172.) İsmail Güzelsoy, Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri, Doğan Kitap, Roman
Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri’ni, İsmail Güzelsoy’un ustalık döneminin ilk kitabı ve Banknot üçlemesi ile Fenni Sihirler üçlemesini birbirine bağlayan kitap olarak niteleyebiliriz.
Güzelsoy’un Banknot üçlemesinin ilk kitabı Sincap, 2005 yılında Everest Yayınları tarafından yayımlanmıştı. Yazar, 2017’de Sincap’ın gözden geçirilip değiştirilmiş bir baskısını 2017’de Doğan Kitap etiketiyle yayımladı.
Sincap’ta, yargısız infaza kurban gitmemek için İstanbul’dan kaçmaya çalışan İskender Sof’un Türkiye içindeki kaçış öyküsünü, birkaç katmandan oluşan bir kurgu içinde okumuştuk. Sincap, konu olarak oldukça özgün olsa da dil ve anlatım olarak İsmail Güzelsoy’un potansiyelini yansıtmaktan uzak bir kitaptı.
Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri, okura İsmail Güzelsoy’un İskender Sof defterini kapatmadığını gösterdiği kitabı oldu.
Sincap’ın sonunda İskender Sof, Iğdır üzerinden Rusya’ya kaçma aşamasına gelmişti. Sof’un, Iğdır’da yaşadıkları ise anlatılmamıştı.
Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri’nde İskender Sof’un Iğdır maceraları anlatılıyor.
Bu noktada, sonraki üçleme olan Fenni Sihirler’in de anlatıcısı olan Değil Efendi ile ve onun yardımcısı Yamalak ile tanışıyoruz. Son çağdaş meddah olan Değil Efendi, İskender Sof’un hikâyesini anlatırken, romanın bir üst katmanındaki anlatıcı da bize Değil Efendi’yi anlatıyor. Bu durum, İsmail Güzelsoy’un romanını, katmanlı bir anlatı ve anlatıcı zeminine oturtmasını sağıyor.
Güzelsoy, bu zemin üzerinden hareketle bence her biri birer başyapıt olan Fenni Sihirler’i yazabildi.
173.) Varsayımsal okur, İsmail Güzelsoy okumaya nereden başlayayım, diye sorsa hiç şüphe etmeden Gölge ile başlamasını öneririm.
Daha detaycı bir okura ise, önce Saf’ı okumasını, daha sonra ise Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri’ni ve nihayetinde de Fenni Sihirler’i oluşturan üç kitabı, yazılış sırasına göre (Değmez, Gölge ve Hatırla) okumasını tavsiye ederim.
174.) Yaşar Çabuklu, Kovulanın İzi, Metis Kitap, Deneme
Keşke daha gençken okusaydım, dediğim kitaplar var.
Pis Okurun Notları’nda Cioran’ın yazdığı Umutsuzluğun Doruklarında’yla ilgili maddeyi okuyanlar ne demek istediğimi daha iyi anlamışlardır.
Yıllar içinde, kimi zaman bir hayli zorlanarak, kendi kendime vardığım sonuçları / fikirleri yıllar önce yazılan bu kitaplarda görmek, değindiğim gecikme hissini pekiştiren bir unsur.
Kovulanın İzi de bu tür kitaplardan. Kovulanın İzi’nde yer alan denemeler, 1987 ile 2000 yılları arasında çeşitli dergilerde yayımlandıktan sonra 2001’de kitaplaşmış.
Çabuklu, denemelerinde ilerleyen yıllarda birçok mecrada tartışılacak kavramları ele almış ve geleneksel kalıpların dışına çıkmaya çalışarak düşüncelerini pekiştirmiş.
Atık, ölüm, cinayet, punk, Marquis de Sade ve daha birçok konu ve kişiyi merkeze alan denemeler aradan geçen onca yıla rağmen eskimemiş.
175.) Murat Uyurkulak, Delibo, Can Yayınları, Roman
Kimi yazarlar ilk kitaplarıyla öyle büyük bir işe imza atarlar ki sonraki kitapları hep o ilk kitabın gölgesinde kalır. Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ü; Metin Kaçan’ın Ağır Roman’ı bu tür kitaplardandır.
Murat Uyurkulak da ilk romanı Tol ile bu kategoriye giren bir esere imzasını attı. Sonraki kitapları hep belli bir seviyenin üstünde olsa da benim için hep Tol’un gölgesinde kaldılar.
Delibo; konu olarak değil ama dil ve anlatım olarak Uyurkulak’ın, Tol’a en çok yaklaştığı kitabı olmuş.
