Bilgi çağında yaşamın merkezi gücü haline gelen teknoloji evrim üzerinde etkili olabilir mi? Bilim evrimin organik bir parçası mıdır? Mitlerden beri hayali kurulan ölümsüzlüğün formları teknoloji ile mümkün olabilir mi? Tüm bu soruların cevaplarını teknoloji çağının yeni düşünsel hareketi “transhümanizm” çerçevesinde incelemek bizleri ilginç sorgulamalara yöneltmektedir.
Bilim ve teknolojinin olanaklarını kullanarak insanın geliştirilip dönüştürülmesine odaklanan “transhümanizm” kavramı, “geçiş” anlamına gelen ön ek “trans” ve “insan” anlamına gelen “human” kelimelerinden türetilmiştir. Transhümanistler, insanlığın yararının temel alındığı yaklaşımlarında biyoteknoloji, nöroteknoloji, enformasyon teknolojisi, nanoteknoloji vb. yüksek teknolojiler aracılığıyla insanlığın bir sonraki üst aşamaya geçebileceğini savunmaktadırlar.
Bu düşüncenin temelinde insanların daha sağlıklı ve uzun bir yaşam sürebilmesi, daha zeki olabilmesi için teknolojinin olanaklarından faydalanma yatmaktadır. Kısaca; “süper yaşam süresi”, “süper zekâ” ve “süper sağlık”! Bu arayışlar mistifikiye edilen “öbür dünya” inanışını dışlarken ölümsüzlük kavramıyla bizleri karşı karşıya getirir. Transhümanist Simon Young, hastalığı bedensel engelliliği ve yaşlılığı “biyolojik kölelik” olarak ifade eder. Benzer şekilde James Hugges, transhümanizmin beden ve beynin sınırlarını aşmakta teknolojinin ve bilimin kullanılması gerektiğini savunur.
Transhümanizmin öncü teorisyenlerinden Nick Bostrom, transhümanizmin temel fikirlerinin antik Sümer’deki Gılgamış Destanı’na kadar uzandığını belirtir. Nuh Tufanı’nın anlatıldığı ilk yazılı eser olan bu destanda, ölümsüzlüğü arayan Kral Gılgamış’ın maceraları anlatılmaktadır. Yarı insan yarı tanrı olan Gılgamış, karada ve denizde olan biten her şeyi bilen başarılı bir yapı ustası ve yenilmez bir savaşçıdır. Tanrılar gibi ölümsüz ve üstün olmak ister. Tanrı Enlil, ölümsüzlüğe insanın ancak arkasında büyük bir eser bırakarak ulaşabileceğini söylediğinde Kral Gılgamış büyük serüvenine başlar. Sonunda ölümsüzlüğün sırrına vakıf olmuş Bilge Utnapiştim’e giden Gılgamış, ondan aldığı ölümsüzlük otuyla amacına ulaşacakken, otu bir yılana kaptırır ve ölümsüzlük ellerinden kayıp gider. Kral ne yazık ki vatanı Uruk’a elleri boş döner ve ölüm karşısında yenilgiye uğrar. Aynı mitolojide tanrının insanların bir araya gelerek kurabilecekleri güçlü bir medeniyet sayesinde kendi katına ulaşabilmelerini engellemek için, onları dünyanın dört bir yanına dağıttığından ve birbirlerini anlayamamaları için de dilleri yarattığından bahsedilmektedir.
Görüldüğü gibi insanın eski çağlardan beri kendi sınırlarını aşmasının bir temsili olan “ölümsüz” ve “güçlü” olma arzusu, tarihsel süreçte fiziksel (soy) ve tinsel (kültür) bir ilerleyiş içinde somutlaşmıştır. Dikkatli bakıldığında, transhümanizm popüler kültürün içerisinde de uzun yıllardır yer almaktadır.
