Türk Edebiyatının Talihsiz Muharriri: Ömer Seyfettin
Türk edebiyatında modern öykücülüğünün kurucusu, Maupassant tarzı(olay, vaka) öykülerin klasik örneklerini vermiş yazarımız Ömer Seyfettin’den bahsedeceğiz sizlere. Evet, çocukluk travmalarımızın kahramanı olan Seyfettin’den. Kopan kollar, kuduran çocuklar, önünde sonunda bir şekilde ölen kahramanlar…
Aslında bu durum Ömer Seyfettin’in hikayeciliği üzerine bir tartışmadan çok onun benimsediği akım ve bu akımı hikayelerinde işleme çabasıyla doğrudan ilişkili. Konuyu hedefinden saptırmadan bu duruma da kısaca değinip asıl hikayemize geçelim. 20. Yüzyılın başlarında can çekişen bir imparatorluğun subayıdır Ömer Seyfettin. O dönem “hasta adam”ın yataktan kaldırılması çabalarına sahne olan bir dönemdir. Osmanlı’nın kurtuluş reçetesinin Türkçülük olduğunu ateşle savunan bir hareket, İttihat ve Terakki, hızla iktidara yürümektedir. Ömer Seyfettin de Türkçülüğün, çökmek üzere olan imparatorluğun tek çıkışı olduğuna inanır ve ömrünün sonuna kadar yarattığı eserlerde bu akımı savunur. İşte çocuk yaşta elimize tutuşturulan Ömer Seyfettin kitaplarının da sırrı burada yatmaktadır. Genç Cumhuriyet’in Milli Eğitim Bakanlıkları, üniterleşme ve kolay yönetme çabaları doğrultusunda, taze zihinleri Türkçülükle “terbiye etmek” sevdası yüzünden, okullarda çocuk yazını listelerine yıllarca Seyfettin’i hep ilk sıradan koydular. Ancak burada bahsetmek istediğimiz hikâye bu da değil. Bu durum olumlu ve olumsuz yanlarıyla daha derinlikli bir tartışmayı hak ediyor. Şimdi gelelim esas hikâyemize. Baştan sona talihsiz ve hazin hikayemize…
Ömer Seyfettin’in Talihsiz Ölümü
“Aman azizim bol bol portakal, mandalina ye, üzüm hoşafı iç”
Sene 1920, Ömer Seyfettin İstanbul Anadolu Yakası’nda kirada yalnız başına yaşıyor. Türkçede sadeleşme çabaları adına attığı adımlar, yayımladığı onlarca hikayeye rağmen zengin ve çok sosyal bir yaşantısı yok. Ancak edebiyat çevrelerinde ciddi bir saygınlığı var. Hayatındaki en yakın kişi, o dönemin önemli yazar ve şairlerinden Ali Canip (Yöntem). Ancak Seyfettin’in ciddi bir rahatsızlığı var. Eklemlerinde dayanılmaz ağrılara yol açan, ateşlenmesine sebep olan bir hastalık. Sık sık doktora gidiyor ve doktorlar ona sürekli romatizma tedavisi uyguluyor. Hastaneden ayrılırken de her seferinde tembihliyorlar: “Aman azizim bol bol portakal, mandalina ye, üzüm hoşafı iç.”
Ne var ki Ömer Seyfettin şeker hastasıdır ve bir diyabetliye asla verilmemesi gereken bu tembihler sebebiyle 23 Şubat 1920 yılında ağırlaşarak hastaneye kaldırılır. Maalesef bir daha çıkamayacağı hastaneye… Tabii o dönemlerde dünyada şeker hastalığı diye bir hastalığın henüz bilinmediğini, diyabetin ve diyabete çare olarak insülinin keşfi için iki sene daha beklemek gerekeceğini ekleyelim.
Ne yazık ki yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle 6 Mart 1920 yılında, 36 yaşında, inleye inleye hayatını kaybeder Ömer Seyfettin.
Talihsizliğin Acı Bir Şekilde Devamı: Kadavra Ömer Seyfettin
Ömer Seyfettin Haydarpaşa Numune Hastanesinde vefat ettiğinde çevresinde kimse yoktu. Hastane yetkilileri onu kimsesiz bir ceset olarak değerlendirdi. O dönemin edebiyat dünyasının usta kalemini kadavra olarak kullanmaya karar verdiler. Tıp öğrencileri başında toplandı ve cesedi parçalamadan bir “hatıra” fotoğrafı çektirdiler. Hemen arkasından hastanenin müstahdemi önce karnını baştan başa yardı sonra da testereyle başını gövdesinden ayırdı.
Çekilen hatıra fotoğrafının gazetelerde yayınlanmasının ardından sevenleri ve tanıdıkları hastaneye koştu. Geç kalmış olsalar da onu kalabalık bir törenle Kuşdili Mahmud Baba Haziresi’nde toprağa verdiler.
Ölüsüne Bile Rahat Yok!
Kuşdili’nde yattığı yerde de huzur bulamaz Ömer Seyfettin. 23 Ağustos 1939’da bir inşaat yapılacağı gerekçe gösterilerek mezarı açılır ve kemikleri Avrupa yakasına, Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledilir.
Şu an rahat mıdır? Ne düşünür? bilemiyoruz. Ancak Cumhuriyet sonrası tüm iktidarların sahip çıktığı Ömer Seyfettin yaşasaydı, eminiz hepsinin bir numaralı muhalifi olurdu. “Niçin Zengin Olamamış?” isimli, 1.Dünya Savaşı sonrası açlık ve kıtlık dönemlerinde “krizi fırsata çeviren” vurguncu takımını ve iktidarla olan karanlık ilişkilerini eleştirdiği hikâyesini önererek bitirelim yazımızı. Hikâyeyi buradan okuyabilirsiniz.
Edebiyatımızın usta kalemine saygılarımızla…