in , ,

Pis Okurun Notları (42-59)

42.) Otostopçunun Galaksi Rehberi, Douglas Adams’ın yazdığı bilimkurgu türüne mizahi bir şekilde yaklaşan önemli bir kitaptır.

Seri, toplamda yedi kitaptan oluşur:

Orijinal beşli; “Otostopçunun Galaksi Rehberi” “Evrenin Sonundaki Restoran” “Hayat, Evren ve Her Şey”  “Elveda ve Bütün O Balıklar İçin Teşekkürler” “Çoğunlukla Zararsız” adlarını taşır.

Türkçede birçok farklı baskısı ve çevirisi bulunan bu beşli Mart 2019 itibariyle Alfa Yayıncılık tarafından tek cilt halinde yayımlanmıştır.

Orijinal beşliyi tamamlayan diğer iki kitap ise, “Kuşkucu Somon” ve “Ve Başka Bir Şey Daha” adlarını taşır ve bu kitaplar da Alfa Yayıncılık tarafından yayımlanmıştır.

Adams’ın yarattığı evrende, “Hayat, Evren ve Her Şey’e Dair Nihai Sorunun” cevaplarını bulmak için Derin Düşünce isimli bir bilgisayar tasarlanır. Cevabı ya da cevapları bulabilmek için, bilgisayarın yedi buçuk milyon yıla ihtiyacı vardır. Derin Düşünce’yi çalıştırırlar ve yedi buçuk milyon yıl sonra, “Hayat, Evren ve Her Şey’e Dair Nihai Sorunun” cevabını öğrenirler: “42”

43.) Bu noktada hesaba katmadıkları şey, Hayat, Evren ve Her Şey’e Dair Nihai Sorunun, ne olduğudur. Bu soruyu bulmak için yeryüzü oluşturulur ve bir on milyon yıla daha ihtiyaç duyulur.

On milyon yıl geçip, tam soru bulunacakken uzayda kestirme bir yol yapılması için dünya yok edilir ve olaylar gelişir.

44.) Otostopçunun Galaksi Rehberi, bilimkurgu parodisi olarak okunabilecek bir seridir. Buram buram İngiliz mizahı kokar. Bu nedenle türe ve İngiliz mizahına aşina olmayan okurlar için o kadar da eğlenceli değildir.

Ufak bir fikir almak isteyenlere, İngiliz mizahında Monty Pyton ekolünü biraz araştırmalarını önerebilirim.

45.) Douglas Adams’ın ve Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin anısına her yıl 25 Mayıs günü çeşitli etkinliklerle “Havlu Günü” olarak kutlanır. Böyle bir günün kutlanmasına sağlayan satırlar, kitapta en çok eğlendiğim bölümdür:


Douglas Adams

“Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin havlular konusunda söyleyecek bir çift sözü bulunmaktadır.

Bir havlu, der, yıldızlararası seyahat eden bir otostopçunun sahip olabileceği neredeyse en işe yarar şeydir. Bir kere pratikte büyük değeri vardır – Jaglan Beta’nın soğuk aylarında yol alırken ısınmak için ona sarınabilirsiniz; Santraginus V’in ışıl ışıl mermer kumsallarında baş döndürücü deniz buharını içinize çekerken üzerine yatabilirsiniz; çöl dünyası Kakrafoon’un kıpkırmızı ışıldayan yıldızlarının altında onu üzerinize örtüp uyuyabilirsiniz; ağır ağır akan Moth ırmağı üzerinde seyrederken mini salınıza yelken yapabilirsiniz; yumruk yumruğa dövüşlerde kullanmak üzere ıslatabilirsiniz; zehirli gazlardan korunmak ya da Traal’ın Kurt-gibi-acıkmış Cırtlak Canavarı’nın bakışlarından (aşırı aptal bir hayvandır, onu göremiyorsanız sizi görmediğini sanır ve sizi görmez – ot kadar aptal, ama çok çok açtır) kaçmak için başınıza sarabilirsiniz; acil durumlarda havlunuzu imdat işareti olarak sallayabilirsiniz ve tabii ki, hâlâ yeterince temiz görünüyorsa onunla kurulanabilirsiniz.

