PTT tarafından 2018 yılı yazarı olarak adına özel tarih damgalı zarflar basılan Sevgi Soysal, bozkırın ortasında zamanından önce açmış tropikal bir çiçektir. Uzak diyarlardan hafif rüzgarlarla taşınmış ve kendi toprağında yeşermiş bir çiçek. 1968’de basılan Tante Rosa isimli kitabı, çeviri kokuyor diyerek eleştirilmiş olmasına rağmen kimseye gücenmemiş, küsmemiş, anlatmaya üslubunca devam etmiş bir kendini bilme hali. Bütün insanlığın bilgisini ilk baştan fabrika ayarlarında taşıyan eşsiz bir füzyon kişilik olmasından bu. Belki de herkesi ve her şeyi bu kadar iyi anlamaktan erken yaşta kaybettiğimiz Sevgi Soysal, yaşama öyle farklı bir yerden bakmış ki, oradan bizlere yepyeni bir kadın/birey tipini kazandırmıştır. Kadın olmanın getirdiği tüm sıkıntı ve heyecanları yaşayıp üzerine düşünen, düşündüklerini tartışırken insan olmayı önceleyen, dayatılan tüm rol ve kimlikleri çıkarıp atan, cinsiyetler üstü bir yazar, ”isyankar bir neşe” ve ”sakar bir savaşçı”dır. (Yıldırım Türker, nefis bir yazısında Sevgi Soysal için bu ifadeleri kullanır.)
Ama hiçbir zaman kendini ciddiye almamış, başına gelen tüm talihsizlikleri acılaştırıp trajikleştirmeden göğüsleyebilmiştir. Sadece ”normal”den farklı bir zihne sahip olduğu için akıl hastanesinde bir oğul, başından geçen üç evlilikle kendini sancılar içinde yeniden doğuruşu, 12 Mart faşizmi, cezaevi deneyimi, Adana’da sürgün ayları, yalnızlık labirentleri, yakalandığı hastalıkla mücadele, ölümüyle arkada bıraktığı bebekler… Sözün özü, yarattığı cevval karakterler ve kurguladığı cesur kitaplardan uzağa düşmemiş, hayata tahvil edilmiş bir meydan okumadır onunki, asla altını kendinin çizmediği. Öz yaşamından izler taşıyan Tante Rosa’ya kadınca bilmeyişlerin adı demesi bundandır.
”Hayatınızı defalarca dağıtıp nasıl en baştan kurabilirsiniz?” başlıklı bir yaşam kullanım kılavuzu olsa bu Sevgi Soysal’ın ellerinden çıkma olurdu, öyle ki biyografisi, Everest yayınları tarafından basılan, aralarında Frida Kahlo ve Camille Claudel’in de bulunduğu ”Unutulmayan Kadınlar Dizisi”ne eklemlendi. Erdal Doğan’ın ”Yaşasaydı Aşık Olurdum” isimli çalışmasına ilham oldu.
1976’da kanser tedavisi için gittiği Londra’da BBC radyo için hazırladığı radyo konuşmalarını kendi sesinden dinleyebileceğimiz ve daha bebekken kaybettiği annesini kitaplarından tanıyan kızıyla yapılan oldukça kıymetli bir röportajı aşağıya bırakıyorum.
Sevgi Soysal’ın edebi alametifarikası keskin ironisiyle sivrilttiği muzip dilidir. Bireyin iç dünyası ve toplum yapısını başarılı bir şekilde aktarır. Bunların en acı ve katlanılmaz yönlerini ironik yaklaşımıyla ele almakla kalmaz, onlardan kurtulma yollarını da arar.
Şimdi biz susalım, eserleri ve derlediğimiz alıntıları konuşsun:
Lümpenler düzenin çamurudur.
(Ahmet Şık’ın, yapılmasına izin verilmeyen ve engellenen savunmasında kullandığı Sevgi Soysal’a ait ifade.)
#Ne güzel suçluyuz biz hepimiz (1961 yılında Değişim Dergisinde yayınlanan bu yazı, bir basılı organda yayımlanan ilk yazısıdır. Her bir cümlesi yarattığı imgelerle zihnimizin bambaşka yerlerinde rengarenk havai fişekler patlatmıyor mu?)
Sana söyleyemediklerimi karıncalara söyleyeceğim, bozkıra, senden benden yalnız.
Susuyoruz bak hep. Söyleyemediklerimizi susuyor, bilmediklerimizi konuşuyoruz. Bozkır senden benden yalnız, oysa yaratık dolu, yaşam dolu –ya karıncalar.