Bu çağın sıradan insanlarının dahi sokakta, televizyonda vb. fikirlerle karşılaşmış olması olasıdır. Yapay zekâ, biyonik beden, cyborglar, ölümsüz ya da ölümden dönen yaşamlar ve süper güçlere sahip insanlar çevrenizde gördüğünüz reklamlarda dahi motif olarak sıkça kullanılmaktadır.
Edebiyat eserlerini incelediğimizde Mary Shelley’e ait gotik “Frankenstein [Modern Prometheus(1818)]”, William Gibson’a ait “Neuromancer (1984)” ve Philip K. Dick’in “Do Androids Dream of Electric Sheep?[(Android’ler Elektrikli Koyun Düşler mi?)(1968)]” romanı transhümanizmin sorunsallarıyla okuyucularını baş başa bırakırlar.
Sinemada da “Metropolis (1927)”, “Dune (1965)”, “2001: A Space Odyssey (1968)”, “Blade Runner (1982)” Brainstorm (1983), “Terminator (1984)”, “Robocop (1987)”, “Gattaca (1997)”, “Matrix (1999)”, “Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)”, “Wall-E (2008)”, “Iron Man (2008)”, “Avatar (2009)”, X-Men (2016)”, gibi çeşitli örnekler ilk akla gelenlerdir.
Transhümanizmin kökenlerini araştırdığımızda öncelikle hümanizmin bir düşünce olarak gelişim sürecine göz atılması gerekmektedir. “Hümanizm” fikrini inşa eden Rönesans; bilimsel, kültürel ve manevi olarak güçlü, yüksek ve çok yönlü bir insan ideali inşa etmiştir. Descartes, Hobbes, Locke, Newton, Galileo, Kant gibi bilim insanlarının ve filozofların düşünceleri, dinin otoritesinin yerine akılla sorgulanabilen seküler bir dünya anlayışını ortaya koymuşlardır. Aydınlanmacı düşüncenin mirasçılarının 21. yüzyılda aşamalı olarak geldikleri nokta, hümanizm fikrinin geliştirilerek radikalleşmesine yani transhümanizme evrilmesine temel oluşturmuştur. Stefan Lorenz Sogner’e göre transhümanizm, özellikle filozof Friedrich Nietzche’nin “üst-insan (über manche)” mefuhumu ve çağdaş düşüncenin gündemine oturan “post-human(insan sonrası)” mefhumlarıyla benzerlikler taşımaktadır. Max More’a göre de transhümanizm tam da bu nüvelerden etkilenerek kendine asıl formunu vermiştir.
Yeni Darwincilerden olan evrimsel biyolog Julian Sorell Huxley, transhümanizm kavramının isim babasıdır. Terimi ilk kez “New Bottles for New Wine (1957) adlı kitabında ortaya atmıştır. Bu dönemden önce de bu terimin fikir inşasına bilim insanları JBS Haldane’nin “Deadalus-1924”, Huxley’in “Religion without Revelation-1927”, JD Bernal’ın “The World, The Flesh and the Devil-1929” adlı eserlerinde rastlamak mümkün.
İnsanoğlu zaten bu sürece basit anlamıyla yüzyıllar öncesinden geçiş yapmıştır. Doğayı kendine araçsallaştırmış, aletlerle basit teknolojileri üretmiş. Bu süreç zamanla bedene entegre edilebilen biyonik uzuvların ve organların yapılmasını sağlamıştır. Teknolojiyi kullanarak kendi doğasına ait olmayan uçma, derin okyanuslarda gezinebilme gibi olanakları hayata geçirmiştir. Andy Clark, bu sebeplerden insanı “doğal yolla doğmuş “cyborg” olarak tanımlamaktadır. İnsan evrimsel sürecin olanaklarını da bu yolla genişleterek sınırlar üzerinde söz hakkı elde etmiş gözükmektedir.