176.) Zamanının ilerisinde olduğu için yaşarken kıymeti bilinmemiş yazarlar vardır. Bizim edebiyatımızda; Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Ürgüp, Feyyaz Kayacan, Yücel Balku ilk anda aklıma gelen isimler. Bu tür yazarları anlatan en güzel cümleyi Oğuz Atay Demiryolu Hikâyecileri’nde yazmıştır:
“Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”
Oğuz Atay sitemini, günlüğünün ilk cümlesinde de şu sözlerle ifade eder:
“Canim insanlar sonunda bana bunu da yaptınız.”
Yukarıda adlarını andığım beş isimden ikisi, zamanın ruhunun değişmesiyle bugünün “hep okunan” yazarları arasındaki yerlerini aldılar. Tutunamayanlar’a başlayan herkes bitirmiş midir, bilmiyorum ama ortalamanın üstünde olduğunu düşünen çoğu kimse en azından bir on beş yirmi sayfasını okumuştur.
Ahmet Hamdi Tanpınar da, döneminde “kırtıpil Hamdi” diye nitelenip görmezden gelinirken günümüzde hakkında tezler, makaleler, kitaplar yazılan; konferanslar verilen bir isim haline geldi.
Kişisel gözlemim, Tanpınar’ın bundan on yıl öncesine kadar bugüne kıyasla daha fazla okunduğu yönünde. Y ve Z kuşaklarının Tanpınar’ı yeterince tanıyıp okuduklarından emin değilim. Eğer gözlemim doğruysa ve bu satırları okuyanlar arasında Tanpınar’a mesafeli duran varsa, en azından Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okumaya başlamalılar, diye düşünüyorum.
177.) Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Dergâh Yayınları, Öykü
Tanpınar hayattayken iki öykü kitabı yayımlanır: 1943’de Abdullah Efendi’nin Rüyaları; 1953’te de Yaz Yağmuru. Bu iki kitap, 1983 yılında yazarın kitaplarına girmemiş birkaç öyküsü de eklenerek “Hikâyeler” adı altında tek ciltte toplanır.
Huzur’u ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okuyalı gerçekten çok zaman oldu. Kitaplığımın köşesinde, onları tekrar okuyacağım zamanı bekliyorlar. Bu arada geçen sürede Tanpınar’ın ne denli büyük bir üslupçu olduğunu unutmuşum. Tanpınar, en basit şeyleri o denli güzel cümlelerle ifade ediyor ki kitaplarını okurken ağzıma bir parmak bal çalınmış gibi hissetmeden edemiyorum.
Tanpınar’ın seçtiği konular da zamanının çok ötesinde. Abdullah Efendi’nin Rüyaları bile tek başına, bilinçaltı kavramının en güzel işlendiği eserlerin en iyilerinden sayılabilir. Yazarın diğer hikâyeleri de aradan geçen onca yıla rağmen lezzetlerinden ve öncülüklerinden hiçbir şey kaybetmemişler.
178.) Ömür İklim Demir, Kum Tefrikaları, YKY, Roman
Ömür İklim Demir’in ilk kitabı, “Muhtelif Evhamlar Kitabı” 2015’te yayımlanmıştı. Hakkında pek bir ön okuma yapmadan alıp okuduğum kitabı çok sevmiştim.
Beğenimde yalnız olmadığımı kitabın, 2016 yılında hem Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, hem de Ankara Üniversitesi Öykü Ödülü’nü almasıyla ayrıca 2017 Notre-Dame de Sion Liseliler Edebiyat Ödülü’nün de bu kitaba verilmesiyle anlamıştım.
Hâl böyleyken, yazarın yeni kitaplarını dört gözle beklediğimi yazmaya gerek yok.
Ömür İklim Demir, yeni kitabı için okurlarını beş yıldan fazla bekletti. Bu beklemenin ardından Kasım 2020’de 431 sayfalık bir roman olan Kum Tefrikaları gelince beklentim bir kat daha büyüdü ve kitaplığımda okunmayı bekleyen tüm kitapları geriye iterek önceliği Kum Tefrikaları’na verdim.
Kum tefrikaları, kitabın sonundaki bilgiye bakarsak, 2014 ile 2019 yılları arasında yazılmış.
Kitabın arka planında büyük bir araştırmanın olduğunu kabul etmek lazım. Yazar, ciddi emek verdiği araştırmasının boşa gitmemesi için büyük bir çaba harcamış. Ama sonuca geldiğimizde maalesef, benim beklentimi karşılamayan, (yazmak için) harcanan emeğin de karşılığını vermeyen bir roman ortaya çıkmış.
Bu tespiti yaparken, acaba beklentimi çok yükselttiğim için mi böyle düşünüyorum, demeden edemiyorum. Ama sanırım, beklenti tuzağına düşmüyorum.
Romanı, yaşamdan tat almayan ve monoton hayatını Suruç’ta doktorluk yaparak geçiren anlatıcının perspektifinden okuyoruz. Anlatıcı, ağır sigara bağımlısıdır, kilo problemi vardır ve alkole düşkündür. Bu detay, yazarın romanı bağladığı yer için önemli.