Daha da önemlisi, bir havlu büyük psikolojik değere sahiptir. Herhangi bir sebeple, şuursuz bir gezgin (şuursuz gezgin: otostopçu olmayan) bir otostopçunun yanında havlusunun olduğunu fark ederse, otomatik olarak bir diş fırçası, yüz koruyucu maske, sabun, bir kutu bisküvi, termos, pusula, harita, bir yumak ip, sivrisinek ilacı, yağmurluk, uzay giysisi vs. vs. olduğunu da varsayacaktır. Üstelik bunun da ötesinde o şuursuz gezgin bunlardan herhangi birini veya otostopçunun kazara “kaybetmiş” olabileceği bir düzine başka eşyayı ona seve seve ödünç verecektir. Çünkü o şuursuz gezgin, otostopla galaksiyi kat eden, yalnızca temel ihtiyaçlarını gidererek zorlu şartlarda yaşayan, korkunç tehlikelerle savaşıp galip gelen ve hâlâ havlusunun yerini bilen birinin hiç şüphesiz baş etmesi güç biri olduğunu düşünecektir.

Bu nedenle, otostopçu argosuna geçmiş bir deyiş vardır: “Hey, düzayak Ford Prefect ile hiç tanfırdedin mi? O havlusunun nerede olduğunu bilen bir süpdüzayaktır.” (Tanfırdemek: tanışmak, farkına varmak, sevişmek; düzayak: gerçekten düzgün bir herif; süpdüzayak: gerçekten de şaşırtıcı bir derecede düzgün herif.)”

42.1) Google’a, “The Answer To Life The Universe And Everything” yazmak isteyip de üşenenler için amme hizmeti: Tıklayınız

46.) Celal Üster, Bir “Çevirgen”in Notları, Can Yayınları, Anı – Eleştiri – Söyleşi

Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonunun 2018 verilerine göre, Türkiye’de 2018 yılında, 410.641.305 adet kitap üretilmiş. Bu sayının, % 52,4’ü olan 215.370.387 adedini eğitim kitapları oluşturuyor.

Bu sayının, % 6’sı olan, 24.719.651 adedi Yetişkin Kurgu; % 10’u olan, 41.273.395 adedi ise, Çocuk-Gençlik Kitapları kategorisinde.

Bu alt başlıkların ne kadarının çeviri ne kadarının Türkçe yazılmış olduğuna dair bir veri yayınlanmamış olsa da kişisel gözlemimden yola çıkarak, yetişkin kurgu ile çocuk-gençlik kitaplarının en az üçte birinin (belki yarıya yakınının) çeviri eser olduğunu tahmin edebilirim.

Bu verilere bakıp, çevirmenlerin ne denli önemli bir iş yaptıklarını düşünmek hiç de zor değil.

Her işte olduğu gibi çevirmenlik alanında da işini iyi yapanlar ile kötü yapanlar mevcut. Bu noktadaki sıkıntı, biz okurların çoğunun, kaynak metne ulaşma ve o metni anlama şansımız olmadığı için, okuduğumuz metnin orijinaline ne denli sadık olduğunu anlayamamamız.

Bu noktada devreye, yayınevlerinin güvenilirliği giriyor. Bir okur olarak, bildiğimiz bir yayınevinin çevirisine güvenmek zorundayız.

Ek olarak, çevirmenin kaynak dile olan hâkimiyetinin yanında, çeviri dili olan Türkçeye olan hâkimiyeti de son derece önemli. Bu noktada da devreye, editörler giriyor. İyi bir editör tarafından okunup, düzeltilmiş bir kitap ile çevirmenin elinden çıktığı gibi yayına verilmiş bir kitabı, dikkatli bir okur kolaylıkla ayırabilir.

Bir de, özellikle klasik kitaplarda karşılaştığımız çalıntı çeviri meselesi var ki bu mesele başlı başına bir yazıyı hak ediyor.

1947 doğumlu Celal Üster, elli yılı aşkın bir süredir çeviriye gönül vermiş bir yazın emekçisi. Künyesinde onun adını gördüğüm bir kitabı gözü kapalı alabileceğim bir çevirmen.

Ocak 2019’da ilk baskısı yapılan, Bir “Çevirgen”in Notları isimli kitabında sözü bu sefer kendisine vermiş ve anılarından yola çıkarak çevirmenlik serüvenini kaleme almış. Anılarına ek olarak, birkaç çeviri eleştirisini ve başka çevirmenlerle yaptığı söyleşileri de kitabına eklemiş.