Transhümanist yaşam felsefesinin, teknolojilerin ve metodların hayatımıza girişi ile insanlık;
- Yapay zekayla bütünleşik insan zekası (tekillik),
- Tekillik ile insan aklının dijital ortama taşınması,
- Genetik modifikasyonla değiştirilmiş bireyler,
- Sentetik / Yarı sentetik bedenler,
- Hominid vücut formlarına sahip olmayan insanlar,
- Ölümsüzlük (yaşlanma ve hastalıklar yüzünden ölünmemesi),
- Üreme konseptinin ortadan kalkması veya temelli değişmesi,
- Ulus ve toplum sonrası hayata geçiş,
- Gezegen bazlı yaşamın terki ve uzayda topraksız yaşama geçiş,
- Soyu tükenmiş ya da doğada olmayan yeni türlerin yaratılışı
gibi konuları tartışmaya başlamıştır. İnsanlık tarihine etkide bulunmuş her devrimden sonra olduğu gibi bu süreç de toplumsal yaşamlarımızda paradigma kaymalarına neden olarak yaşama dair alışılageldik bakış açılarımızı değiştirecektir.
Hümanizmin akılcılığı nasıl insanlığın yaşamını dogmatik hurafelerden kurtarma girişimiyse, transhümanizmde bizi bedenlerimizin biyolojik sınırlarından sıyırma girişimi denilebilir. Günümüze bedeni değiştiren kozmetik operasyonlar, vücut modifikasyonları; fiziksel performansı arttırmak için kullanılan çeşitli ilaçlar; beyin fonksiyonlarını hızlandırmak, yavaşlatmak ya da dengelemek için kullanılan ilaçlar; organ nakilleri, hücre yenileme teknolojileri vb. hali hazırda uzun yıllardır insanların yaşamının bir parçası olmuştur.
Gen teknolojilerinin gelişmesiyle kök hücre transferi mümkün olmuş, kayıp uzuvların yenilebilme ihtimali doğmuş, genlerin yapıları değiştirilerek hastalıkların önüne geçmek mümkün hale gelmiş, vücudun doğum öncesi ve sonrası yapılandırılması gerçekçilik kazanmıştır.
Fare deneylerinde, bir nesilde edinilmiş deneyimsel bilginin aktarımının yanı sıra bilişsel kavrayışı yükseltmenin de başarılı sonuçlar verdiği ortaya konmuştur. Bu noktada genetik mühendisliği bilişsel devrim için zemini hazırlamaktadır. İnsan beyninin kapasitesinin arttırılmasının yanı sıra bilincin doğru yöntemlerle ileri teknoloji ürünü ortamlara aktarılması hakkında da çalışmalar devam etmektedir.
İstenildiği zaman yeniden uyandırılması için organik canlılığı dondurma bilimi olan “Kriyonik” bedeni ölümden sonra korumaya almaktadır. Bu süreç “ölen” kişinin hücreleri henüz canlıyken vücuttaki kanın tamamen tahlil edilmesi, bedene özel kimyasalların aktarılması ve -196 ℃’de saklanması gibi karışık bir teknoloji içermektedir. Bu uygulamanın bir benzeri hali hazırda, sperm ve embriyo bankalarında işe yarar biçimde kullanılmaktadır. Bu teknoloji “yapay kış uykusu” olarak tanımlanabilir. 2015 yılında Alcor Life Extension laboratuvarlarında bir solucanın bu teknolojiyle iki hafta boyunca dondurulması ardından yaşama döndürüldüğünde belleğinde bozunma yaşanmamış olması umut verici bir sonuç ortaya koymuştur.
Beynin işlevini koruyarak devam ettirebilmesi için önem taşıyan “kavrayış”, transhümanizmde yapay zekânın tetikleyici düşüncelerini oluşturmaktadır. Bir uçta insansı mimiklere sahip, birden fazla dil bilen, pedagoji derslerine giren öğretmen robot Saya diğer uçta küresel seks pazarında dokunuşuyla insani temasa yakın bir his verecek sextech robotları karşımızda durmaktadır.