Hep oturup cigara içiyoruz yetersiz, konyak içiyoruz yetersiz, en asıl yetersiz biziz, yalnızlığımız en yetersiz –ya bozkır.
Ben kadının biriysem sevilmeliyim, sen bilmezsin güzel miyim, en büyük güzelliğim senin bilinmezliğin, duymazlığın –ya en boş damlalar gözlerimizde.
Bak, tozluyuz biz, çok tozluyuz –ya bozkır, bozkır yolundan kamyonlar geçerken kalkan toz.
O başka, yapışkan bizimki, yağmurlarla yıkanmaz.
Bak, hayal kurarım, en zevksiz acıklılara gözyaşı dökerim de kendimi bilmem. Biz bilmeyiz birbirimizi; böylesine mutluyuz bazı.
Bu evrende her şeyi silecek birileri, yaşamları çoktan. Bu önemli değil; biz çoktan tükenmişiz.
Somutlara güvenimiz yok hiç; onlar yok. Herkesler her şeylerini çok şeylere harcıyorlar, tutsak kılıyor bu şeyler onları, hep onlara çarpıyorlar yaşantılarında.
Ama bak, gerçek tutsaklar biziz, soyuttan gelir bizim ki, savaşılmaz.
En değerli somutlarımı yoktan satarım da kurtulamam ötekilerden, bilirsin.
Bırakıp bırakıp ırak kentlere bile gidemeyiz, bu uğraşı ister.
Bak, bizi ağaçlandırmak güçtür –ya bozkır.
#Tante Rosa (1968’de basıldığı dönemde pek de anlaşılamamış olan kitap, Ali Özgentürk tarafından filme de çevrilmiş. Aşağıda filmin linkini bulabilirsiniz. Ama önce buyrun aforizmalar cennetine 🙂
Tante Rosa, bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır.
Acımadan, hoşgörü nedir bilmeden bakıyordu yeni Rosa:- Senin bir ağaç gibi, bir kedi gibi, bir kanarya gibi, bir koltuk gibi, bir kâğıt gibi, bir perde gibi, bir giysi gibi, bir kalem gibi, bir şapka gibi, kuruyuverdiğin, uyuzlaşıverdiğin ötmeyiverdiğin, yırtılıverdiğin, yıkılıverdiğin, eskiyiverdiğin, aşınıverdiğin, bitiverdiğin, uçuverdiğin, demektir bu. Ancak bir ağaç kuruyuverir, bir ev yıkılıverir, bir makina duruverir, bir pabuç aşınıverir, ansızın bu anlaşılıverir ve hiç önemli değildir bu. Öncesiz ve sonrasız, bağlantısız ve belgesiz tükenivermek bir ağacın, bir evin, bir pabucun hakkıdır. Bir insanın, bir insanın ama, bir Rosa’nın niçin eskidiğini bilmem gerek, yeni Rosa’yı bunun üstüne kurmam gerek.
Savaş eksilmiyordu, önce babalar eksildi, sonra ağabeyler eksildi, savaş eksilmedi.
Bir yeni pabuç altı gibiydi Tante Rosa. Hiçbir yaşantısına basmamıştı.
Gülünç bir ihtilalim ben, kötü bir askerî cuntayım. Asker olmuş gülünç bir soytarı gibi gülünç bir başkaldırma. Gerillalarım var, ne onlar beni devirebiliyorlar, ne de ben onların kökünü kurutabiliyorum.
Hayat bir denizdir, yüzme bilmeyen boğulur. Kolay mı boğulmak? Boğulmak herkesin üstesinden gelebileceği bir şey değildir.
Tante Rosa aşkı beceremediğini biliyordu.
Tek aptallıklardır arda kalan. Her insanın kendi aptallıkları, durmadan gülebilmesi için yeterli bir kaynaktır. Şu halde niçin acı çekmeli? Tante Rosa hiçbir zaman acı çekmedi denebilir. Ama yaşamak zorunda olmak, sürdürmek, ısrar etmek. Bu Tante Rosa demektir.
Çirkinlikleri tekrarlamaktansa enayi başlangıçlara koşturmalı. (Allah Allah !!!)
#Yürümek (Müstehcenlik gerekçesiyle toplatılan Yürümek, 1970 TRT Roman Başarı Ödülü’nü kazanmıştır. Toplumun cinsellikle ilgili tabu ve yaptırımlarına eleştiri getirir. Hem kadın hem erkeğin kendi cinsellikleriyle ilgili eğitimsizliklerine kaynaklık eden sorunları cesur bir dille anlatır.)
