Valerie Solanas Kİmdir?
20. yüzyılın en önemli feminist metinlerinden birinin altında imzası olan Valerie Solanas, İtalyan asıllı Amerikalı bir anneyle İspanyol göçmeni bir babanın çocuğu olarak 1936 yılında New Jersey’de dünyaya geldi. Kendi anlatımlarına göre hiç de mutlu bir çocukluk dönemi yaşayamadı. Küçük yaşlarından itibaren babasının cinsel istismarına maruz kaldı, annesiyle babası boşandı, annesi yeniden evlendi ve üvey babasıyla da yıldızı hiç barışmadı. Dedesinin yanına gönderilen küçük Valerie, alkolik dedesinin sistematik şiddetine maruz kaldı, “asi davranışları” gerekçe gösterilerek sıkı kuralları olan bir Katolik okuluna yazdırıldı, okuldan kaçtı. Henüz 15 yaşındayken evli bir denizciden hamile kaldı. Bir kız çocuğu doğurdu, kızı elinden alınıp bir aileye evlatlık verildi ve bir daha da onu göremedi.
Liseyi bitirdikten sonra Maryland Üniversitesi’nde psikoloji eğitimi almaya başladı ve yaşadığı tüm ekonomik ve ailevi sorunlara rağmen okulunu dereceyle bitirdi. Gençliğinde radikal feminist düşüncelerden etkilenen Solanas, öğrenciyken katıldığı bir radyo programında erkeklere karşı ancak şiddet yoluyla mücadele edilebileceğini dillendirdi. 1950’ler Amerika’sının muhafazakar toplumsal iklimine rağmen lezbiyen kimliğini gizlemeye de gerek duymuyordu. Dilimize Ayşe Düzkan tarafından Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu (Society for Cutting Up Men – SCUM Manifesto) olarak çevrilen en bilinen eserini de bu dönemde yazmaya başladı.
60’ların ortasında Solanas New York’a taşındı. Geçimini fahişelik ve dilencilik yaparak sağlıyor ve kimi zaman sokaklarda, kimi zaman ucuz otellerde, kimi zamansa boş çatı katlarında kalıyor ve sürekli yazıyordu. Bu dönemde birkaç hikayesi çeşitli dergilerde yayınlandı. Andy Warhol ile aralarının açılmasına ve onu vurmasına neden olacak ilk senaryo-oyunu “Up Your Ass” (Kıçınıza Girsin) ise yayınlanmak için 2004 yılına kadar bekleyecekti.
Solanas’ın yolu 1967’de pop-art akımının ikonik peygamberi Andy Warhol’la kesişti. Warhol’dan senaryolarını ve oyunlarını incelemesini istedi; zira paraya çok sıkışmış durumdaydı ve sanatçı kimliği aracılığıyla para kazanabileceğini düşünüyordu. Provokatif işler yaptığı gerekçesiyle, polis tarafından Factory isimli stüdyosu sürekli basılan Warhol ise Solanas’ın yazdığı senaryoyu oldukça şiddet içerikli ve pornografik bularak onun bir polis olduğundan şüphelendi. Rivayete göre Solanas, Warhol’a bir gün senaryosunun akıbetini sorar, Warhol ise Solanas’a polis olup olmadığını, buna oldukça sinirlenen Solanas, pantolonunu indirip cinsel organını göstererek “evet polisim bu da silahım” der. Sonunda Solanas’ın senaryosunu kaybettiğini söyleyen Warhol, şakayla karışık isterse stüdyo’da daktilograf olarak onu işe başlatabileceğini söyler. Solanas’ın Warhol’a kurşun yağdırmasıyla sonlanacak süreç de böyle başlar. Solanas aşağılanmaya ve geçiştirilmeye tahammül edebilecek biri değildir.
31 Mayıs 1968’de yazar Paul Krassner’den 50 dolar borç alan Solanas, o parayla kendisine bir silah alır ve eserlerini çalmakla suçladığı Andy Warhol’a onun stüyosunda üç el ateş eder. İlk iki mermi boşa gitse de üçüncü mermi Warhol’un akciğerine isabet eder. 5 saat ameliyatta kalan Warhol mucize eseri hayatta kalır ve geri kalan hayatı boyunca bu olaydan kaynaklı olarak korse kullanır. Olaydan sonra tutuklanan Solanas, Warhol şikayetçi olmamasına rağmen 2 buçuk yıl hapis yatar. Dünya çapında tanınması ve medyatik bir figüre dönüşmesi ise bu olayla birlikte gerçekleşir. Bundan sonraki hayatı akıl hastanelerinde, ucuz otellerde ya da sokaklarda fahişelik yaparak geçer. Yazmayı hiç bırakmaz. Kendisine paranoid-şizofreni teşhisi koyulur ve hayatının geri kalanını bu hastalıkla boğuşarak geçirir. Andy Warhol’u ise hiç unutmaz, ona sürekli tehdit mektupları yollar ve onu bir gölge gibi sürekli gizlice takip ederek rahatsız eder.
