“Yapraklar hışırdadı ve bir tilki, sessizliği bozdu. Oysa sessizlik bu bitkiler ülkesinin yasasıdır… Rahatı bozulmuş bir hayvanın uzaktan gelen haykırışı… Gizlenmiş bir kuşun ötüşü arada sırada… Bitkiler ülkesi sessizdir, bazen mırıltılar duyar, bir fırtına gelip de her şeyi bozana kadar. Şili ormanını tanımayan, bu dünyayı da tanımıyor demektir. İşte bu dünyadan, bu sessizlikten çıktım yola ben… Dünya için şarkılar söylemeye.”
Anı türünde yazdığı, “Yaşadığımı İtiraf Ediyorum” adlı kitabında böyle diyor, Şili’li büyük ozan Pablo Neruda. Bu yazıda odağımız şiirleri üzerine olmayacak. Şiirlerinde yerellikten evrensele ulaşan bu büyük halk ozanının kendi hayat hikayesi başta olmak üzere, anılarını, şiirlerinin öykülerini, sevdiği insanları ve dostlarının yanında, yaşadığı döneme tanıklık edeceğiz.
20. yüzyıl şiirinin en önemli adlarından Şili’li şair ve aynı zamanda diplomat Pablo Neruda’nın asıl adı Ricardo Neftali Ricardo Reyes’tir. Çekya’lı şair Jan Neruda’ya olan hayranlığından dolayı Pablo Neruda takma adını kullanmıştır. 12 Temmuz 1904’te Parral kentinde doğdu. Babası demiryolunda makinist olarak çalışıyordu, annesi ise öğretmendi. Annesini kaybettiğinde henüz altı haftalık bebekti.
acılardan daha büyük bir yer yoktur
bir tek evren var, o da kanayan bir evren
Daha on dört yaşındayken La Manana gazetesinin sanat bölümünü yönetmeye başladı. 1917-20 yılları arasında ilk şiirlerini yazdı. Bu küçük yaşlarında bile babası onu yazma işinden vazgeçirmeye çalışsa da, o kalemine ve duygularına sahip çıkar. Babasının onun bu eğilimini kabul etmek istememesi üzerine, Neruda şunları söyler:
Adımı 14 yaşımdayken, daha Santiago’ya gitmeden değiştirdim. Babam yüzünden. Mükemmel bir insandı, gelgelelim, genellikle şairlere özellikle bana karşı idi. Hatta işi kitaplarımı ve not defterlerimi yakmaya kadar götürdü. Onun görüşüne göre, mühendis, doktor, mimar olmalıydım, çünkü diyordu, insanların bu gibi kimselere ihtiyacı var. Oğullarının toplum içinde sivrilmesini görmek isteyen, orta sınıfın köylülükten gelme bütün insanları gibiydi. Yine babamın görüşüne göre, toplumda yükselmeyi başarmanın tek yolu üniversiteydi.”
1920’de üniversiteyi okumak için Santiago’ya gider, orada da edebiyat çalışmalarına devam eder. Onun şiir çalışmaları nihayet 1923’te ilk ürünlerini verir. Sonra en ünlü eseri olan 20 Aşk Şiiri ve Bir Umutsuz Şarkı yayımlanır:
Henüz hayattayken bir milyonuncu kopyanın basıldığı bu kitabının önsözünde, aşk acısı, gönül yarasıyla dolu bu kitabın neden bu kadar okunduğunu anlayamadığını yazmıştı. “Herhalde, gençlikle gelen gizemleri temsil ediyor, belki cevap veriyor, çekiciliği azalmayan değerli bir kitap,” diyordu.
“Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.Şöyle diyebilirim:
“Gece yıldızla dolu ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta.”
Bu yıllarda hayatı okul ve edebiyat çalışmalarıyla doludur. Fransız dili ve edebiyatının yanı sıra okulunda pedagoji eğitimi de almaya başlar. 1927-45 yılları arasında birçok ülkede diplomat olarak bulundu. Colomba, Batavia, Buenos Aires, Barcelona ve Madrid’de konsolosluk yaptı. Gittiği ülkeler birbirinden çok farklı olsa da o ülkelerin insanlarıyla kurduğu iyi ilişkiler sayesinde uluslararası şair ünvanını alır. Buenos Aires’te konsolosluk görevinde bulunduğu sırada, orada tiyatro turnesinde olan Federico Garcia Lorca’yla tanışır. Bu tanışıklık sıkı bir dostluğu da beraberinde getirir. Hatta onun ölümünden duyduğu üzüntü şiirlerine de yansır. Neruda’nın Madrid’de olduğu dönemlerde, 18 Temmuz 1936’da İspanya’da iç savaş başladı. 19 Ağustos’ta ise o çok sevdiği dostu Garcia Lorca öldürüldü.