Çevirmenlik üzerine düşünmek, toplumcu duruşundan taviz vermeyen bir kültür insanının anılarını okumak isteyen hemen herkesin okumasını tavsiye edebileceğim bir kitap Bir “Çevirgen”in Notları.

Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonunun 2018 verileri için kaynak:

https://www.yayfed.org/website/content/285

Nitelikli yayınevleri kategorisine koyabileceğimiz kimi yayınevlerinin Anna Karenina çevirileriyle ilgili ufuk açıcı bir yazı için kaynak:

http://www.okunasikitaplar.com/anna-kareninanizi-nasil-alirdiniz/

Çevirinin ve onu tamamlayan editörlük hizmetinin ne denli önemli olduğunu anlamak adına, “son silahşor” nickli bir Ekşi Sözlük yazarının örnek girileri:

https://eksisozluk.com/entry/59619683

https://eksisozluk.com/entry/42929219

Celal Üster’in, kitabına da aldığı bir eleştiri yazısını, şuradan okuyabilirsiniz:

‘Dr. Jekyll ve Bay Hyde’ın tuhaf çevirisi

Ayrıntı Yayınları gibi, kalburüstü kitaplar yayımlayan bir yayınevinin bile dikkatsiz editörler nedeniyle içine düştüğü büyük bir yanlışa dair detayları okumak içinse şu yazıya bakabilirsiniz:
Çevirmen Yiğit Yavuz: İntihal her yerde

47.) Herman Broch, Büyülenme, Çeviren: Süheyla Kaya, İthaki Yayınları, Roman

Nazi Almanya’sı, 2. Dünya Savaşı’nda yenilip iktidardan çekilene kadar Alman halkının gözünde bir perde olduğu söylenir. Hitler’in propaganda aygıtını devletin gücüyle birleştirerek kurduğu mutlak iktidarında öldürülen milyonlarca insanı bile görmezler ya da görmezden gelebilirler.

Sebald’ın yazdığı “Hava Savaşı ve Edebiyat” kitabından da okuyabileceğimiz gibi kendileri de müthiş acılar çekerler ve yine milyonlarca sivil Alman da savaş süresince hayatını kaybeder. Kalanların ise ne durumda olduklarını bizim bugün hayal etmemiz bile güç.

Broch, yukarıdaki paragrafta değinmeye çalıştığım göze perde inmesi halinin veya kitaba adını veren kelime olan büyülenme halinin nasıl olabileceğini, bir dağ köyünde yaşananlar üzerinden anlatmış.

İnsanların duygularının manipüle edilerek onların, toplu bir histeriye nasıl tutulmalarının sağlanabileceğini okuyabileceğimiz çok önemli bir kitap Büyülenme.

48.) Kolektif, Derleyenler: Kutlukhan Kutlu, Aslı Tohumcu, İstanbul 2099, Doğan Kitap, Öykü

Kutlukhan Kutlu ve Aslı Tohumcu’nun ortak çalışmayla hazırladıkları ilk derleme 2015’te yayımlanmıştı.

Güçoburlar adı verilen kitapta on beş yazar, diktatörlük kavramından yola çıkarak birer öykü yazmış ve bu öyküler kitapta toplanmıştı.

Dünya genelinde otoriter eğilime sahip yöneticilerin seçim yoluyla birbiri ardına iş başına geldiği bir dönemde yayımlanmıştı kitap.

2015, aynı zamanda Türkiye’de parlamentonun yetkilerinin ve işlevinin sınırlanması ile başkanlık sistemine geçiş tartışmalarının yoğun biçimde yapıldığı bir dönemdi.

Güçoburlar, birbiri ile kesişen bu iki unsurun, yazarların dünyalarındaki yansımalarını göstermesi ve yakın veya uzak bir tarihte nasıl bir dünyada yaşıyor olacağız, sorusu üstüne düşündürmesi açısından önemli bir kitaptı.

İlk baskısı Aralık 2018’de yapılan İstanbul 2099’da ise yazarlar, merceklerini biraz daha uzak bir geleceğe odaklamışlar.

Kitapta, on altı yazar ve öyküleri yer alıyor. İlk kitapta olduğu gibi bu kitapta da derleyenlerin yazdıkları bir önsöz, bize kitabın oluşma sürecini anlatıyor.

Böyle bir çalışma yapılmış mıdır, bilmiyorum ama insanlara yakın ve uzak gelecekte bizi nasıl bir Türkiye bekliyor, diye sorulsa sanırım ezici bir çoğunluk karanlık bir tablo çizecektir.