25 Nisan 1988’de 52 yaşında (Warhol’un ölümünden 14 ay sonra) San Fransisco’da ucuz bir otel odasında zatürreden ölür. 20 yıl boyunca yazdığı her şey annesi tarafından yakılır.
Solanas ölümünden sonra popüler kültürde pek çok yazının, oyunun, şarkının, filmin konusu olmuştur. Öne çıkanlardan biri “I Shot Andy Warhol”dur.
Solanas her ne kadar Warhol vakasıyla uluslararası bir üne kavuşsa da, onu 20. Yüzyılın önemli figürlerinden biri yapan şey; 13 dile çevrilen, üzerinde çokça tartışılan, kimilerince sarkastik bir zırvalama, kimilerine göre ufuk açıcı ama ciddiye alınması zor politik bir metin, kimilerine göre ise hastalıklı bir zihnin şiddet dolu yansıması olarak görülen manifestosudur. Manifesto’yu bir sanat eseri olarak okumak gerektiğini söyleyenler de olur, manifestodan etkilenen “Guerrilla Girls”, “The Lesbian Avengers” gibi kimi sanatsal çevreler ve aktivist oluşumlar da.
Solanas zamanında hayvanların üzerinde psikolojik araştırmalar yaptığı Berkeley döneminden de yola çıkarak sorunun kökenini biyolojik varoluşta arar. Erkekleri ve kadınları toplumsal kategoriler olarak gören 2. Dalga Feminizmin tersine, kadını ve erkeği biyolojik formlar olarak görür; kadın ve erkek yerine, dişi ve eril terimleri kullanılır. Erili tamamlanmamış, eksik ve kompleksli olarak tanımlar.
Eril, biyolojik bir kazadır: Y (eril) geni tamamlanmamış bir X (dişi) genidir yani tamamlanmamış bir kromozomlar serisidir. Başka bir deyişle eril eksik bir dişidir, daha gen aşamasında yaşamına son verilmiş, ayaklı bir kürtaj. Eril olmak kifayetsiz olmak, duygusal olarak sınırlı olmak demektir; erillik bir noksanlık hastalığı, eriller de duygusal sakatlardır.
Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu evet gerçekten de erkekleri yok etmekten bahseder. Asalak politikacılar, savaş baronları, kendini beğenmiş sanatçılar, “hippi zırvalıkları sayesinde kadınları komünal bir şekilde köleleştirenler”, keşler, iki kadını bir arada idare eden aydınlar, duygusal açıdan zayıf sevgililer, otoriter kocalar, aptal abiler ve bütün erkekler! Bunun ise tek bir istisnası vardır: Barışçıl, kadınların doğurmak gibi biyolojik zorunluluklardan kurtulduğu, paranın ve sınırların ortadan kalktığı ütopik kadın cennetinde yaşam hakkı tanınan tek eril yaşam biçimi; bu kadın ütopyasına tümüyle uyum sağlamış ve neredeyse ruhsal olarak kadınlaşmış erkeklerdir! Şimdi sözü Erkek Doğrama Cemiyeti’ne bırakalım. İşte Manifesto’dan bazı ilgi çekici pasajlar:
Bu toplumda hayat, en iyi halinde bile can sıkıntısından ibaret olduğundan ve toplumun hiçbir tarafı kadınlara uygun olmadığından; uygar-kafalı, sorumlu, heyecan arayan dişilere, hükümeti yıkmak, para sistemini bertaraf etmek, her alanda otomasyonu kurumlaştırmak ve eril cinsi yoketmekten başka çare kalmıyor.
Paranın var olması ve bir insanın haftada iki ya da üç saatten fazla çalışması için hiçbir insani sebep yoktur. Bütün yaratıcı olmayan meslekler (neredeyse bugün yapılan mesleklerin hepsi) çok uzun zaman önce otomata bağlanabilirdi ve parasız bir toplumda herkes her istediği şeyin en iyisinden, istediği kadarına sahip olabilirdi. Ama para-iş sistemini idame ettirmek için gayri insani eril sebepler vardır.
Toplumumuz bir cemaat olmayıp tecrit edilmiş aile birimlerinden ibarettir. Acınacak kadar güvensiz olan eril, kadınının, başka erkeklere ya da biraz olsun hayata temsil eden herhangi bir şeye maruz kalırsa kendisini terkedeceğinden korktuğu için onu başka erkeklerden ve elinden geldiğince medeniyetten tecrit etmeye çalışır ve karısını kendi içine gömülmüş çiftler ve çocuklarının bir toplamı olan banliyölere götürür.
