15.) Kemal Tahir denilince ortalama bir okurun aklına Devlet Ana, Yorgun Savaşçı, Kurt Kanunu veya esir şehir üçlemesini oluşturan, Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu ve Yol Ayrımı kitapları gelir.
Bu kitaplar, Kemal Tahir’in düşünce dünyası çerçevesinde, sayfalarca konuşan karakterler barındırır ve çoğu eleştirmen, Tahir’in bu tercihi nedeniyle kitapların edebi yönünü zayıf bulur.
Sanırım ben de bu gruptanım.
Kanımca, Kemal Tahir’in edebi lezzet açısından en doyurucu kitapları onun köy romanlarıdır.
Örneğin, Rahmet Yolları Kesti, bir yönüyle Anadolu insanını merkezine alan köy romanıyken diğer yanıyla İnce Memed’in karşı kutbuna konumlanmış bir eşkıya romanıdır. Bana sorarsanız, bir Anadolu westernidir.
Kemal Tahir’in “Çorum Üçlemesi” üst başlığı altında toplanan, “Yediçınar Yaylası,” “Köyün Kamburu” ve “Büyük Mal” romanları da müthiştir. Bu romanlarda, 1908 ile 1938 yılları arasındaki dönemde, Çorum’un bir köyü merkeze alınarak, Anadolu’da yaşananlar anlatılır.
İlk kitapta Osmanlı’nın son yılları, ikinci kitapta Osmanlı’nın yıkılışı ve Cumhuriyet’in ilk yılları son kitapta ise Cumhuriyet rejiminin kuruluşu, anlatılanların arka fonunu oluşturur.
Kemal Tahir, bu üçlemede Anadolu insanını sevimlileştirme kaygısıyla hareket etmez. Köylü kurnazlığı, küçük çıkarlar için en yakın arkadaşına veya akrabasına gözünü kırpmadan zarar verme, üç beş kuruş için akla hayale gelmedik dolaplar çevirme vs. bu kitapların merkezini oluşturur.
Kemal Tahir bunu o denli büyük bir başarıyla yapar ki aradan geçen altmış yıla yakın zamana rağmen, bugünün Anadolu insanını anlatabilme başarısına sahiptir.
16.) George Orwell, Paris ve Londra’da Beş Parasız, Çeviren: Berrak Göçer, Can Yayınları, Kurmaca Anı (Kapakta roman yazmışlar)
George Orwell ile Kemal Tahir arasında, yukarıdaki maddeyi referans alarak bir benzetme yapacak olursak, Orwell da 1984 ve Hayvan Çiftliği kitapları nedeniyle diğer yazdıkları gölgede kalan yazarlardandır. Bununla birlikte Orwell’ın denemeleri ve anıları da son derece rahat okunur ve verdikleri edebi lezzet açısından romanlarının altında kalmaz.
George Orwell’ın denemelerinin bir kısmı, toplamda altı kitap olarak dilimize kazandırıldı: Kitaplar ve Sigaralar; Neden Yazıyorum; Balinanın Karnında; Faşizm Kehanetleri ve Dali’den Karakurbağasına Bazı Düşünceler.
Kitaplar, Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı.
Paris ve Londra’da Beş Parasız ise maddenin başlığında belirttiğim gibi kurmaca ile anıların birleştirilmesi ile oluşturulmuş bir eser. Orwell, gerçekten de kitapta anlattığı dönemlerde Paris’te ve Londra’da yaşamıştır ve gerçekten de beş parası olmadan geçirdiği günler epeyce fazladır. Bununla birlikte, bu anıları kitap halinde bir araya getirirken kimi tarihlerle oynamış, kimi yaşananları ise anlatmamayı tercih etmiştir. Bu konudaki detaylara kitabın önsözünden ulaşabilirsiniz.
