırlığın sınırında konumlandırır. Butler’ın tanımıyla. “tiksinç” bedenden atılanı, dışkı olarak boşaltılanı bedenden ayırarak öteki kılındığını belirtir. Yabancı olanı dışa atmak gibi görünen şey aslında yabancıyı yeniden inşa eder. Bedenin sınırları gibi iç ile dış arasındaki ayrımı da kurmanın yolu, aslen kimliğin parçası olan bir şeyin dışarı çıkarılıp yeni bir değerlendirmeye tabi tutularak pisletici bir ötekiliğe itilmesidir.

Aşağılayıp iğrendiğimiz aslında kendimiz ve aynılaştırmasına boyun eğdiğimiz güvenli sığınağımız olan bu sistem olabilir mi ? Bununla yüzleşmenin zorluğu  tıpkı ölümle yüzleşmek gibi öteki olanı yaratmamıza ve bu korkuyu kendimizden uzaklaştırıp kendimizi hastalıklı bir kutsama çabasına dönüşmüş olabilir mi?

Sonuç olarak, her bedenin ve öznenin kendilik deneyimi benzersiz ve biriciktir. Somutlaştırılmış kimliklerimiz olan bedenlerimiz, yaşamı tecrübe ederek dünyayı hissederler. Eğer özne ve nesne hallerimiz uyum içinde ve aynı dili konuşuyor olursa, dünyayı deneyimle sürecimiz çok daha olumlu olacaktır. Kendine ait ama kendi gibi olmayanı kabul ediş hem iç dünyamız da hem de toplumsal bağlarımızda aynılaşmadan bir arada yaşamamızı sağlayacaktır. ‘Ben’in organik bir parçası olan ‘Öteki’, yabancılaştırma ve aşağılamaya maruz kalsa da, ne zihinsel ne ruhsal ne de toplumsal alanda yok edilemeyecek kadar benliğe içkin güçlü bir yapıdır. Ötekinin yokluğu ‘Ben’in de eksik kalması ve kendini gerçekleştirebilme potansiyeline ulaşamaması anlamına geliyor.

3 Yorum

Cevap Yazın
  1. Var olmanın bir defosu olarak aslında insan kendisine de ötekidir diye düşünüyorum. Güdülerin düşünceye, düşüncenin dil aracılığıyla aktarımına ve sosyal ilişkiler sonucunda insanın kendi varoluşuna yabancılaşması bu ötekiliği yaratıyor sanırım. Heteronormatif yapı bu yabancılığı derinleştiriyor sadece.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Keşfedilmeyi Bekleyen Arjantinli Eşsiz Müzisyen: María Volonté

Aseksüellikle İlgili 6 Gerçek