Doğaya verdiğimiz zarar, tarımın ve ekonominin geldiği içler acısı durum, bilgi çağında olduğumuzu iddia etsek de toplum olarak içine düştüğümüz büyük cehalet ve sonuçları, gelecekle ilgili iyimser tahminler yapmamızın önündeki en büyük engeller olarak sayılabilir.

Yukarıda saymaya çalıştığım birkaç unsur ve bu unsurların üzerine eklenebilecek onlarca başka unsurun etkilerini en fazla gözlemleyebileceğimiz şehir, hiç kuşku yok ki İstanbul.

İstanbul 2099’daki öyküler de içinde bulunduğumuz yüzyıl bitmeden bizi nasıl bir İstanbul bekliyor olacak, sorusuna verilmiş edebi cevaplardan oluşuyor.

Tahmin edebileceğiniz gibi, tüm öyküler gelecekle ilgili oldukça karamsar bir içeriğe sahipler.

49.) Erlend Loe, Doppler, Çeviren: Dilek Başak, YKY, Roman

İçine düştüğümüz koşturmaca ve ilgi alanlarımızın dağılması nedeniyle okumaya en meraklı olanlarımız bile zamanla okumaya daha az vakit ayırabiliyor. “Eskiden çok okurdum, artık vakit bulamıyorum,” tarzı söylemleri eminim birçok kişiden duymuşuzdur.

Bu nedenle olsa gerek, yayınevleri kolay lokma diyebileceğimiz, okurunu çok yormayan, vakti varsa tek oturuşta, yoksa iki, bilemediniz üç oturuşta bitirilebilecek kitaplara günden güne daha fazla ağırlık verir oldular. Örneğin, Can Yayınları Mart 2019 itibariyle “Kısa Klasikler” diye bir diziye başladı. Verdikleri reklamlarda, bu diziye ait kitapların tek oturuşta okunabileceğini özellikle vurguluyorlar. Kırmızı Kedi ve adları şu an aklıma gelmeyen başka birçok yayınevi de buna benzer diziler oluşturuyorlar.

YKY’nin adını koyduğu böyle bir dizisi yok ancak, ilk baskısı Ocak 2016 yapılan ve 2019’a kadar 13 kez yeni baskısı yapılan Doppler de bu kategoride değerlendirebileceğimiz kitaplardan.

Konusu, kentte yaşayan ve hayatını değiştirmek isteyen birçok beyaz yakalıya çekici gelecek bir içeriğe sahip:

“Başarı abidesi olarak görülen Andreas Doppler, bir gün her şeyi bırakır ve ormanda yaşamaya başlar.”

Erlend Loe’nin yarattığı Doppler karakterinin yer aldığı romanlar aslında bir üçleme oluşturur. İlk kitap, Doppler, ikinci kitap “Volvo Lastvagnar” (Türkçede yayımlanmadı.) üçüncü kitap ise, Bildiğimiz Dünyanın Sonu’dur.

Sanırım, YKY, üçüncü kitabı tüm Dünya ile aynı anda yayımlayabilmek adına, ikinci kitabı es geçip üçüncü kitabı yayımladı. Kitabın çevirmeni, Dilek Başak, bir söyleşisinde, bu kararı yazarla birlikte aldıklarını söylüyor:

Bizler, yani Türkçe kitapların okurları, üçlemenin ikinci kitabını okuyamıyoruz ne yazık ki. Siz bize anlatabilir misiniz? Neden çevrilmedi o kitap?

Bu üçleme aslında birbirinden bağımsız kitaplardan oluşuyor. Doppler Türkiye’de baskıya girdiğinde Bildiğimiz Dünyanın Sonu Norveç’te yayımlandı. Diğer dillerle birlikte Türkçeye çevrildi. Erlend Loe bir söyleşisinde aynen şöyle der: “Bildiğimiz Dünyanın Sonu esasında Doppler’i takip eden kitaptır. Birinci kitaptaki konuyu işleyip geliştirmeye devam eder.” Bu seçim yazarla birlikte yapıldı ve yayın kurulu da bu kararı destekledi. İkinci kitapta Doppler neredeyse bir yan karakterdir. İkinci kitap diğer iki kitaptan tamamen bağımsız okunabilir.”

