Sinema tarihi kadar eskidir hayvanların filmlerde yer almaları. Biz bu kısa listede sinema tarihinde iz bırakmış ve merkezinde insan-hayvan gerilimi olan filmlere bakalım istedik.
Jaws
Steven Spielberg’in yönettiği 1975 yapımı film gösterildiği dönem bir nesli denize girmekten korkar hale getirmişti. Hollywood’un ünlü kurgucularından Verna Fields’in önerisiyle Jaws maketinin bütününün göründüğü sahnelerin çoğu kırpılmış, korku gerilim etkisi balığın yüzgeciyle verilmişti. Zira Jaws maketinin tümünün göründüğü sahneler inandırıcılıktan oldukça uzaktı. Her yıl milyonlarca köpek balığının insanlar tarafından “yüzgeç çorbası” ya da başka endüstriyel amaçlar için katledildiğini düşündüğümüzde gerçek canavarın hangi tür olduğu hiç de tartışmaya açık görünmüyor. Felaket filmleri göz önüne alındığında filmin türe getirdiği yenilik ilk kez bir hayvanın felaketin odağına yerleştirilmesi olarak karşımıza çıkıyor, gösterildiği dönem tüm zamanların hasılat rekorunu kıran film ikonik müziğiyle de hafızalara kazınmıştı.
Torino Atı
Nietzsche’nin sonsuz bir suskunluğa gömülmesine ve hayatının geri kalanını bakıma muhtaç bir “akıl hastası” olarak geçirmesine yol açan olay herkesçe malumdur. 3 Ocak 1889’da Torino’da zayıflıktan ve hastalıktan dolayı –belki de yaşlılık- artık hareket edemediği için sahibi tarafından bir meydanda kırbaçlanan bütünüyle güçten düşmüş bir at gördüğünde, Nietzsche gider, ata sarılır ve hıçkırarak ağlamaya başlar. Sonra da bilincini kaybederek yere yığılır… İşte Torino Atı o atın akıbetine yönelik yer yer metafizik, yer yer bilinçdışı ama bütünüyle karamsar bir anlatı. Unutulmaz bir açılışa sahip olan film, Béla Tarr’ın sinemadan ve felsefeden de çekilişi.
Kerkenez
İşçi sınıfının yönetmeni olarak tanınan Ken Loach bu ilk uzun metrajında bir başyapıt yaratmıştı. İngiltere’de yoksul bir madenci kasabasında geçen film ailesiyle, okuluyla ve genel olarak otoriteyle başı dertte olan Billy’nin bir kerkenezi (yırtıcı bir doğan türü) iyileştirme ve eğitme çabalarına odaklanıyor. Bütünüyle amatör oyuncuların yer aldığı film, mutsuz varoluşunu trajik bir biçimde değiştirmeye çalışan çocuğa sevgi dolu ve üstten olmayan bir bakışla yaklaşıyor. İnsanlar tarafından asla eğitilemeyen bir yırtıcıya duyduğu sevgi Billy’nin umutsuzluk dolu yoksul kasabasında kendini gerçekleştirme arayışının merkezine yerleşiyor.
Rastgele Balthazar
Dünya sinemasının en iyi yönetmenlerinden biri sayılan, pek çok büyük yönetmene ilham kaynağı olan, tümüyle kendine özgü sinemasıyla izleyici zorlayan bir anlatım tarzına sahip olan Robert Bresson, Balthazar isimli kadersiz bir eşeğin trajik hikayesini duygu sömürüsü yapmadan anlatıyor. Balthazar’ın öfke ve acı uyandıran hikayesine onun doğumuyla birlikte tanık olmaya başlıyoruz. Kimi zaman sevgi de görse genelde kırbaçlanan, çalıştırılan, itilip kakılan ve pek çok sahip tarafından sömürülen Balthazar insan denen türün tüm acımasızlığıyla karşılaşıyor. Böylesine basit ve dokunaklı bir hikayeyi klişelere başvurmadan, kavranması kolay olmayan alegorik bir dille anlatmayı tercih ediyor yönetmen. Ne de olsa o Bresson!
İnek
Nasıl ki; Yılmaz Güney’in Umut’u Türkiye sineması için bir yol ayrımı niteliği taşıyorsa, benzer bir örneklemeyi de İran sineması için 1969 yapımı Dariush Mehrjui filmi Gav (İnek) için yapabiliriz. İki film bambaşka meseleleri ele alsa da ortak yanları, kahramanların hayvanlarının ölümünün onların içsel dönüşümlerine yol açması oluyor. İneğinin ölümüyle gerçekliği algılaması başka bir boyuta geçen Hasan’ın zamanla ineğine dönüşmesini gözlemliyoruz. Filmi İran’ın toplumsal yapısının eleştirisi, birey toplum ilişkisi, tasavvufi dönüşüm metaforları gibi pek çok alt metinle okumak mümkün, her izleyicinin Hasan’la ve ineğiyle kurduğu ilişki ve filmden çıkaracağı sonuçlar elbette farklı olacak.
dolu dolu olmuş tebrikler
Hariks içerik. Belki şu da eklenebilir:
https://m.imdb.com/title/tt0756648/?ref_=fn_al_tt_0