Kitabı okurken bir yandan da Anthony Bourdain’in Mutfak sırları isimli otobiyografisini okuyordum. Bu otobiyografide anlatılanlar ile Orwell’ın Paris döneminde çalıştığı mutfaklara dair anlattıklarının, aradan geçen onca yıla rağmen şaşırtıcı derecede benzer olduğunu fark edince her iki kitabı da daha büyük bir zevkle okumaya devam ettiğimi söyleyebilirim.
17.) Anthony Bourdain, Mutfak Sırları, Çeviren: Dost Körpe, Domingo Yayınevi, Otobiyografi-Anı
1956 doğumlu Bourdain, 2018 yazında intihar etti. Yaptığı televizyon programları ile dünya çapında tanınırlığı artsa da öncesinde, ABD’de bilinen en saygın aşçılardan biriydi. Aşçılığının yanında, alkol, sigara ve başka maddelerle kurduğu ilişkiler, yaşam tarzından taviz vermemesini sağlayan serseri ruhuyla da oldukça ilginç bir figür olduğu söylenebilir.
Doğruyu söylemek gerekirse, Mutfak Sırları’nı okuyana kadar Bourdan’in yaşamına dair çok fazla bilgim yoktu. Okuduktan sonra, yazarın üslubuna ve yaşamına hayran kaldığımı söyleyebilirim.
Bourdain, kitabının önsözünde, anılarını “mutfakça” yazmaya çalıştığını ve mutfakta çalışan emekçilerin, mutfak diline hâkim oldukları için kendisini daha iyi anlayabileceklerini dile getirmiş.
Mutfak dili ve edebiyatına yeterince hâkim olmasam da Bourdain’in anılarını, birçok edebiyat eserinden alamadığım tadı alarak okudum.
18.) Sanıyorum, kültür dünyasını ABD ve Birleşik Krallık’ın başını çektiği Anglosakson kültürünün domine etmesinden rahatsız olan bir hayli insan var. Bu insanlar, farklı ülkelerden gelen ürünlere ulaşmak ve onlardan haberdar olmak istiyor.
Bu noktada marka olmak önemli. Elektronik bir ürünün Japon menşeili olması onun kaliteli olmasını düşünmemizi sağlıyorsa, bu durum aklımızda yer etmiş olan “Japon” markası ile ilişkili olmalı. Aynı şekilde, İran ya da Güney Kore sineması da benzer bir markalaşmayı sağlayabildi.
Kuzey Avrupa ülkeleri de sinema ve edebiyat alanında markalaşma yolunda büyük bir hızla ilerliyor.
Geleneksel sinema dilini bir hayli zorladıkları yapımlarla, Kuzey Avrupa ülkeleri, alternatif filmler arayan seyircilerin gönlünü fethedeli çok oluyor. Ingmar Bergman, Aki Kaurismäki gibi yönetmenler yıllar önce bu kanalı açmışlardı. Daha yakın tarihlerde, Tomas Alfredson, Anders Thomas Jensen, Christoffer Boe, Bent Hamer, Roy Andersson gibi auteur yönetmenler, çektikleri nitelikli filmlerle Hollywood’un baskın sinema diline alternatif bir dil oluşturmayı başardılar.
Edebiyat camiasında da benzer bir süreç yaşanıyor. Stieg Larsson’un millennium serisi Kuzey Avrupa polisiyelerine olan ilgiyi artırdı. Onun açtığı kanal sayesinde, Jo Nesbo, Henning Mankell ve daha birçok Kuzey Avrupalı polisiye yazarı dünya çapında daha bilinir oldu.
Şimdi sanırım, Kuzey Avrupa ülkelerinden gelen, polisiye dışındaki edebi ürünlerin yükselişine şahit oluyoruz.
19.) Sabit Fikir dergisi, Doğan Yayın grubundayken de vasat bir dergiydi. Yakın zamanda el değiştirip Turkuvaz Yayın grubuna geçince daha da vasat bir dergi oldu.
