in

Picasso, Van Gogh, Yüzler ve Picasso Gösteri Sanatı Sergisi

Ressamların yüzlerine baktığımda zamanla yüzlerinin de bir sanat eserine dönüşmüş olduğunu görüyorum. Genelde ressamlar otoportrelerini de yaptıkları için oradan hareketle böyle bir bakış açısı edinmiş olabileceğimi düşünebilirsiniz ancak bu benzerlik hiç otoportre çalışması yapmamış ressamlar için de geçerli. Bunun sebepleri üzerine biraz düşününce bakışla ilgili olduğunu anlıyorum. Yansıtan bakış, yansıyan bakış, aracı bakış, bal tutan bakış, çevresini aydınlatıyor.

Bu düşünceye en çok düşüren ressamlarsa, Dürer, Dali, Picasso ve Van Gogh. Örneğin Picasso’nun yüzüne bakın; kübik. Ancak resimlerindeki ölü zamanın tersine yüzü şimdi burada bir yüz.

Picasso’nun eserlerinde perspektifin aradan çekildiğini görüyoruz. Bilinçli bir üst üste bindirme; diğer kübist ressamların eserlerinde de, Chagall’da, Gris’de de üç zaman iç içe geçmiş gibi tek bir nesne üç zamanda da devam ediyormuş gibi. Yüzlere yansıyan da bu işte; bakış anlayışları, perspektif anlayışları.

İlkel insan. İlksel insan. Bambaşka iki ressam olmalarına rağmen, bambaşka iki yüze, yani bakışa sahip olmalarına rağmen, Picasso’yu ve Van Gogh’u buluşturan şeyin ipildeyen birer mumlarmışçasına yaşarlıkları olduğunu fark ediyorum. İlk insana kadar giden saf bir özün taşıyıcıları gibiler. Bunca mükemmelliklerinin sebebi bu. Bunca eksik olmaları. Eksik olmak demek insan olmak demek. En ilkinki insan.

Diğer bir buluşturan etkense karşıtlıklarının onları getirdiği nokta. Yazarlıkta da bu böyledir. Kimini söz güder kimi sözü güder. Picasso sözü güdenlerden. Yani resimlerinin birer alt metni var. Düşünsellikten yola çıkıyorlar. Van Gogh’da ise güzellik hakim. Onu görüntüler güdüyor. Öyle çok hissediyor ki baktığı şeyi, o şeyi, en durağan halinde bile yaşayan bir şey olarak, hareket halindeymiş gibi yapıyor resimlerine. Picasso da ise tam tersi; aklı parçalamak önce akıl gerektiriyor. Tek bir nesne ya da kişi üzerinde tüm zamanlar birbirine sabitleniyor. Van Gogh’da zaman ne kadar geçmiş zaman olursa olsun, hareketli duyuşu yüzünden resimleri hep şimdiki zamanda. Picasso parçalanmış olanı, ölü olanı, iz olanı bırakmış eserlerinde. İkisinin resmi de elbette ki bir sonuç ancak Van Gogh’unki hisleri harekete geçirdiği için aynı zamanda bir başlangıç gibi. Picasso’nun resimleri ise aklı harekete geçirdiği için düşünsel bir yolculuk.  Picasso Apollon ise Van Gogh Diyonissos. Birleştikleri nokta ise bu. Yeni bir perspektif anlayışları; Picasso’da yok olan, Van Gogh’da “şimdi burada” olan. Guernica ile Yıldızlı Gece’yi yan yana koyduğumuzda bunu görebiliriz.

Kübizm geometrik şekilleri kullanarak parçalanmış anlamı işaret ediyordu. Bunu yaparken hayvanlara yaklaştı.  İşlevsellik, giderek insan bedeninin bir çalgıya dönüşmesi… Van Gogh ‘un resimleri de saf olana saf bir emekle aracılık etmenin bir sonucu olarak beki de doğaya, bitkilere ve hayvanlara özgü arı güzelliği sundu.

Picasso ve diğer kübistler bir tür tepkisel bir minimalizm yarattılar. Van Gogh’ un da minimalizme yaklaştığını, çıkış noktaları bambaşka olsa da Japon sanatına duyduğu ilgiden görebiliriz.

Arkas Sanat Merkezi’nce İzmir’de açılan Picasso Gösteri Sanatları sergisinde gösteri sanatlarını düşündüm. Bir yıkımdan kurtulmanın tek yolu. Gösteri, oynamak. Sirk, curcuna… Var olana birebir benzer bir var olan sunmak; tiyatro, ya da bale, ya da opera. Tüm sanat dallarını harmanlayan gösteri sanatları her dönem bir kurtuluş kapısı olmuş; ikili yapısı nedeniyle hep başka olanı var ettiği için. Hep bir umut olmuş. Yaşama yaşam kadar benzer, üstelik insanı bir de anı sahibi yapan hangi sanat dalı var. Sergilenen kostüm tasarımlarını, sergi alanındaki bir odada yayınlanan Tricorne Balesi’nde de izlemek hareketin, müziğin ve görüntünün muhteşem eşgüdümünü görmek çok güzeldi. Balede gözle görülebilir bir müzik vardı. Resimlerden çözülmüş gibi…

Yazan Tersla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Liu Jian’ın “İyi Günler” Filmi Üzerine Bir Değerlendirme

Unutkanlık Ya Da Dejavu Palas