(Söyleşinin tamamını şuradan okuyabilirsiniz: https://t24.com.tr/k24/yazi/dilekbasak,2027 )

50.) Hüseyin Kıran, Yaşamak – Bir Çaba, YKY, Anlatı

Yukarıda Doppler için yazarken, günlük hayatın koşturmacası içinde okumaya zaman bulamayanlar için “lokmalık” kitapların varlığından bahsetmiştim. Doppler, görece olarak kolay okunan ve yorucu olmayan bir romandı.

Yaşamak – Bir Çaba, yalnızca 55 sayfa. Bir oturumluk işi var ama Doppler’e göre çok daha doyurucu ve nitelikli bir anlatı.

Daha önce, Hüseyin Kıran’ın şiirlerini topladığı Madde Kara’yı ve Resul’ü okumuştum. Resul, zorlu metinlerden hoşlananlar için demir leblebi gibi bir kitap, bilinçaltına dair okumalardan hoşlananlar için tatmin edici bir yapıt.

Yaşamak – Bir Çaba, için yayınevi “anlatı” ifadesini uygun görmüş. Uzun öykü veya novella olarak da adlandırılabilir. Bence es geçilmemesi gereken bir eser.

51.) Hitchcock ve Truffaut, Çeviren: İlyas Hızlı, Hayek Kitap, Söyleşi

Sinemanın başlangıcı için atılan adımları 1870’lere kadar götürmek mümkün. Bununla birlikte sanatın başlangıç tarihi olarak, 1895 yılında Lumière Kardeşler’in yaptıkları gösterim kabul edilir.

İlerleyen yıllarda, sinemanın bir öykü anlatma aracı olarak kullanımı yaygınlaşır ve kısa bir zamanın ardından sinema, dünyadaki en büyük ticari değere sahip sanat dallarından olur.

Sinema sanatında devrim niteliğinde olan iki önemli gelişme vardır. İlki, sesli sinemaya geçiş, ikincisi ise renkli sinemaya geçiştir.

(Buna bir üçüncü gelişme ekleyecek olsam, dijital sinemaya geçiş ve Netflix, HBO, Amazon gibi platformların başını çektiği online ortamların doğuşunu ekleyebilirim. Dijitalleşmenin ve stream platformlarının etkilerini daha yeni yeni görmeye başladığımız için, bu durumun sinema tarihindeki önemini anlamak için biraz daha zaman ihtiyacımız olacağı düşüncesindeyim.)

Gerek sesli sinemaya geçişin öncesinde, gerekse renkli sinemaya geçişin öncesinde, sessiz sinemanın ve siyah beyaz film yapımının kendi sınırları içinde mükemmele çok yaklaştığı ancak yaşanan değişimle birlikte, yeni anlatım olanaklarının öğrenilmesi sürecinde epeyce bocalama yaşandığı kabul edilir.

Alfred Hitchcock, sessiz sinema döneminden başlayarak yukarıda bahsettiğim değişimleri birebir yaşamış ve bu teknik koşullarla kalburüstü filmlere imza atmış bir yönetmendir. Buna rağmen, ABD’de hak ettiği saygınlığa uzun yıllar boyunca kavuşamaz. François Truffaut ile yaptıkları söyleşinin kitaplaşması, Hitchcock’un saygınlığının artmasında çok faydalı olur.

Truffaut ve Hitchcock

Kitaba yazdığı önsözde François Truffaut, bu durumu şu cümlelerle açıklar:

“60’lı yılların başlarında filmlerimi tanıtmak üzere Amerika’ya gidip gelmeye başladığımda Fransa’da yıllardır büyük bir beğeniyle izlediğimiz Alfred Hitchcock’un filmlerine karşı Amerikalı eleştirmenlerin takındıkları küçümser edayı görmek beni çok şaşırtmış, adeta incitmişti. (…)Aslında kendi reklamını yapma becerisi ancak Salvador Dali’ninkiyle eş tutulabilen Alfred Hitchcock’un verdiği röportajlarında şakacılığından bir türlü vazgeçmemekle. Yapılan her konuşmayı bir komediye çevirmekle Amerika’da kendine büyük bir kötülük ettiğini, işte ben bütün bunlar üzerine fark ettim. Bir kere olsun sanat anlayışı ve yöntemleri hakkında sorulacak gerçekten anlaşılır sorulara doğru dürüst cevaplar vermeyi kabul etse, ortaya çıkacak konuşmayla Amerikalı entelektüellerin gözündeki imajını olumlu yönde değiştirebileceğini hissettim. İşte bu kitap, bu nedenle yazıldı” .(AFA baskısı, s.9-10)

Hitchcock ve Truffaut isimli kitabı, Alfred Hitchcock’un filmlerine meraklı olsun, olmasın, sinema sanatına ilgi duyuyorum diyen herkesin alıp okuması gerektiğini düşünüyorum.