Bununla beraber, Ocak 2019 sayısındaki Kuzey Avrupa edebiyatı dosyasını iyi hazırladıklarını kabul etmeliyim. Bu dosya kapsamında; İzlanda, Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya ve Estonya edebiyatlarını yakın plana almışlar.
İlgili yazılardan, daha önce okumadığım beş yazarı bir kenara not ettim:
- Roy Jakobsen
- Lars Saarbye
- Axel Jensen
- Dag Solstad
- Erlend Loe
20.) Yakın tarihlere kadar birçok gazetenin düzenli olarak yayınladığı kitap ekleri vardı. Bunlardan, Radikal Kitap, Vatan Kitap, Milliyet Kitap ve Cumhuriyet Kitap’ı takip ederdim. 9 Şubat 2019 itibariyle bu eklerden yalnızca Cumhuriyet Kitap yayınını sürdürüyor. (Belki Milliyet Kitap’ı da yayınlıyorlardır ama o gazeteyi görünce ölü taklidi yapıyorum.)
15 Kasım 2018’de, Cumhuriyet Kitap’ın 1500. sayısı yayımlanmıştı.
Dile kolay, 1500 sayı.
21.) Cumhuriyet Kitap’ın, 7 Şubat 2019 tarihli 1512. sayısı ile bir devir kapandı. Bu sayıda, derginin genel yayın yönetmeni Turhan Günay’ın istifa ettiği haberini aldık.
Turhan Günay ile beraber, Ali Bulunmaz, Dilek Akıskalı, Selçuk Altun, Asuman Kafaoğlu Büke, dergiden ayrıldıklarını duyurdular. M. Sadık Aslankara, Turhan Günay’ın ricası ile yazmaya devam edeceğini söyledi. Eray Ak’ın da dergiden ayrılabileceği söyleniyor.
Dergiyi, Turgay Fişekçi yönetiminde yeni bir kadronun çıkarmaya devam edeceği duyuruldu.
Bu maddeyi yazdığım tarihte, derginin yeni kadrosu ile çıkarmaya devam edeceği Cumhuriyet Kitap henüz yayınlanmamıştı. Dilerim dergi, nitelik ve nicelik olarak düşüş yaşamadan yayın hayatına devam eder.
22.) Bundan birkaç yıl önce, telif süresinin dolması nedeniyle Küçük Prens patlaması yaşanmıştı. Hemen her yayınevi kafasına göre bir “Küçük Prens” kitabı basmış ve dağıtıma sokmuştu.
2019 yılında aynı şey Sabahattin Ali kitaplarının başına geliyor. Elimizi nereye atsak karşımıza bir Sabahattin Ali kitabı çarpıyor.
Kitap kapaklarına, kitapta yer alan kahramanların resimlerini koymayı, okura yapılmış bir hakaret olarak değerlendiriyorum. Bu nedenle, kapağında kürk manto giymiş bir kadın veya Yusuf bulunan Sabahattin Ali kitaplarını almamayı teklif ediyorum.
23.) Söz kitap kapaklarından açılmışken, Kafka, Dönüşüm kitabının kapağında böcek olmasını istemezmiş.
Türkçe yayımlanan ‘Dönüşüm’ler içinde, Kafka’nın hayal ettiğine en yakın kapak Ayrıntı Yayınları tarafından basılanda bulunuyor. Bununla birlikte, kapağında böcek olsa da, Can Yayınlarından çıkan baskı da bence güzeldir.
24.) Can Yayınları, Türkiye’nin en köklü ve nitelikli yayınevlerinden birisi. Erdal Öz’ün ölümünün ardından görevi devralan oğlu Can Öz, uzun yıllar Can Yayınlarının alametifarikası sayılan sade, beyaz renkli kapak tasarımlarından vazgeçmiş ve ufak çaplı bir tartışmayı ateşlemişti. O dönemde verdiği bir söyleşide, kitap kapaklarında yapmayı tercih ettikleri değişikliğin, satışlarına olumlu etkisi olduğunu açıklamıştı.