En çarpıcı örneklerden biri bilim insanı Bertolt Meyer’ın kendi görünümünde tasarladığı “The Incredible Bionic Man”dir. Rich Walker ve Matthew Godden’in ileri teknoloji protez parçalarını ürettiği bu biyonik adam, kan dolaşım sistemine dahi sahiptir. Ekip kendi deyimleriyle “protez parçalara sahip bir insan” yapmıştır.
Zekâ kapasitesini arttırmak, hafızayı güçlendirmek, hatta bilinç aktarımı gibi konular son yıllarda sıkça tartışılmaktadır. “Akıllı Makinelerin Çağı” adlı eserinde Ray Kurzwell, ölümsüzlüğün insan beyninin sistematik özelliklerinin bilgisayarlara yüklenmesiyle insanlığın dijital ortamlarda ölümsüzlüğe adım atabileceğini öngörmüştür. Transhümanizmde zihnin bir anlamda “ölümsüz bir kabuğa” aktarılacak olması nihai bir hayatta kalma stratejisidir ve beden dolayısıyla gelen tüm engelleri ortadan kaldırmaktadır. Bu durum beraberinde bir takım soruları da getirmektedir. Örneğin, dijital bilinç ve o bilincin asıl sahibi organik benliğin özdeşliği konusu hala tartışılmaktadır.
İleri noktada tüm zihinlerin ortak bir havuza/ sisteme aktarılabilmesi beraberinde insan yaşamında büyük bir sıçramayı, yani “tekilliği (singularity)” bir olanak olarak insanlığa sunulabilir. Önümüzdeki yıllarda bu konu üzerinde uzun araştırmalar ve tartışmalar süregelecektir. Transhümanizm; beraberinde yeni bir değer sistemi, yaşam tarzı hatta var olma biçimini bizlere vaat etmektedir. Üst-insana ulaşmak ardından post-human (insan sonrası) dönem için gereken koşullara zemin oluşturmaktadır. Bu durum kaçınılmaz olarak varlığın ontolojik ve felsefi tanımlarında radikal bir dönüşüm yaratacaktır. Max More’a göre trans-hümanizm, Homo Sapiens ve gelecekteki post-human arasında “geçişsel insan/transitional human” formunu evrimin gelişmiş bir basamağı olarak ortaya koyar.
Süper zekâ, süper sağlık ve süper yaşam süresine ulaşacak “transhuman” halen bir insan olarak tanımlanabilirken gelişim süreci tamamlandığında ulaşacağı “süper yapay zekâ” ile “homo sapiens” yerini “homo cyberneticus” ile yer değiştirecek, insan sonrası bir türe dönüşecektir. Bu düşünce bazıları tarafından transhümanizmin insanlığın sonunu getirecek bir tutum olduğuna dair endişesini taşımaktadırlar. Transhümanizmin esas motivasyonuysa insanın gelişmesi ve iyileştirilmesiyle “süper insana” ulaşmaktır. Savunmasız bedenler ve ölümlü yaşamdan, ölümsüz zihinlere bir doğru bir evrimi hedefler.
Transhümanizm, dinlerin inananlarına vaad ettiği sonsuzluk ve aşkınlığı, bilimin ve teknolojinin beşeri imkânlarıyla, insanlığa bu dünyada önermektedir. Bu durum aklın batıni olanla, bilimin büyüsel olanla, gerçekliğin yanılsamayla yer değiştirmesidir. Adeta cenneti bu dünyada bir olanak olarak sunması transhümanizm fikrinin dinle yer değiştirmesi gibi bir sorunsalı ortaya çıkarmaktadır.
