in

Parmak Kaldırmak vol_1

Hayatımın ilk ve en güzel otostopunu anlatayım sizlere.

Üniversite iki olmalıyım. Ay sonu ve hava bin beş yüz(!) derece falan. Cebimizde metelik yok. Okula çıkmışız, derse ama merkeze inecek ne kartımızda biniş hakkı ne de çaylık bozukluk var. Üç kız bir erkek başladık fakülteden otostopa. Benim ilk, bilmem öyle dilini lügatını falan. Parmağı ben kaldırıyorum ama utanarak sıkılarak kalkıyor o parmak, sanki illegal bir şey yapıyormuşçasına.

Halbuki öğrencisin, açlık senin en iyi bildiğin şey ve bununla savaşmak… Yani hangi öğrenciyi alırsan (devlet üniversitesini kastediyorum) Survivor’da yaşar. Neyse bir, üç, beş arabadan sonra bir kırmızı vosvos gözüktü tepeden. Tepeden diyorum dikkatinizi çekerim, çünkü Çanakkale On Sekiz Mart’tan bahsediyorum. Okuyan ya da mezunlar derin bir ah çekmiştir bile. Bir “Vosvos” hem de kırmızı, pıtı pıtı geldi, durmaz diyerek vazgeçmiş bir şekilde arkamı dönerken durdu.

Abi dedi “Nereye?”

Dedim “Merkeze ineceğiz fakat dört kişiyiz.”arkadakileri gösterdim.

“Atlayın” dedi.

Biz bir şekilde sığıştık, inmeye başladık tepeden, tabi muhabbet sohbet.

“Ne okuyorsunuz?” dedi.

“Sosyoloji” dedik hep bir ağızdan.

“Siz napıyorsunuz?” dedik.

“Ben yüksek falan yaptım, İstanbul’da çalışıyordum. Buralıyım. İstifa ettim. Bir hocamı görmeye çıktım, birkaç gün ailemle zaman geçirip tura çıkacağım bizim emektarla.” dedi.

Bizim tabi deli kanların aktığı zamanlar, hızlı gençleriz. “Biz de istiyoruz”lar uçuşuyor havada vs.

Sonra dedi “Nereye gideceksiniz? Han kahvesini biliyor musunuz?”

Dedik “Bizim mekan Abi.”

Tabi o sırada tütün içiyormuş “Sarar mısınız, benim için araba kullanırken zor tabi” dedi gülerek, bizlere de dedi “İçiyorsanız, sarın” falan diye.

Dedi “Gidelim, bana bir bira ısmarlarsınız.”

Dedik “Paramız olsa otostop çekmeyiz.” Ama nasıl gülüyor, biz de öyle.

“Şaka yaptım, şimdi siz Yaşar’ı tanıyor musunuz? X Kitabevi?”

(Kişilerin isimleri değiştirilmiştir.)

“Tabi ki, hep ondan alıyoruz kitapları” falan.

“Benim ev arkadaşımdı, ne dayaklar yerdi de kurtarırdık onu, benim ona da bir uğramam gerek sonra oturalım” dedi.

Dedik “Neden olmasın.”

Bu arada Yaşar Abi de bize fena sallıyormuş. Bize de anlatıyor ki biz ne kavgalar ettik ne dövdük falan diye. Bizi ne kadar yediğini anlamış olduk. Tabi ki bunun rövanşını da aldık.

Velhasıl biz merkeze geldik, arabayı park ettik ve Yaşar Abi’nin yanına uğradık. Zaten o da şok, “Siz nereden tanıştınız, noluyor lan!” falan diyor. Anlattık, sonra  güzel abimiz demez mi “Ben sizlere kitap alacağım, siz geçin geliyorum” diye. Tanrım biz nasıl mutluyuz, nasıl mutluyuz. Yaşar Abiye dönüp (O sıralar fena Foucault okuması yapıyoruz, kitapları da pahalı alamıyoruz.) “Foucault kitaplarını aldır” falan diyoruz. Biz çıktık gidiyoruz hepimiz şaşkın, mutlu, ulan ne güzel insanlar var falan. Bir on beş dakika sonra geldiklerinde Foucault’yla buluştuk. Paylaştık büyük heyecanla. Hapishane’nin Doğuşu bana düşmüştü. Tabi abimiz sayımızı üç zannedip üç kitap almış ve biz üç çakal paylaşıp bir arkadaşı dışarıda bırakmıştık ama hallettik bir şekilde. Çaylarımızı içtik, güzel bir saat geçirdik, muhabbetimizi ettik ve kocaman bir gülümsemeyle vedalaşıp yolculuğunun güzel geçmesini diledik.

Şimdi bir bakıyorsun 5 yıl geçmiş neredeyse ve bu güzel insanı unutamıyorsun. Güzel insanlar siz hep var olun! E mi! 🙂

(Ve umarım hayatı güzel olmuştur, mutludur bir yerlerde.)

(Sosyoloji okuyanlara değebiliyorsam, bu kitabı ve tüm kitaplarını okuyun derim.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Marquez’in Başyapıtı Yüzyıllık Yalnızlık, Netflix Tarafından Ekranlara Uyarlanıyor

Eduardo Galeano’dan Futbol Üzerine