Bu tartışmada ben, yeni tercihi olumlu bulanların olduğu taraftayım. Yakın zamanda, YKY kitabevlerinden birine gittiğimde bu görüşüm pekişti. Özellikle Türkçe edebiyat raflarına bakarken, bir süre sonra, tüm kitapların aynılaştığını fark ettim. Can Yayınları da sanıyorum, önceki kapak tercihlerinde benzer bir sorun yaşıyordu.
25.) Genç bir yayınevi olan, Jaguar Yayınlarının çoğu kitabının kapağı gerçekten çok güzel. YKY’nin, kapağına yazar fotoğrafı koyduğu kitapları da hoşuma gider. İthaki Yayınlarının, Bilimkurgu Klasikleri için tercih ettikleri sade tasarımlarla, Hakan Günday’ın kitaplarının kapakları ve Alfa Yayınları tarafından basılmaya başlanan Ferit Edgü kitaplarının kapakları da ilk anda aklıma gelen başarılı örnekler.
26.) Takip eden var mıdır bilmiyorum ama bir süredir Çevirmenler Birliği ile yayınevleri arasında bir sürtüşme yaşanıyor. Çevbir yetkilileri, yaptıkları son açıklamalarda, YKY dışındaki tüm yayınevlerinin çevirmenlerin istemedikleri düzenlemeden vazgeçtiklerini duyurdular.
YKY, Selçuk Altun, Enis Batur ve Ayfer Tunç’un etkin olduğu dönemden beri nitelikli çeviri eserler yayımlayan bir yayınevi olmayı sürdürdü. Arkasında oldukça güçlü bir bankanın desteğine rağmen çevirmenlerle zıtlaşmasını doğru bulmuyorum.
Dilerim bu tutumlarını çevirmenlerin lehine bir karar alarak değiştirirler.
Bu tartışma hakkında fikir sahibi olmak isteyenlere, iki yazının ve bir videonun linkini verebilirim:
- Işık Ergüden’in, tartışma büyümeden önce kaleme aldığı yazı:
https://t24.com.tr/k24/yazi/cevirmenlik,2026
- Çevirmenler Meslek Birliği, Yapı Kredi Yayınları yöneticilerine 23 Ocak 2019 tarihinde gönderdikleri ve yanıt alamadıkları mektubu kamuoyu ile paylaşarak yayınevinden “çevirmenlerin kazanılmış haklarına dokunmamasını” talep etti:
https://t24.com.tr/k24/yazi/cevbir-den-yapi-kredi-yayinlari-na-acik-mektup,2157
- Çevbir yetkililerinin katıldığı Medyascope TV özel yayını:
27.) Beat kuşağı yazarlar içinde kitapları en zor okunan yazar William Burroughs olabilir.
Burroughs, hayatı boyunca çok yoğun madde kullanmış ve bu maddelerin zihnindeki etkilerinden yararlandığı bir üslup geliştirerek, bilinçaltının derinliklerine indiği kitaplar yazmıştır.
Burroughs, ilginç bir hayat yaşamıştır. William Tell oyunu oynarken karısını öldürmüş, Kuzey Afrika’da uzun yıllar yaşamış, Güney Amerika’da ayahuasca yapan şamanları bulmak amacıyla oldukça riskli yolculuklar yapmıştır. Jack Kerouac ve Allen Ginsberg üzerinde derin etkileri olmuştur.
Ginsberg’ün yazdığı “Edebiyat Tarihi” kitabında anlattıklarına bakarsak, Burroughs kendisini uzun yıllar, yazar olarak değil, böcek ilaçlamacısı olarak tanımlamıştır. Burroghs, gerçekten de hayatının bir döneminde böcek ilaçlamacılığı yapmıştır.
Türkçeye William Burroughs’un birçok kitabı çevrilmiş durumda. Yazar, yakın tarihlerde, Yumuşak Makine’nin çevirisi nedeniyle yayıncısına ve çevirmenine açılan dava ile gündeme gelmişti.