”Bir olay olmaya görsün, can sıkıntılarının ortasında bir hareket, bir değişim olmaya görsün, durgun beyinleriniz uyanır. Dünyanın bir köşesinde bir ihtilal olur, üç beş insan, bir inanç adına hayatlarını tehlikeye atarlar, bir düzeni değiştirirler, yıkılmaz sanılanı bir anda yerle bir ederler, ardından dünyanın binlerce rahat koltuğunda, binlerce rahat insan, bunun üstüne geviş getirirler. Eleştirirler, överler, ahkam keserler…”
#Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976 yılında Politika gazetesinde tefrika olarak yayımlandı. Gerçekçiliği ile Sevgi Soysal’ı 12 Mart’ın simge yazarı yapmıştır. Sekiz ay kaldığı 12 Mart dönemi cezaevi deneyimi ve hizaya sokmaya pek meraklı faşizmi ince alaycılığıyla anlattığı bu antimilitarist feminist manifestoda, yaşamı kucaklamayan devrimcilik anlayışı da yakıcı eleştirilerinden payını alır.)
Albay, herkesin hazrol durduğuna emin olduktan sonra, gönlü olmuşcasına komut veriyor: ‘Rahat!’ Ama kimse bozmuyor durumunu. Herkes, yine hazrol durumunda, taş gibi….Albay önümde dikilip bağırıyor: ‘Rahat, dedim sözcü, rahat, dedim’. İyice sakin bir sesle cevap veriyorum albaya. ‘Biz, böyle rahatız komutanım!’ (s.165)
“İşkence bile şaka konusu oluyor. Evet, işkence bile. Onlara ad takıyoruz. İşkenceden gelenlere. Devos. Kızlara edilen küfürlerin en incesi “orospu”, geçtikleri muamele de malum, hop isim hazır: Dev-os: Devrimci Orospular Örgütü. Bunca aşağılanma, horlanmanın ardından da olsa şaka gerekli. Gerilen sinirlerin gevşemesi, gülmek gerekli.” (s.96). Tabii gülebilmenin de sınırları var. Semra’nın yaşadıkları mizaha vurulamayacak kadar ağır: “Semra’nın durumu daha da kötü. Elektrikten-copa. Kadınlık organlarına yapılan işkenceler, ciddi aksamalar bıraktı vücudunda. Uzun bir süredir âdet görmüyor, çektiği sancılar da cabası.” (s.172)
“Sema’ya takılıyorum:
– Babaannem de her sabah senin gibi Kur’an okurdu.
– Leninizmin ilkelerini okuyorum ben.
– İyi ya şimdiye ezberlemişsindir.
Sema kızmıyor, alçakgönüllü tavrıyla cevap veriyor:
– Temel bilgileri tekrarlamanın faydası vardır.
– Benim itirazım temel bilgilere değil, tekrara. Hayata çevrilmeyen tekrarın insan düşüncesinde durağanlığa yol açtığına inanırım.” (s.193).
# Barış Adlı Çocuk (1975 yılında yakalandığı kanser hastalığı üzerine izlenimlerini ve 12 Mart sonrası değişimi anlatan öykülerini içerir.)
”Erkekler, aptal kadın seyircilerin bolluğu yüzünden pek gelişemezler.”
”Sineklerin işediği perdelere, analarıyla yuvalarına dükkan dükkan perdelik kumaş arayan kızlara, mutfak eşyalarına, ucuz yüz görümlüğü düşürmeye çalışan kaynanalara, evli misiniz diye soran ev sahiplerine, kontratlara, ütülü çamaşır sepetlerine, “şampanya adını duymuş bütün kızlara” nanik yaptı.”
ESERLERİ
ROMAN:
Yürümek (1970)
Yenişehir’de Bir Öğle Vakti (1973)
Şafak (1975)
Hoş Geldin Ölüm (1980 ölümünden sonra)
Bütün Eserleri (8 cilt 1986)
ÖYKÜ:
Tutkulu Perçem (1962)
Tante Rosa (1968)
Barış Adlı Çocuk (1976)
ANI:
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)
DENEME:
Bakmak (1977)
ÖDÜLLERİ:
1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü Yürümek ile
1974 Orhan Kemal Roman Armağanı Yenişehir’de Bir Öğle Vakti ile