52.) Sinema sanatına meraklı okurlara bir tane de belgesel tavsiyesi verebilirim: 2011 tarihli, “The Story of Film: An Odyssey” isimli belgesel, Mark Cousins’in dilimize çevrilmemiş kitabının, yazarı tarafından belgesel haline getirilmişi.

Toplamda on beş saat süren yapım, başlangıcından 2000’li yıllara kadar, tüm önemli gelişmeleri oldukça detaylı bir şekilde anlatıyor.

53.) Yeri gelmişken, Alfred Hitchcock’u merkeze alan iki belgesel ile iki kurmaca yapım önerisinde bulunabilirim:

2015 tarihli “Hitchcock/Truffaut” isimli belgesel, kitaptan hareketle başka yönetmenlerin görüşlerine yer veriyor.

2017 tarihli, “78/52” isimli belgesel, Psycho filminin meşhur duş sahnesi hakkında.

2012 tarihli, “Hitchcock” isimli bu kurmaca film, Psycho’nun çekim sürecine odaklanıyor.

2012 tarihli bir başka film olan, “The Girl” ise, The Birds filminin çekimleri sırasında Alfred Hitchcock ve Tippi Hedren arasında yaşananlara odaklanıyor.

54.) (Bir) Döküm

2019 yılının ilk çeyreğinde toplam otuz kitap okumuşum. Bunların on sekizi önerilebilir nitelikteydi.

Kitapları beğeni sırasına göre değil de okunma sırasına göre listeleyecek olursam:

  • Söyleşi: Rıza Kıraç, Hulki Aktunç, Yoldaşım 40 Yıl, YKY
  • Nihan Kaya, İyi Aile Yoktur, İthaki Yayınları, İnceleme
  • Georges Simenon, Katil, Çeviren: Tahsin Yücel, Everest Yayınları, Roman
  • George Orwell, Paris ve Londra’da Beş Parasız, Çeviren: Berrak Göçer, Can Yayınları, Anı
  • John Banville, Deniz, Çeviren: Suat Ertüzün, Kırmızı Kedi Yayınları, Roman
  • Thomas Bernhard, Beton, Çeviren: Sezer Duru, YKY, Roman
  • Machado De Assis, Mezarımdan Yazıyorum, Çeviren: Ertuğ Altınay, Jaguar Kitap, Roman
  • De Unamuno, Sis, Çeviren: Yıldız Ersoy Canpolat, İş Bankası Yayınları, Roman
  • Guillermo Rosales, Felaketzedeler Evi, Çeviren: Gökhan Aksoy, Jaguar Kitap, Roman
  • Allen Ginsberg, Edebiyat Tarihi, Çeviren: Barış Tanyeri, Sub Yayım, İnceleme
  • Mine Söğüt, Gergedan, YKY, Öykü
  • Kutlukhan Kutlu, Aslı Tohumcu, İstanbul 2099, Doğan Kitap, Öykü
  • Dag Solstad, Mahcubiyet ve Haysiyet, Çeviren: Banu Gürsaler Syvertsen, YKY, Roman
  • Celal Üster, Bir ‘Çevirgen’in Notları, Can Yayınları, Anı-Eleştiri
  • Albert Sanchez Pinol, Soğuk Deri, Çeviren: Yıldız Ersoy Canpolat, Jaguar Kitap, Roman
  • Francois Truffaut, Hitchcock ve Truffaut, Çeviren: İlyas Hızlı, Hayek Yayınları, Söyleşi
  • David Grossman, Bir At Bara Girmiş, Çeviren: Aylin Üçer, Siren Yayınları, Roman
  • Hüseyin Kıran, Yaşamak – Bir Çaba, YKY, Anlatı

55.) Frank Herbert’ın Dune serisi, gerek barındırdığı felsefi derinliği, gerekse yarattığı evrenin tutarlılığı ile bilimkurgu türünün içindeki en önemli kitapları barındırır.