Notların bu maddesi aracılığıyla hatırlatmaya çalışacağım uyarlama ise yazarın Naked Lunch (Çıplak Şölen) isimli eserinden yola çıkılarak sinemaya aktarılan film olacak.
Naked Lunch ilk olarak, 1959 yılında yayımlanmıştır. Yazarın cut-up dediği tekniğin ilk uygulandığı örneklerdendir. Ancak cut-up, tekniğinin daha radikal (veya arı) bir uygulamasını Nova üçlemesinde görürüz. Bununla birlikte, Çıplak Şölen oldukça zorlu bir okuma deneyimi vaat eder.
Allen Ginsberg, Edebiyat Tarihi isimli kitabında Çıplak Şölen’in kitaplaşma sürecini şu cümlelerle anlatır:
“O zamanlar Burroughs taslak üstünde onunla aynı otelde kalan ressam Brion Gysin ile birlikte çalışıyordu. Burroughs’a romanı lineer, kronolojik bir dizi olarak değil, bir ressamın bir resmi gördüğü gibi, yani bütünü tüm unsurların yan yana durduğu bir kolaj gibi görebileceğini söyleyen Gysin’di. Hepsini rastgele bir sırayla daktilo ettiler ve bölüm bölüm Girodas’a gönderdiler. Brion kitaba baktı ve şöyle dedi. ‘Eh, Bill, ha bu sırayla okumuşsun ha başka sırayla, böyle daha iyi.’ Kitap bu şekilde bir araya getirildi.” (s. 182)
Naked Lunch Türkçede ilk olarak, Sergül Oğur’un çevirisiyle Altıkırkbeş Yayınları tarafından yayımlandı. İlerleyen yıllarda kitabı Algan Sezgintüredi tekrar çevirdi. Bu çeviri ilk olarak Versus Yayınları tarafından sonra da Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı. Sel Yayıncılık’ın Çıplak Şölen’i bastığı günlerde Altıkırkbeş, kitabın başka bir çevirisini daha bastı ancak bu çeviri, telif hakları nedeniyle dağıtıma çıkmadı ve imha edildi.
Naked Lunch, 1991 yılında David Cronenberg tarafından sinemaya aktarıldı. Cronenberg filmlerini izleyenler, yönetmenin; insan bedeni, bilinçaltı, bedensel deformasyon, teknoloji ile insan bedeninin birleşimi konularında kafa patlatan ve bu çerçevede değerlendirebileceğimiz çok ilginç filmlere imza atan bir sanatçı olduğunu bilirler.
David Cronenberg’in, Çıplak Şölen uyarlamasında oldukça zor bir işin altından başarıyla kalktığını söyleyebiliriz.
Cronenberg’in filmi, Çıplak Şölen’de anlatılanlarla beraber Burroughs’un yaşamından alınan izleri de barındırır. Bu açıdan bakıldığında serbest bir uyarlama olduğu söylenebilir.
Filmin Künyesi:
Naked Lunch
Yönetmen: David Cronenberg
Senaryo: William S. Burroughs, David Cronenberg
Yapım Yılı: 1991
Süre: 115’
Ülke: Kanada
28.) Alışveriş Sepeti:
Everest Yayınları, 2018’de Fikret Ürgüp’ün toplu eserlerini yayımlamaya başladı. Bu eserlerin ilk cildi olan Çivili Sandıklar hakkında yazdığım bir yazıda Ürgüp’le ilgili şu bilgileri vermiştim:
“Fikret Ürgüp hakkında bugün bildiklerimiz oldukça sınırlı. Tüm kaynaklar, dönüp dolaşıp Behçet Necatigil’in ve Mîna Urgan’ın yazdıklarına götürüyor bizi. Haldun Soygür, Çivili Sandıklar için yazdığı önsözlerde Ürgüp’ün yaşamını çok güzel özetliyor. Oradaki satır başlarına bakarak bir kronoloji çıkartmaya çalışırsak:
Ürgüp, 23 Mayıs 1914 doğumludur. Ekonomik olarak rahat bir çocukluk geçirir. Galatasaray Lisesinde yatılı okur. İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesini bitirir ve dâhiliye uzmanı olur. Daha sonraki yıllarda psikiyatri alanında da uzmanlık alır. Enver Paşa’nın kızı Mahpeyker Enver ile evlenir ve bir oğulları olur. Türkiye’de çeşitli hastanelerde çalıştıktan sonra Fransa’da, İngiltere’de ve ABD’de eğitim alır ve çalışır.