“Onlar bütün çiçekleri kesebilirler, ama baharın gelişini engelleyemezler.”
Lorca’nın ölümü Neruda’yı çok etkiledi. Onun ölümü üzerine duyduğu üzüntüyü, “Federico Garcia Lorca’ya Yanık”(kısaltarak alıntıladığım) adlı şiirinde dile getirir.
“Issız bir evde, Korkudan ağlayabilseydim;
Gözlerimi çıkarabilsem de,
Yiyebilseydim Senin sesin için yapardım. …
Hayat böyle, Federico,
Ey babayiğit,
Ey kara sevdalı adam.
Sana,
Dostluğumun sunabileceği şey İşte bunlar…”
“Yaşadığımı İtiraf Ediyorum” adlı kitabında İspanyol bir diğer şair Rafael Alberti içinse şöyle der:
“Şiir her zaman için barışın bir parçası olmuştur. Şair, barıştan doğar. Tıpkı ekmeğin undan doğduğu gibi. Kundakçılar, savaşçılar ve kurtlar, onu yakmak, öldürmek ve parçalamak için şairi arar. Hüzünlü bir parkın ağaçları arasında, bir bıçak ustası Puşkin’i yaralayarak ölümüne sebep olmuştu. Çılgın atlılar, Petöfi’nin cesetini çiğneyerek geçmişti. İspanya’ da faşistler, ülkedeki savaşlarına, en ünlü şairlerini öldürerek başlamışlardı. Rafael Alberti, her şeye rağmen yaşamakta olan bir şairdir. Onun için binlerce ölüm planlanmıştı. Bunlardan biri Granada’da olacaktı. Bir başkası Badajoz’daydı. Güneşin ışıdığı Sevilla’da, küçük köyü Cadiz’de ya da Puerto Santa Maria’da aradılar onu, bıçaklamak için, asmak için, şiirini öldürmek için. Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.”
Çıkan iç savaştan dolayı Neruda’nın konsolosluk görevine son verildi. 7 Kasım 1936’da Nancy Cunard’la birlikte “Dünya Şairleri İspanya Halkını Savunuyor” başlıklı bildiriyi kaleme aldı.
“Biz şairler nefretten nefret ederiz ve savaşa karşı savaşırız.”
Yıl 1939 olduğunda Paris’te İspanyol göçmenler için konsolosluk yapmaya başladı. Göreve başladığı yıl, iç savaştan kaçıp Fransa’ya sığınan iki binden fazla İspanyol için bir gemi ayarladı ve onların güvenli bir şekilde Şili’deki Valparaiso Limanı’na varmasını sağladı. Bu, kendi deyimiyle, “yaşamının en gurur verici göreviydi”. Şili’de de o mültecileri bir başka güzel insan bekliyordu; Sağlık Bakanı Salvador Allende.1936’da İspanya İç Savaşı sırasında Cumhuriyetçiler’in safında yer aldı büyük ozan Pablo Neruda. 1937’de İspanya Yüreklerde yayımlandı. 1943’te Şili’ye döndü.
“Yönetici şairler dönemiydi yaşadığımız çağ” diyordu. Leopold Senghor, Senegal devlet başkanıydı. Aime Cesaire, sürrealist bir şair ve Martinique’de Fort-de-France Belediye Başkanı’ydı. Latin Amerika’da Romulo Gallegos Venezüella Devlet Başkanı’ydı. Ülkesindeki şairler de devlet başkanı olmamasına karşın siyasetle ilgiliydi. Hayatı boyunca faşizme karşı durdu. 1945’te senatör seçildi, Şili Komünist Partisi’ne katıldı. 1948’de Şili Komünist Partisi’nin yasadışı ilan edilmesi üzerine Şili’den ayrılmak zorunda kaldı.
Ülkemizde Yeni Türkü’nün seslendirdiği, sözleri Pablo Neruda’ya ait olan “Buğdayın Türküsü” adlı şarkının videosunu da buraya bırakalım.
Neruda’nın sürgün yılları, -izleyenleriniz bilir- El Postino (Postacı) adlı filmde de anlatılır. Bu filmde geçen bir diyalogda, Postacı’nın Neruda’ya verdiği güzel de bir cevap vardır. Aşık olan postacıya neden benim şiirlerimi çalıyorsun diye soran Neruda’ya “Şiir onu yazanın değil, ona ihtiyaç duyanındır, diye biliyordum” cevabını verir Postacı.