Dune kitapları, İslam kültüründen de önemli referanslar içerir. Bu referansları, batı kültürüyle harmanlar ve iktidar, inanç, seçilmiş kişi, mistisizm, ekoloji ve ekolojik dengenin korunması gibi kavramlar üzerinde derinlemesine düşünür.

Frank Patrick Herbert, 1920 ile 1986 yılları arasında yaşamıştır. İlk Dune kitabı, 1965 yılında yayımlanır. Sonrasında Herbert, birbirini tamamlayan beş kitap daha yazar:

(Kitapları şu an, İthaki Yayınları basıyor, seriden dört kitap yayımlandı, onlar için Türkçe isimleri, henüz yeni baskısı yapılmayan iki kitap için de orijinal isimleri yazacağım)

Dune (1965), Dune Mesihi (1969), Dune Çocukları (1976), Dune Tanrı İmparatoru (1981), Hereticks Of Dune (1984), Chapterhouse Dune (1985)

Herbert’ın 1986’daki ölümünün ardından, geride bıraktığı notlardan yararlanılarak, Dune evrenini tamamlayan on kitap daha yayımlanır.

56.) Alejandro Jodorowsky, gerçeküstü unsurlarla bezenmiş, cinsellik ve şiddetin cesurca sergilendiği, genel seyirci kitlesi tarafından kolay kolay beğenilmeyecek filmlere imza atmış, yaşayan en önemli birkaç yönetmenden birisi olarak tanımlanabilir.

Jodorowsky, Kültleşmiş filmlere imza atan bir yönetmen olmasının yanında, tarot uzmanı, yazar, psikoterapist, psikobüyücü (psikobüyüyü onun ‘icat’ ettiği söylenir), çizgi roman yazarı, performans sanatçısı, tiyatro yönetmeni, kuklacı, mim sanatçısı olarak da anılır.

17 Şubat 1929 Şili doğumlu yönetmen, Ukrayna ve Polonya kökenli bir ailenin çocuğudur.

1950’li yıllarda Fransa’da yaşamaya başlar ve bu döneminde tiyatroyla içli dışlı olur. 1960’lı yıllarda Meksika’ya yerleşir. 1968’de ilk uzun metrajlı filmi “Fando y Lis” gösterime girer. Oldukça sınırlı bir bütçeyle çekilen film, döneminde büyük tartışmalara neden olur. “Fando y Lis” ile yönetmenliğe hızlı ve tartışmalı bir giriş yapan Jodorowsky, ilerleyen yıllarda her biri kendi alanında kült kabul edilen ve yönetmenin en iyi işleri olarak adlandırılan “El Topo” ve “The Holy Mountain” isimli filmlerini çeker.


Alejandro Jodorowsky

Daha sonra, aralıklarla da olsa film çekmeye devam eden Jodorowsky, son iki filminde üslubundan taviz vermeden otobiyografisini sunar izleyicilerine: 2013 yapımı “La Danza De La Realidad” yönetmenin çocukluğunu merkeze alırken, 2016 yapımı “Poesía Sin Fin” ise yirmili yaşlarına dair bir öykü anlatır. Her iki yapımda da gerçeküstü unsurlar ön plandadır ve doğrusal bir öykü anlatımı bulunmaz.

Alejandro Jodorowsky, 1992 yılında “Bir Kuşun En İyi Öttüğü Yer” adını verdiği otobiyografisini yazar. Kitap, 2016’da Nihal Mumcu tarafından dilimize çevrilerek, Alfa Kitap tarafından yayımlanır.

Büyülü Gerçekçi akımın içinde değerlendirilebilecek ilginç bir otobiyografi örneği okumak isteyenlere, bu kitabı önerebilirim.

57.)  Dune evreni, uyarlamanın barındırdığı tüm zorluklara rağmen yıllar boyunca sinema sektörünün ağzını sulandırır.

Bu kapsamda, 1984 yılında David Lynch tarafından ilk uyarlama yapılır. Bu uyarlama, genel olarak beğenilmez. Hatta David Lynch, filmi yaparken yapım şirketinin aşırı baskısına maruz kaldığını ve filmi istediği gibi çekemediğini söyleyerek Dune filmini sahiplenmez.