Tüm bunları yaparken yazmaya, yazdıklarını yayımlamaya ve resim yapmaya devam eder. Sait Faik’in yakın dostu ve doktorudur. Ahmet Hamdi Tanpınar da Ürgüp için önemli insanlardandır. Bu iki dostun kaybı Fikret Ürgüp’ü yaralar ve içinden çıkmakta zorlandığı yalnızlık hissini pekiştirir.
1964’te şizofreni konulu bilimsel bir monografisi yayımlanır. 1966’da ilk öykü kitabı Van, 1968’de Kısa Lodos Hikâyeleri yayımlanır. 1995’te günlükleri, “Dosdoğru Günlük” adıyla kitaplaştırılır.
6 Mart 1977’de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde hayatını kaybeder.”
Yukarıda bir bölümünü alıntıladığım yazının yayınlandığı günlerde, İbrahim Tüzer’in ‘Fikret Ürgüp’ Deliler Dünyasında Bir Marjinal, isimli kitabı Akçağ Yayınları tarafından yayımlandı.
Oldukça donanımlı bir akademisyen olan İbrahim Tüzer’in kitabında, Fikret Ürgüp’le ilgili öğreneceğimiz birçok yeni bilgi olduğuna inanıyorum.
Çok güzel bir değerlendirme serisi oldu bu, kaleminize sağlık. Devamını merakla bekliyoruz.
Teşekkür ederim.
Merhabalar Pis Okurun Notları’nı severek takip ediyorum. Daha kapsamlı kitap eleştirileri yazmayı veya az bilinen yazarlar hakkında yazmayı düşünür müsünüz?
Merhaba, güzel sözleriniz için teşekkür ederim.
Deneme, eleştiri, öykü, kitap tanıtım yazıları, gezi notları ve sinema yazılarım; Cumhuriyet Kitap, Radikal İki, Radikal Genç, Edebiyat Haber, Maroon, Arkadaş Edebiyat Dergisi, Özgürlük Serüveni, Egoist Okur, Kuzey Göçebeleri, Deliler Teknesi gibi mecralarda yayımlandı.
Akıl Fikir Müessesesi’ndeki bu köşenin dışında, sizin söylediğiniz tarzda yazılarımı Edebiyat Haber’de düzenli olarak yazmayı sürdürüyorum.
Film, Kitap önerileri ve başka türdeki yazılar için ise Aylak Lemur (http://aylaklemur.blogspot.com/) isimli bir blog adresim var.
Merhaba, yorumunuz için teşekkür ederim.
Deneme, eleştiri, öykü, kitap tanıtım yazıları, gezi notları ve sinema yazılarım; Cumhuriyet Kitap, Radikal İki, Radikal Genç, Edebiyat Haber, Maroon, Arkadaş Edebiyat Dergisi, Özgürlük Serüveni, Egoist Okur, Kuzey Göçebeleri, Deliler Teknesi gibi mecralarda yayımlandı.
Halen, Edebiyat Haber’de düzenli olarak yazmayı sürdürüyorum.
Ayrıca birçok farklı platforma dağılan yazılarımın kaybolmamasını sağlamak adına 2011 yılının sonundan itibaren “Aylak Lemur” (http://aylaklemur.blogspot.com/) isimli bir blog adresi açtım. Burada, daha önce çeşitli mecralarda yayınlanan ve blog için kaleme aldığım yazılarımı paylaşıyorum.