Anlatıcıya, 125 yaşında ölen varlığını bile unuttuğu halasından miras olarak bir ev kalır ve evin tapusunu alabilmek için İstanbul’a gider. Evi devralma işlemleri devam ederken eniştesinden kalan bir defteri bulur ve romanın devamında anlatı iki kanala ayrılır.
İlk kanalda, anlatıcının yaşadıklarını, ikinci kanalda ise İttihat Terakki üyesi ve pilot olan eniştenin günlüklerini okuruz.
Romanda ciddi bir tempo sorunu var. Kitabın ilk 80 sayfası adeta yağ gibi akarken, anlatıcının defteri bulduğu ve romanın iki kanala ayrıldığı noktadan itibaren aksamalar başlıyor.
Yıllar geçtikçe, okuduğum kitabın beklentimi karşılamayacağına yönelik bir his geliştirdiğimi söyleyebilirim. Bu his ortaya çıktığında bazen kitaba devam etsem de çoğunlukla kitabı yarım bırakırım.
Kum Tefrikaları’nın ilk yüz sayfasını bitirdiğimde kitabı bırakmam gerektiği uyarısını veren alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Biraz yazarın, biraz da kitapla ilgili yapılan yorumlarda, sonunun büyük sürpriz olduğuyla ilgili yazılanların hatırına devam etmeye karar verdim.
Kitabı okudukça, var olan tempo sorununa, zorlama diyaloglar, roman evreninin içinde bile yapaylığıyla sırıtan olaylar ve okuyanların çokça övdüğü sürpriz sona ulaşmak için yazarın romana yaptığı mecburi müdahaleler git gide belirginleşti ve romanı bitirdiğimde, yapılan bunca araştırmaya harcanan bunca emeğe yazık olmuş, diye düşünmeden edemedim.
179.) Cormac McCarthy, Yol, Çeviren: Sevin Okyay, İthaki Yayınları, Roman
2019 yılının son aylarında başlayıp kısa sürede pandemi boyutuna varan Covid-19 salgını bize medeniyetimizin ne denli kırılgan olduğunu göstermeyi başardı.
Bu süreçte postapokaliptik kitap ve filmlere ilgi olan ilginin artmış olduğunu varsayabiliriz. Bu açıdan Saramago’nun, gizemli bir hastalık nedeniyle insanların kör olmalarıyla başlayan bir süreci konu edinen Körlük romanının epeydir çok satanlar listelerinin üst sıralarında olması bu görüşümü destekleyen bir durum olsa gerek.
Cormac McCarthy’nin Yol isimli romanı da bu dönemde karanlık bir geleceğe dair roman okumak isteyenler için biçilmiş kaftan.
Yol, nedeni açıkça söylenmeyen bir durumdan kaynaklı dünyanın alt üst olmasının ardından bir baba ile oğulun hayatlarından kısa bir kesiti konu edinen bir kitap.
Yaşanan felaket sonucunda atmosfer, gaz bulutu ile kaplanmıştır ve bu durum sonucunda dünyadaki yaşam tamamen ölme noktasına gelmiştir.
Bu karanlık tablo içinde hayatta kalabilmiş insanların bir kısmı oradan oraya seyahat ederek bulabildikleri besinlerle yaşamaya çalışmakta diğer kısmı ise ilk gruptaki insanları avlayarak onlarla beslenmektedir.
Öykünün merkezindeki baba ve oğul bir yanda zorlu doğa koşulları ile mücadele etmekte diğer yanda da avcılardan kaçmaya çalışmaktadır.
Kitabın oldukça zorlayıcı bir atmosferi olduğunu söyleyebilirim. Yazar, kurduğu kısa cümleler ve basit diyaloglar ile bu boğucu atmosferi pekiştirir. Kitap boyunca okuduğunuz satırlar ana karakterlerin yaşadığı zorlukları, açlığı, özlemi ve korkuyu iliklerinize kadar duymanızı sağlar.
Normal zamanlarda, kıyamet sonrası dünyayı anlatan kitapları okurken ve filmleri izlerken anlatılanların alternatif bir varoluşta veya bilinmez / çok uzak bir gelecekte geçtiğini varsayarız. Bu varsayım, anlatıyla aramıza mesafe koymamızı sağlar ve sonrasında yaşadığımız katharsis ile aşılanmış gibi oluruz.
Yol’u pandeminin etkileri henüz taze iken okumak, herkes için farklı bir deneyim olacaktır.
2007 yılında Pulitzer Ödülü’nü kazanan Yol, 2011’de Sevin Okyay tarafından dilimize kazandırılır ve Kanat Kitap tarafından yayımlanır. Aynı çeviri 2019 yılında İthaki Yayınları tarafından tekrar basılır.
