in

Panayır

Odanın her köşesini ayrıntılı görebildiğim bu noktada durmayı seviyorum. Bu açıdan her eşyanın nefes alıverişini duyabiliyorum. Evet, yanlış okumadınız eşyalarda nefes alır. Kimisi usulca yoğun bakımda kalan hastalar gibi sakin, kimisi de gürültücü çocuklar gibi sabırsızca. Evdeki her duygu eşyalara siner. Kötü sözlerin çok söylendiği evlerde eşyalar çabuk küser yüzeyleri donuklaşır. Sevgisizlik her şeyde olduğu gibi eşyaları da susuz kalmış bir çiçek gibi içten kurutur.

Bu oda bazen limon kokar, bazen yanmış adaçayı. Ama ben en çok eşyaların geldiği ülkenin öz kokularını ve seslerini severim. Macaristan gezisinden alınan köşedeki masif masanın üzerindeki oyma baharatlık mesela, içine hiç baharat konmamasına rağmen gün boyu Macarların yemeklerinden eksik etmediği kırmızıbiberin kokusunu yayar.

Onun hemen yanındaki şehri kapı aralığından bakar gibi gösteren minyatür pencerenin altında bir fiskos masası durur. Dantel işlemeli masa örtüsü Fransa gezisinden alınma. Güneyde şarap bağlarının olduğu küçük bir kasabadan buraya uzanan bir yolculuk onunki. Geldiği yerdeki üzüm kokularını yayar sabah akşam. Dantelin üzerindeki vazo üç yıl önceki Japonya gezisinden. Üzerine mavi çini mürekkeple Japon kadın ve erkeklerin dans ettiğini gösterir bir motif resmedilmiş. Her gece sabaha karşı vazodan yükselen Japon müziğini duyduğuma ve figürlerin aşk sözcüklerini birbirlerinin kulaklarına fısıldadıklarına yemin edebilirim. Geniş aynasının sırları benek benek dağılmış komodinin üzerindeki ceviz rengi resim çerçevesi var ya işte o da Güney Afrika gezisinden bir hatıra. Çerçevenin oymaları o kadar ince işçilikle yapılmış ki sanki içine konan fotoğrafı olduğundan daha güzel bir anıya çeviriyor. Bazen oymayı yapan ustanın keskiyi kullanırken söylediği yerel türküyü duyuyorum. Sözlerini anlamasam da bu kadar hüzünlü söylediğine göre bir ağıt olmalı. Usta efkârlandığından mı bilmem parmaklarından ahşaba geçen sigara kokusu yayılır ara ara odaya.

Ben mi? Ben kitaplığın üzerinden tüm odayı izleyebilen bir kar küresiyim. Evin küçük oğlu Eren, beni Almanya’da bir panayırda görüp aldı. Tezgâhta yirmi kadar arkadaşımla alıcılarımızı bekliyorduk. Sakın yanlış anlaşılmasın öyle fabrikasyon ruhsuz ve özensiz kürelerden değildik. Bizim her detayımız birbirinden farklıydı. Usta Hans, tam bir zanaatkâr olduğundan özgün kar küreleri tasarlardı. Eren, uzun uzun tezgâha bakmış, yanımda duran, içinde kızakta mutlu bir kız olan küreyi eline alıp evirip çevirmişti. Sonra göz göze geldik. Sanırım elim cebimde dağınık saçlarım ve boynumdaki kırmızı atkım ile daha çok dikkatini çekmiştim. Tezgâhtaki arkadaşlarımla birbirimize bakıp kısaca vedalaştık. Kırmızı kutuya kondum. Upuzun günler ve geceler kapalı kaldıktan sonra nihayet kutudan çıkarıldığımda kendimi bu aydınlık rengârenk odada buldum.

Eren, her gece yatmadan önce beni sallar. Kürenin içindeki karın karışmasını, saçlarımın dalgalanmasını seyretmeyi sever. Ben de yapıldığım yerlerin havasını içime çekerim.

Panayırların coşkusunu yeniden hatırlarım böylece.

4 Yorum

Cevap Yazın
  1. Sanki oradaydım! Noel pazarında, panayırda, sıcak çikolata tadıyla damağımda.. İçimde çiçekler açtırdın 👏👏👏

  2. Harika betimlemelerle dolu, çok keyifli bir öykü olmus. Bize adeta kısa bir dünya turu yaptırdı, kaleminize sağlık:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kimsem Yok (Mig Äger Ingen)

Bir Damla İnsanlık Başkaldırısı