1952’ye kadar Meksika, İtalya, SSCB ve çeşitli Avrupa ülkelerinde yaşadı. Şili’li Büyük Dünya Ozanı unvanıyla anılan Neruda’ya 1952’de Dünya Barış Ödülü verilir.
1969’da Şili Cumhurbaşkanlığına aday gösterildi, ama Salvador Allende lehine adaylıktan çekildi. Sonrasında 1971’de Allende tarafından Paris Büyükelçiliğine atandı. Bu görevdeyken 1971 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.
“Nobel kime verilirse verilsin onurlu bir edebiyat ödülüdür. Eğer biraz önemi varsa, yazara bir parça saygı bahşettiği içindir. Önemi budur,” demişti. Ve devam eder büyük ozan;
“Benim şiirim ve hayatım bir nehir gibi akıp gitmiştir. Şili’nin yüksek dağları arasındaki derin vadilerde dünyaya gelen ve denizlere kavuşmaya çalışan bir nehir gibi. Suların üzerinde yüzen her şeyi götürmüş, coşkunluğu kabul etmiş, sırları günışığına çıkarmış ve halkın yüreğine giden bir yol açmıştır kendine. Ben ıstırap çektim ve savaştım. Ben sevdim ve şarkılar söyledim. Dünya böbürlenirken ben yendim ve yenildim, ekmeğin ve kanın tadına vardım. Başka ne arzular bir şair? Ağlamaktan öpmeye, yalnızlıktan kalabalığa kadar bütün duygular şiirimde kanat çırpmış, onun içinde yaşamıştır. Ben şiirim için yaşadım ve şiirlerimle savaşlar verdim. Estetiğin güç öğretileri ve yazılı sözlerin labirentinde yaptığım araştırmalardan sonra halkımın şairi olmuştum. Kazandığım en büyük armağan buydu. Yerin yedi kat dibindeki ocaklardan, tozdan gözleri kırmızı bir adamın yeryüzüne çıkıp da, yarıkları ve nasırları ile kuru bozkır topraklarını andıran o elini uzatarak, sana: ”Seni çoktandır tanıyorum ben, kardeş!” dediği ve gülümsediği anda en büyük armağanı almış gibi olursun. Benim şiirimin aldığı defne dalından taçtır bu, acımasız bozkırlarda, topraktaki delikten çıkan işçinin sözleri. Rüzgarlar, geceler ve Şili’nin yıldızları bu insanlara şöyle seslenmektedir:” Sizler yalnız değilsiniz, bir şair acılarınızı biliyor!”
Pablo Neruda, 11 Eylül 1973’te Augusto Pinochet önderliğinde gerçekleştirilen askeri darbede teslim olmamak için intihar eden devlet başkanı Salvador Allende’nin de yakın arkadaşıydı. Allende’nin ölmeden önceki o son etkileyici konuşmasını da hatırlatmakta fayda var.
Diktatörlüğe karşı mücadelesine sürgünden devam etmeyi planlayan şair, Şili’den ayrılmadan bir gün önce ambulansla Santa Maria kliniğine kaldırılmış, 23 Eylül 1973’te öldüğü açıklanmıştı. Ölümü üzerine zehirlendiğine dair şaibeler hala sürse de, son açıklanan rapor ilerleyen kanser nedeniyle öldüğünü belirtiyordu. Tabutu başkent sokaklarında, sokağa çıkma yasağına rağmen, binlerce destekçisi tarafından taşındı.
Yoldaşlar, İsla Negra’ya gömün beni
çakıl taşının ve dalgalarının her bir pürüzlü lekesini
gözlerim kapalıyken, sanki artık hiç görmeyecekmişim gibi
tanıdığım denizin yakınına.
Yakın dostu Nazım Hikmet gibi her zaman faşizmin karşısında durdu bu büyük ozan. Başta Şili olmak üzere dünyanın pek çok yerinde anılmaya devam ediyor hala. Ve Şili sokaklarında, her yere şiirleri ve sözleri yazılıyor.
Yaşayacak yer açın onlara
ve düşünmeyin onların adına
hep aynı kitapları okutmayın
keşfetsinler şafağı, bırakın!
ve kendi öpüşlerini tadımlasınlar
barış içinde aşk ve özgürlük adına
Belki burada bir kez daha Neruda’yı dinlemek lazım;
”Hayat yaşandığı kadardır. Ötesi ya hatıralarda bir iz ya da hayallerde bir umuttur.”
