Çanakkale’de yaşamanın getirdiği en büyük nimetlerden biri doğa güzelliği ve çokça yere yakınlığı olmasıdır. Birçok çeşitlilik barındıran, köyleri, sahil kasabaları ve mitolojik hikayelerin göbeğinde bulunan kentte yaşamanın getirdiği misafirperverlik de cabası. Yazın yine birkaç arkadaşım misafirliğe gelmişti. Assos Antik Kenti merak ediyorlardı fakat bunun masraflarını karşılayacak çok da parası olmayan insanlardık. Hepimiz öğrenciyiz nihayetinde. Velhasıl otostopa düşülecekti. Evden sandviçler hazırlanacaktı, minimum gider yapılacaktı gezimizde.
Sabah erkenden kalkıldı, çantalar dolduruldu ve çıkıldı. Parmak kaldırmak için İzmir yoluna çıkmamız gerekiyordu sonuçta şehir içinden bulmak zordu. Durağa geçtik ama sonuçta kanımız da gençlik var nolur nolmaz hadi buradan da belki üniversiteye çıkan falan olur da bizi de İzmir yolunda bırakır diyerek parmak kaldırmaya başladık. Çok geçmeden bir abimiz durdu. “İzmir yoluna çıkmamız gerekiyor” dedik, “Atlayın.” dedi. Yerleştik arabaya, gidiyoruz. Muhabbete başladık tabii. Nereye yolculuk, ben de severim otostopçuları, olabildiğince gençlere yardımcı olmaya çalışıyorum, hem bana da iyi oluyor, sıkılmıyorum yolda vs vs.. Dedik “Biz Assos’a gidicez ama İzmir yoluna çıkalım diye öylesine kaldırdık.” “Assos mu?!” diye şaşırdı. “Evet, abi.” dedik. “E ben de Ayvacıklıyım, oraya gidiyorum zaten, ben elektrikçiyim. Yerlisiyim. O zaman basıyoruz.” dedi. Biz tabi şaşırdık. Ulan duraktan öylesine parmak kaldırdık, işe bak şehir içinden gideceğin yere şap diye araba denk geliyor. Büyük şanstır bu otostopçular için. Neyse yola çıktık tabi şakalar, şarkılar, hız limiti de yüksek, abimiz lüks arabayı çekmiş altına basıyor, ses sistemi desen o biçim. Ama adam da bir o kadar iyi niyetli ve mütevazi. Tuşlu telefon kullanıyor, altında şort üstünde tişört, rahat yani. Bir benzinliğe uğradık “Bir şey istiyor musunuz?” diye sordu, tabi abinin arabayı zaten kullanıyoruz ne isteyebiliriz. “Yok abi, sağol.” dedik. Döndüğünde baktık su, kraker falan almış, verdi hepimize. Yola devam ediyoruz, bölümümüzü, kaç yaşında olduğumuzu, nereli olduğumuzu falan soruyor tabi. Gülüp eğleniyoruz. Ayvacık’a yaklaştığımız sıralar “Ne yapacaksınız?”, bana dönüp sordu, burada yaşadığımdan ötürü, “Nereleri gezdireceksin? Geldin mi daha önce?” diye sordu. Ben de “Yukarı çıkaracağım, Behramkale’ye. Athena Tapınağı’nı falan gezeriz. Oradan da antik tiyatroya iner sonra da sahile geçeriz.” dedim. “Güzel. Behramkale’ye girerken adımı verin beni tanırlar, söyleyin bedava girin. Sonra da Antik limanın orada (adını şu an hatırlayamadım) filanca yere gidin orada girersiniz denize, ucuz diye biliyorum.” dedi. Biz yine hayretler içinde abimize bakıyoruz. Zaten iyice yaklaşmıştık Ayvacık’a. girişinde bir yol ayrımı vardır. Sağa kıvrılan yol Ayvacık’a gider, dümdüz devam edip birkaç km daha ilerlediğinizde bu sefer Assos ayrımı vardır. Abimiz bizi ilk kavşakta bıraktı. Telefon numarasını verdi. “Eğer işlerimiz aynı zamanlarda biterse dönüşte sizi buradan alır bırakırım.” dedi. Biz aşırı mutlulukla “Her şey için çok teşekkürler, çok sağol abi.” dedikten sonra karşıya geçip yine kaldırdık parmakları. İki üç araba sonra diğer kavşağa kadar bırakabilecek başka bir araca binip yola devam ettik. Aynı sorulara cevap verdikten sonra yine ilginç tiplere rastladığımızı farkettik. Aracı kullanan bir hap kullanıyordu. Sanırsak sakinleştirici ama bunu kafasına göre kullanıyordu. Ondan bahsedip durdu. Sonra bizim arkadaşa verdi “iyi gelicek valla bak” deyip durdu. Otostoptasın tabi ne dicen tamam abi sağol deyip geçiyorsun. Hangi takımlıysa o, hangi siyasi görüşü savunuyorsa sen de onu tutuyorsun. Al gülüm ver gülüm hesabı. Bu araçla da işimiz bittikten sonra son bir araç bulmamız gerekiyordu. Bundan sonra yedi sekiz km’lik bir yolumuz vardı ve gezimiz başlayacaktı. Yine birkaç araç sonra bir araba durdu. Ama hikayenin en büyük kısmına geçeceğimizi bilmiyorduk tabi.