İlginç bir biçimde Google’ın eski mühendislerinden Anthony Levandowski, “Yapay Zeka Kilisesi” olarak adlandırılan kültün sözcüsü olarak, tüm insanlardan çok daha üstün bir “zekaya” sahip bir yapay zekanın tanrısallığa yaklaşmasından bahsetmektedir. 2006 yılında “Mormon Transhümanist Derneği” ilk dini özel kuruluş olarak bu bağlamda onaylandı. 2008 yılında “American Academy of Religion” transhümanizmi bir din olarak tanımlamamasına rağmen transhümanizm konusundaki görüşmelere resmi statü kazandırdı. The Church of Jesus Christ of Latter-day Saints- yalnızca transhümanizmi desteklemez, kendi transhümanizm türüne de sahiptir.
Filozof Jean Baudrillard’ın ölümün toplumsal baskıyı yaratan iktidarı/erki oluşturduğuna dair fikilerinin de bu noktada es geçilmemesi önem teşkil etmektedir. Baudrillard’a göre:
“Ölüm sonrası yaşam düşüncesinin ortaya çıkışı, iktidarın doğmasına yol açan asal olaydır. Çünkü bu düzenek yalnızca bu dünyada zahmete katlanma zorunluluğu ve bunun karşılığında öteki dünyada ödüllendirilme gibi bir şantaja yol açmakla kalmayıp -rahipler kastının tüm stratejisi bunun üzerine kuruluydu- aynı zamanda bilinçaltına yerleştirilmeye çalışılan bir ölme yasağıyla birlikte bir de bu ölüm yasağını denetleyen bir iktidar süreci de oluşturmuştur. Ölüler ve canlılar arasındaki birliğin parçalandığı, ölüm ve yaşam arasındaki değiş tokuşun yok edildiği, yaşamda bir yeri ve anlamı olan ölümün bu konumuna son verildiği, ölüm ve ölülere yasak konulduğu gün, ilk toplumsal denetim biçimi de ortaya çıkmıştır. İktidarın ortaya çıkabilmesi ve daha ileride tüm yaşamın sınırlar içine alınabilmesi için önce ölümün özgürlüğünü yitirmesi, ölülerin gözaltına alınması gerekmiştir. Bu temel bir Yasa olup, iktidar, bu Yasanın bekçisidir. Temel bir baskı altında tutma biçiminin herhangi bir enerjiye veya bir libidoya ait bilinçaltının ürettiği iç tepilerle ilişkisi olmadığı gibi antropolojiyle de bir ilişkisi yoktur. Temel bir baskı altına biçimi varsa o da toplumsal bir olay olan ölümün baskı altına alınmış biçimidir. Bu baskı altında tutma biçiminin, yaşamın baskı altına alındığı bir toplumsallaşma sürecine kayılmasına neden olduğu söylenebilir.”
İnsanın kendini “en akıllı varlık” olarak gezegende hatta evrende gözünü her defasında daha fazlası olmaya dikmesinin temelinde yatan hakikat nedir? Belki de esas korkumuz ölümlü varlığımızla, yaşamlarımızın geçiciliğiyle yüzleşmenin içimizde yarattığı hüsrandır. Düşünür Stephen Cave’ e bu noktada kulak vermek anlamlı olacaktır.
Kaynaklar
- “Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm” 2016- Jean BAUDRİLLARD –
- Transhümanizm Türkiye Sitesi https://medium.com/transh%C3%BCmanizm/transh%C3%BCmani%CC%87zm-nedi%CC%87r-dd0c07437ec7
- “Ölümsüzlük ve Yapay Zekâ Bağlamında Trans-hümanizm” 2018- Aysel DEMİR
- “Sinema ve Romanda Transhümanizm: “Blade Runner” Filmi ve “Neuromancer” Roman Örneği”-2018- Ahmet DAĞ
- “İnsanpostinsan”- 2003- Dominique Lecourt
- “ Hümanizmin Radikalleşmesi Olarak Transhümanizm” – 2017- Ahmet DAĞ
- “Inside The First Church Of Artificial Intelligence”
- https://www.wired.com/story/anthony-levandowski-artificial-intelligence-religion/