Dune’un,  sonraki yıllarda mini dizi olarak iki uyarlaması daha yapılır. İlk uyarlama, “Dune” adındadır, 2000 yılında, Kanada – ABD ortak yapımı ve John Harrison yönetiminde gerçekleşir. Sonraki uyarlama ise, Children of Dune adını taşır, 2003 yılında Almanya – ABD ortaklığı ile Greg Yaitanes yönetiminde gerçekleşir.

Bu iki uyarlamayı da izlemediğim için herhangi bir değerlendirme yapamayacağım.

Dune, son olarak, Blade Runner 2049 ile oldukça beğeni toplayan, Denis Villeneuve yönetiminde bir kez daha sinemaya aktarılıyor.

Kendi adıma, bu uyarlamadan oldukça umutluyum.

58.) Alejandro Jodorowsky, 1970’li yıllarda bir Dune filmi çekmeye niyetlenir. Bu çerçevede, H. R. Giger, Moebius, Pink Floyd, Chris Foss ve Salvador Dali gibi isimlerin de katkı sunacağı rüya gibi bir kadro oluşturur. Çalışmalara başlar. Toplamda dokuz saat civarında süreceği düşünülen, dev bütçeli bir film tasarısı ortaya çıkar ancak birçok nedenden ötürü film çekilemez.

Film çekilemez, ancak 2013 yılında çekilemeyen bu filmin belgeseli çekilir. Jodorowsky, belgeselde, o dönemden elinde kalanları da göstererek ne yapmak istediğini uzun uzun anlatır.

Sonuçta ortaya, Dune severlerin, 2020’de vizyona çıkacak Denis Villeneuve filmini beklerken izleyebileceği son derece ilgi çekici bir belgesel çıkar.

Filmin Künyesi:

Jodorowsky’s Dune (2013)

Yönetmen: Frank Pavich

Ülke: Fransa – ABD

Süre: 88’

59.) Alışveriş Sepeti

Mahir Ünsal Eriş’in adını ilk olarak çevirileriyle duymuştuk, ardından, 2012 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde” yayımlandı, 2013 yılında ise, ikinci Öykü kitabı “Olduğu Kadar Güzeldik” yayımlandı ve bu kitap 60. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. Her iki kitap da geleneksel öykü kalıplarının içinde, günümüzün estetik değerlerini de barındıran okunası öykülere sahipti.

2015 yılında, ilk romanı “Dünya Bu Kadar” yayımlandı. Bana sorarsanız, biçim olarak, edebiyatımızda oldukça az denenmiş bir tekniği başarılı bir şekilde kullanan kalburüstü bir romandı.

2017 yılında, M.K. Perker’in illüstrasyonları ile yayıma hazırlanmış Öbürküler, gelmişti. Önceki üç kitabına göre bir tık daha altta kalsa da toplumcu bakış açısını, Hüseyin Rahmi Gürpınar duyarlılığıyla harmanlayan bir kitap, olarak nitelenebilir.

Mahir Ünsal Eriş, 2019 yılında ise, yeniden öyküye dönüyor. Nisan 2019’da, Can Yayınları, Eriş’in iki yeni öykü kitabını arka arkaya yayımladı. İlk kitabın adı, “Sarıyaz” ikinci kitabın adı ise, “Kara Yarısı”

Daha önce, Mahir Ünsal Eriş’in herhangi bir kitabını okumamış olanlara, yazarın ilk iki kitabını bir an bile düşünmeden önerebilirim.

Yeni iki kitabını ise ben, sepete ekledim bile.

Yazan Onur Uludoğan

1978 yılının sıcak bir yaz gününde dalga seslerinin duyulabildiği bir hastanede dünyaya geldiği rivayet olunur.

Bir türlü ehliyet sınavını geçemediği için korsan taksi şoförlüğü, değişen telif yasaları sayesinde korsan CD satıcılığı, Allah vergisi sesi nedeniyle pavyon şarkıcılığı, pasifist düşünce yapısını bahane ederek bar fedailiği, pimpirikli kişiliği yüzünden de torbacılık gibi alanlardaki kariyer fırsatlarını yeterince değerlendiremedi.

İki yıl okurum diyerek başladığı üniversite yaşamını on üç yıl sonra bitirebilmesi belki de kayda değer tek başarısıdır.

onuruludogan@gmail.com

Bir Yorum

Cevap Yazın

One Ping

  1. Pingback:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Laboratuvar Üretimi Et, Hayvan Sömürüsünü Ortadan Kaldırabilir Mi?

Rasta ve Direniş