Yol, John Hillcoat tarafından 2009 yılında “The Road” adı ile sinemaya aktarılır.
The Road’u hiç düşünmeden, kaynak kitaba en sadık kalan uyarlamalardan biri olarak tanımlayabilirim. Diyalogların neredeyse tamamını kitaptan birebir alan bu uyarlamanın yarattığı atmosfer de kitapla bir o kadar uyumludur.
Renk seçimleri, yok olan medeniyetin içler acısı hali, kahramanların içinde kaldıkları yalnızlık duygusu, açlıkları ve korkuları son derece başarıyla anlatılır. Filmin başrol oyuncuları Viggo Mortensen ve Kodi Smit-McPhee’nin oyunculukları ise son derece başarılıdır.
Filmin atmosferini destekleyen iç karartıcı müzikleri ise Nick Cave ve Warren Ellis’in ellerinden çıkmadır.
Filmin Künyesi:
The Road (2009)
Süre: 111’
Yönetmen: John Hillcoat
Senaryo: Cormac McCarthy, Joe Penhall
Ülke: ABD
İMDB: https://www.imdb.com/title/tt0898367/
180.) ALIŞVERİŞ SEPETİ:
Orhan Pamuk, her kitap çıkardığında yaptıkları ve yapmadıkları nedeniyle farklı çevreler tarafından topa tutulan bir yazar.
Son romanı Veba Geceleri, üzerinde beş yıldan fazladır çalıştığı oldukça hacimli bir yapıt.
Pamuk, hiç kuşku yok ki beş yıl önce Veba Geceleri’ni yazmaya başladığında 2020 yılı geldiğinde dünyayı kasıp kavuran bir pandeminin var olabileceğini öngöremezdi.
Yazar, 2020’de başlayan pandemi nedeniyle, o günlerde aslında yayıma hazır olan romanını yeniden ele almak ve üzerinde güncel durumu göz önüne alarak değişiklik yapmak zorunda hissetti kendini.
Ve nihayet Mart 2021’e geldiğimizde Pamuk’un 537 sayfalık hacimli romanı 300.000 gibi devasa bir baskı adediyle raflardaki yerini aldı.
Yerini alır almaz da kitapta Atatürk ile dalga mı geçiyor, gibisinden yarı suçlama yarı karalama içeren ifadeler merkezindeki tartışmalar alevlendi.
Orhan Pamuk’un son iki romanı (Kafamda Bir Tuhaflık ve Kırmızı Saçlı Kadın) önceki yapıtlarına kıyasla edebi lezzet açısından doyuruculuktan uzak yapıtlardı. Bu romanın da yazarın en önemli kitaplarının yanında sönük kalacağından eminim. Buna rağmen Veba Geceleri’ni alıp okumak Türk Edebiyatını takip etme kaygısı duyan herkes için kaçınılmaz bir iş olmalı.
Özcan Ergüder için, “tek kitap”la efsaneleşen yazar, ifadesi kullanılıyor. 1929 doğumlu Ergüder’in epeydir baskısı bulunmayan Maskeli Balo isimli kitabı, dergilerde kalanların da eklenmesiyle “Maskeli Balo ve Diğer Öyküler” adı altında Kırmızı Kedi etiketi ile yeniden basılmış. Kitabın yeniden gün yüzüne çıkmasına ön ayak olan kişi ise Ayfer Tunç. Kırmızı Kedi Yayınlarının genel yayın yönetmeni ise Enis Batur. Bu iki bilgi bile, benim için, Ergüder’in kitabına bir şans vermek için yeterli.
Kitabı okuduktan sonra Ergüder’i; yukarıda adlarını andığım Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Ürgüp, Feyyaz Kayacan, Yücel Balku gibi isimlerin yanına koyup koyamayacağıma bakacağım.
Gün Zileli adına Pis Okurun Notları’nda yeri geldikçe değinmeye çalıştım. Romanlarını başarısız bulsam da anılarını her defasında ısrarla önerdim. Zileli’nin son çalışmasının adı “Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar”
Zileli, bu kitabında anti Stalinist bir tutumla ve anarşist bir perspektifle görüşlerini yansıtmış olmalı. Bununla beraber ulaşabildiği kaynakları çarpıtmadan incelediğini ve olan biteni eksiksiz olarak aktarmaya çalıştığına inanıyorum.
340 sayfalık bu yapıtı Türkiye’de anarşist literatürün birçok önemli eserini yayımlamış Kaos Yayınları okurlarla buluşturuyor.
“Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar” adı kitabın içeriğine dair esas bilgiyi veren türden. Konuya dair ilgisi ve merakı olanların gözden kaçırmaması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.