O zaman “Şiir yazanın değil, ona ihtiyacı olanındır” diye düşünen herkese gelsin son söz:
Yavaş Yavaş Ölürler
Yavaş yavaş ölürler Seyahat etmeyenler. Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.
“Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.”
Kaynak: Yaşadığımı İtiraf Ediyorum – Pablo Neruda / Alan Yayıncılık
Madem ‘Şiir, yedi canlıdır.’ demiş usta, Tanpınar’dan bir alıntı ekleyelim. Onun sözcüklerinin arasında da bir kedi dolaşıyor gibi. ‘Roman hayat ve insan içindir, şiir kendisi için.’
Kesinlikle de öyle, katılmamak mümkün değil Tanpınar’a.?
“Her şeyi göze alarak bir sabah onu bileğinden yakaladım ve yüzüne baktım. Onunla hangi dilde konuşacağımı bilmiyordum. Hiç karşı koymadan ve de gülümsemeden, peşimden geldi. Biraz sonra çırılçıplak yanımda yatıyordu. İnce belli, dolgun kalçaları ve iri göğüsleri ile binlerce yıllık Asya heykellerinden farkı yoktu. Bu bir erkeğin bir heykelle karşılaşmasıydı. Hareketsiz ve gözleri açık yatıyordu. Beni hiçe sayıyordu ve bunda haklıydı. Bu karşılaşma tekrarlanmadı.” Alan Yayıncılık’ın Almanca’dan çevirdiği ve çevirisini Ahmet Arpad’ın yaptığı kitabın 95.sayfasının son paragrafında geçen bir cümledir. Birçok çevirmen de bu paragrafın çarpıtıldığını düşünüyor ve bunun bilinçli yapıldığını da ekliyorlar. Kaldı ki bu paragrafın öncesinde de bu sevişmenin kıvılcımın koşullarını yaratmak için kendince kadına karşı türlü türlü armağanlar sunuyor. Meyve, sabun gibi. Kadınlarla ilişkisi rahat, ölçülülüğü olmayan aşk ilişkilerine sahip yalnız bir adam, aynı zamanda annesiz büyümüş de bir adam. Zaten bu yazı da onun kişilikleri ya da zaafları üzerinden değil, Neruda’yı büyük ozan yapan, başta Şili’nin sıradan insanlarının, emekçilerinin hayatları olmak üzere koca bir insanlığa dair anlattığı ortak duygular. Kendi hayatından bağımsız olarak, sanatına dair haksızlık edildiğini düşünüyorum Neruda’ya.
“Her şeyi göze alarak bir sabah onu bileğinden yakaladım ve yüzüne baktım. Onunla hangi dilde konuşacağımı bilmiyordum. Hiç karşı koymadan ve de gülümsemeden, peşimden geldi. Biraz sonra çırılçıplak yanımda yatıyordu. İnce belli, dolgun kalçaları ve iri göğüsleri ile binlerce yıllık Asya heykellerinden farkı yoktu. Bu bir erkeğin bir heykelle karşılaşmasıydı. Hareketsiz ve gözleri açık yatıyordu. Beni hiçe sayıyordu ve bunda haklıydı. Bu karşılaşma tekrarlanmadı.” Alan Yayıncılık’ın Almanca’dan çevirdiği ve çevirisini Ahmet Arpad’ın yaptığı kitabın 95.sayfasının son paragrafında geçen bir cümledir. Birçok çevirmen de bu paragrafın çarpıtıldığını düşünüyor ve bunun bilinçli yapıldığını da ekliyorlar. Kaldı ki bu paragrafın öncesinde de bu sevişmenin kıvılcımın koşullarını yaratmak için kendince kadına karşı türlü türlü armağanlar sunuyor. Meyve, sabun gibi. Kadınlarla ilişkisi rahat, ölçülülüğü olmayan aşk ilişkilerine sahip yalnız bir adam, aynı zamanda annesiz büyümüş de bir adam. Zaten bu yazı da onun kişilikleri ya da zaafları üzerinden değil, Neruda’yı büyük ozan yapan, başta Şili’nin sıradan insanlarının, emekçilerinin hayatları olmak üzere koca bir insanlığa dair anlattığı ortak duygular. Kendi hayatından bağımsız olarak, sanatına dair haksızlık edildiğini düşünüyorum Neruda’ya.