Erilin gerçekleştirebileceği herhangi bir gerçek toplumsal devrim mümkün değildir çünkü tepedeki eriller statükonun sürmesini ister ve aşağıdaki erillerin bütün istediği yukarıdaki eril olmaktır. Erilin “isyanı” bir maskaralıktan ibarettir; bu erilin, kendi ihtiyaçlarını tatmin etmek için kendi kurduğu “toplum”dur. Nihai olarak, erilin “isyan” ettiği şey eril olmaktır. Eril, teknoloji onu zorladığında, başka seçeneği olmadığında veya “toplum”, değişmezse öleceği bir noktaya geldiğinde değişir ancak.
Sevgi, bağımlılık ya da cinsellik değil, dostluktur ve o yüzden iki eril arasında, bir erille bir dişi arasında sevgi olamaz. Biri ya da ikisi akılsız, güvensiz eril yaltakçısı olan iki dişi arasında da var olamaz sevgi. Konuşma gibi sevgi de yalnızca güvenli, serbest hareket edebilen, bağımsız, hoş iki dişinin arasında gerçekleşebilir çünkü arkadaşlık hor görmeye değil saygıya dayanır.
Toplumumuzdaki en tatlı kadınlar kudurmuş seks manyaklarıdır. Ama tabii, korkunç, korkunç derecede tatlı olduklarından düzüşme düzeyine inmezler -onun yerine aşk yaparlar, bedenleri aracılığıyla iletişir, duyumsal ilişkiler kurarlar; daha edebi olanlar, Eros’un nabzına uyup Evreni ellerine geçirir; dindar olanlar Semavi Duyumsallıkla ruhsal bir komünyon içine girer; mistikler Erotik İlkeyle ortaya çıkıp Kosmosla kıvama gelir ve keşler de kendi erotik hücreleriyle temasa geçer.
Nasıl ki insanların köpekler üzerinde bir varoluş önceliği varsa ve bunu daha ileri bir evrimleşmeye ve daha yüksek bir bilince sahip olmaya borçlularsa, kadınlann da erkekler üzerinde böyle bir varoluş hakkı öncelikleri vardır. O yüzden bir erkeğin bertaraf edilmesi adil ve iyi bir davranış olup büyük ölçüde kadınların yararınadır ve aynı zamanda bir merhamet eylemidir.
Eril üretip üretmeme meselesine gelince böyle bir soru yoktur çünkü eril tıpkı bir hastalık gibi hep aramızda var olmuştur ve varolmaya devam etmelidir. Genetik denetim mümkün olduğunda -ki bu mümkün olacaktır- fiziksel arızalar ve eksikliklerden, ki bunlara erillik gibi duygusal arızalar da dahildir, arınmış, tam ve bütünlüklü varlıklar üretileceğini söylemeden geçmek de olmaz. Bile bile kör insanlar üretmek nasıl ki ahlaksızlıksa, duygusal sakatların üretilmesi de öyledir.
Hatta dişiler bile niye üretilsin ki? Neden gelecek nesiller olsun? Bunların amacı nedir? Yaşlanma ve ölüm bertaraf edildiğinde neden ürenilsin? Biz öldükten sonra ne olacağını niye umursayalım? Bizi takip edecek bir genç nesil olmaması neden umurumuzda olsun ki?
SCUM, amaçlarına ulaşmak için gösteri, yürüyüş ve grev yapmayacaktır. Bu tür taktikler cici, kibar hanımlar içindir, bunlar vicdanlarını rahatlatarak bu tür etkisiz olacağı kesin eylemlere girişirler. Buna ek olarak, yalnızca düzgün, temiz yaşayan ve kendilerini türün içinde görmeye alışık eril kadınlar böyle sürü temelinde hareket eder. SCUM bireylerden oluşur; SCUM bir sürü değil, bir damardır. Bir işi, o işin gerektirdiği sayıda SCUM bir araya gelerek yapar. Aynı zamanda, ağır ve bencil olan SCUM, koca sopalarla kafasının dövülmesine maruz bırakmaz kendini; böyle şeyler Baba ve polislerin özsel iyiliğiyle ilgili dokunaklı bir inanca saygıda kusur etmeyen cici, “ayrıcalıklı, eğitimli” orta sınıf hanımları içindir. Eğer SCUM bir yürüyüş yaparsa bu Başkan’ın aptal suratının üzerinde olur; eğer SCUM bir darbe yaparsa bu karanlıkta ve on santimlik bir bıçakla olacaktır.
Alıntılar: http://www.selyayincilik.com/kitap/erkek-dograma-cemiyeti-manifestosu-140