Aracın ön camı yoktu. Arabayı kullananın yanındaki arkadaşının ayakları dışarda, ellerinde sigara, gezginci oldukları belli olan bir berduşluk paçalarından akıyordu. Araba da sanırım Serçe’ydi. Biz yerleşmeye çalışırken arkada da motorlu iki kişi duruyordu. Meğerse onlar da arkadaşlarıymış. Çıktık yola, dediler “Siz biliyor musunuz buraları, biz bilmiyoruz öyle girelim belki kamp atarız diye düşündük. Çok da övüyorlardı buraları.” Tabii top hemen bana atılıyor bilen olduğum için. Anlatmaya başladım, Behramkalesi’nden, Antik limana, Antik tiyatroya, sahiline, denize kadar. Sonra “Biz de Athena’yla başlayacağız isterseniz beraber çıkalım, zaten arabayla bir yere kadar çıkılabiliyor sonra yürümek zorundayız.” dedim, “Tamam” dediler. Motorlular da bizi takip ediyor. Yolda dönüp herkes de arabaya bakıyor ön cam yok herkesin tipi değişik falan. Tam bir komedi. Arabayı park ettikten sonra ayrıldık, daha doğrusu ayrılmak istedik. İki kız bir erkek yola çıkmışız ve çocuklar pek sağlıklı iletişim kurmuyorlar ve ilginç şeylere doğru evrilince sohbet varışımızla sonlandırmak istedik. Biz ayrıldık, yürüyerek çıkıyoruz, fotoğraf çekiyoruz, eğleniyoruz, yolda tanışılan herkesin dedikodusu yapılıyor derken tapınağa gelmiş bulunuyoruz. Güvenliğe durumu anlattık bilmem kim abi gönderdi bizi dedik, ah ulan şu adamın gönderdikleri de bitmiyor deyip güldü, biletlerimizi kesti, girdik.
Ne zaman Behramkale’ye çıksam gerçekten huzur doluyorum. Bütün ege’ye tepeden bakıyorsunuz. Gerçekten Aristoların neden felsefe yaptıklarını çok iyi anlıyorsunuz ya da mitolojik hikayelerin baş kahramanlarının neden burada yaşadıklarını. Nefes alışınız bile değişiyor burayı gezerken ama aman dikkat yükseklik korkusu olanlar için pek tavsiye etmem çünkü uçurum kenarında geziyorsunuz. Fotoğraflar çekildik, doğayı kokladık, gülüp eğlendik ve çıkış yapalım derken bizim tayfayla yine karşılaştık. Gülüp, kaçarcasına uzaklaştık. Aşağı iniyoruz. Bu arada çıkıp inerken kullandığınız yol çok güzeldir. Her yerde teyzeler var ve eşarp satıyorlar. Dükkanlar vardır takı, toka, magnetler, ev süsleri ve seramiklerle doludur. Karadut ve limon suları meşhurdur. Yazın o sıcakta tepeyi arşınladıktan sonra inerken buz gibi karadut çok iyi geliyor, demedi demeyin. Aşağı yürüyoruz tabi bizi sahile götürecek bir araç bulmamız gerekiyor o sebeple ana yola gitmemiz gerek. Bir yandan da yine berduş takımına denk gelmeyiz umarım diye iç geçiriyoruz. Uzun bir süre bekledik ama kimse durmuyor, durmak isteyenler olsa da araba dolu olduğu için alamıyorlardı. Hatta motorcu abiler de bizim durduğumuz köşede dinleniyorlardı, dönüp “Gençler keşke yerimiz olsa bırakırdık sizi ama aferin size.” dediler. İki üç muhabbetten sonra baktık bizimkiler geliyor (siz de anlamışsınızdır kimler olduğunu), eyvah dedik alacaklar, bizi de götürmüş olursunuz hem diyerek kurtulamayacağız bunlardan. Nitekim de öyle oldu. Binmek zorunda kaldık çünkü bizim için de vakit önemli, daha dönüş yolumuz var o yüzden sınırlı zamanda her şeyi yapmak istiyoruz. “Nereye?” dediler. “Denize giricez biz, yandık sıcaktan bir iki saat deniz sefası yapıp dönüşe geçmemiz gerek, o yüzden sahile.” dedim. “Tamam biz de serinleyelim artık zaten, nerden gidiliyor?” dedi. Ve yine üç dört km’lik yola koyulduk. Keyifliler, komikler eyvallah ama farklı istekleri olan insanlardı. Dedim ya berduşlar diye ;), konu o mevzuya gelince yine değiştirmeye, kapatmaya çalıştık. Ki zaten yine geleceğimiz yere gelmiş olduk. Biz hızlıca indik, aslında biraz da kullanmış olduk çocukları onlar Antik limanda denize girmek isterlerken, biz onları Kadırga plajına getirdik. Amma velakin yanlış anlaşılmalar dolayısıyla vuku bulan bir hadise olmuş oldu. Hemen toparlanıp daha fazla bizi bunaltmalarına izin vermeden ücretsiz bir yer bulup bir şeyler kemirip, buz gibi suya dalış yapmak istiyorduk. Koşarak uzaklaştık. Onlar park alanı bulana kadar ve biz de birkaç turdan sonra halk plajına kavuştuk, havlularımızı serip denize dalış yaptık. Kadırga plajı muhteşemdir. Yazın en sıcağında buz gibi suyuyla sizi kendinize getirir fakat iyi yüzme bilmek gerekir hemen derinleşen yüzeyi vardır. Yani kıyıda takılırım diyenler için çok imkanı bulunmamaktadır. Sörf yapanlara özellikle tavsiye edilir ki yazın hangi tarihlerde giderseniz gidin su sporlarından herhangi bir dala rastlamak mümkündür.
Yazımın geri kalanı da ayrı bir macera olduğundan iki kısımda anlatma ihtiyacı hissettim. Hem de sizleri pek uzun bir yazıyla da bunaltmayalım değil mi? Beklemede kalın efenim..
Bir Yorum
Cevap YazınOne Ping
Pingback:Parmak Kaldırmak Vol.2.2 - Akıl Fikir Müessesesi