in

Ölüm Kavramının Işığında Postmodern Sanatta Beden İmgeleri

Psikanaliz ve Varoluşçu Felsefede Ölüm Üzerine Düşünceler

Yaşam insanın bilinciyle algıladığı ve içinde var olduğu bir haldir. Yaşamak insana içkin doğasından gelen bir eylemdir. İnsan içine düştüğü bu hali anlamak ve anlamlı kılmak için yaşamı boyunca yoğun bir çaba sarf eder. Tüm eylemleri, arzuları, kazanımları, değerleri ve daha fazlası bu çabanın organik bir uzantısıdır. Varlığın son buluşu yani biyolojik bedenin ölümüyle yok oluşu da insan doğasına ait kaçınılmaz olan bir başka gerçektir. İnsan doğarken ölümüyle el ele yürümeye başlar. Yaşam tüm imkânlarıyla fiziki bir gerçekliğe bürünür. Oysaki ölüm metafiziktir. Bildiklerimizim sonlanışıdır…

Yaşamını korumak için içgüdüsel hareket eden insan için yok olmaya dair düşünceler ürkütücüdür. Yine de insan bu derin korkusunu ve endişesini en ilkel ve çıplak haliyle göstermekten kaçınır. İnsan yaşadığı ruhsal gerilimi aşmak için inanç sistemlerine, ahlaki değerlere, insani ilişkilerine ve felsefi zeminlere ölüm fikrini oturtmaya çalışır.  İnsanın yaşadığı bütün korkuların temelinde ölüm korkusunun olduğunu düşünmek şaşırtıcı değildir. Bu korkuyu maskelemek ya da bastırmak için yapılanlar belki de insana ve yaşamına şekil vermektedir.

Carl Gustav Jung’a göre, ölüm korkusunun temeli aslında yaşama korkusudur. Hayata uyumlanamayan kişinin yaşam karşısında yaşadığı paniktir bu. Yaşamın hızla akıp gitmesi zamanın ilerlemesiyse durumu daha da sıkıntılı bir hale sokmaktadır.

Erich Fromm’a göre, ölüm korkusu daha ahlaki bir düzeye sahiptir. Kişinin sahip olduğu her şeyi, malını, mülkünü, benliğini, bedenini yitirecek olması onu derinden korkutur. Bu durumda sahip olmaya odaklı ben-merkezli bir bireyin ölüm korkusu daha fazla olacaktır. İnsan bu anlayıştan uzaklaşıp sıyrılmayı başarabildiği ölçüde ölümle yitireceği hiçbir şey olmayacağından korkusunu da aşacaktır.

Sigmund Freud’a göre insan bilinçaltında zaten ölümü gizlice arzulamaktadır. Freud’un ölüm içgüdüsü (thanatos) olarak adlandırdığı şey, insanın ana karnına yani canlılığın huzursuz, eksik, kontrolsüz, tedirgin edici ortamından cansızlığın huzurlu, hareketsiz, tamamlanmış olan durumuna (nirvana) bilinçsizce içsel yönelimidir.

Varoluşçu felsefe ölüm ve yaşamı birbirinden ayrı olgular olarak ele almak yerine ikisini bir bütünlüğün birbirini anlamlı kılan parçaları olarak ele almaktadır.  Heidegger, her kişinin kendi ölümlülüğünü içsel bir tecrübe aracılığıyla kavrayabilmesi sonucunda hayatının gerçek anlamını bulabileceğini düşünür. Çünkü ölüm hayatı anlamlı kılarak değerini ortaya koymaktadır. Ölümden kaygılanan insan, bu noktada hiçliğe sırtını vererek hem kendi varlığını hem de diğer tüm var olanların varlığının anlamını sorgulamaya girişebilir. Heidegger’e göre dünyaya düşmüş olan insanın varlığının zamansal olduğunu, geçiciliğini ona haber veren ölüme yönelik kavrayışıdır. Heidegger gibi Kierkegaard içinde ölüm yaşamın kendisidir. Kierkegaard’a göre ölüm, yaşamın son eylemidir ve insan bundan birincil derecede sorumlu olan ve onu inşa edendir. İnsanın bireyselleşmesini sağlayan ölüm aynı zamanda varoluşunun gerçekliğiyle onu yüz yüze getirmektedir. İnsan yaşamı boyunca varoluşsal bir acı çeker. Bu acı onu olgunlaştırır ve hayvanlığını giderek terk eder. Benliği ve ruhuyla olgunlaşır. Ölümse bu acıların bitmesi anlamına gelir ve kurtuluştur. Ruh ve beden ölümle birlikte dinginliğe ulaşır. Sartre’a göreyse ölüm bir imkân değil, imkânların son buluşudur. Ona göre insan ölümü düşünmez ve onu istemez. Çünkü hep bir sonraki anı talep eder ve olanaklar üzerinden geleceğini kurar dolayısıyla ölümü bir olanak olarak düşünmez. Sartre’a göre insanın varlık doğası budur.  İnsanda içsel bir bulantı duygusuna sebep olan olgudur ölüm. Sartre’a göre yaşayan insan ölümü ancak bir başkasının ölümü aracılığıyla keşfeder. Ölümlü başkalarının varlığı sayesinde ölümü tanırım. Levinas içinse ölüm deneyimlenmesi hakkında fikir edinilmesi imkânsız bir şeydir. Fakat maddi dünyanın acıları ve yalnızlık insana ölümü hatırlatır. Bunun nedeni acılardan kurtuluşun ölümle gerçekleşeceği düşüncesi değildir. Ölüm varlığı canlı gösteren hareketlerin yok oluşudur. Ölüm kurtuluş değil sadece bilinemeyen, bir yanıtın yokluğu olarak oradadır. Varoluşçu perspektifte ölüm deneyimi, insanın kişisel varoluşuyla ve buna anlam arayışıyla iç içedir.

Postmodern Sanatta Ölümlü Beden Teması

Ölüm ya da yok oluş insanın yaşamadan bilemeyeceği, bildiği zaman geri dönüp sırrını sırdaşlarına anlatamayacağı büyük bir deneyim olarak karşımızda duruyor. Bu deneyim ve akla getirdiği kavramlar elbette ki sanatçıların ilham kaynağı olmuştur.  Bazı sanatçılar romantik bir atmosferde bir ceset içinde güzelliği aramış veya doğal bir estetik bulmuşlardır. Bedeni bilimsel ya da estetik bir temsile dönüştüren diğerler sanatçılarsa herhangi bir süsleme teşebbüsü olmaksızın cesedi ya da parçalarını sanatsal bir kaynak olarak kullanmışlardır. 1960’lardan sonra sanatçılar bedenin gerçekliğini, idealize edilmiş imgelerden uzak, dünyeviliğe, sıradanlığa ve ölümlülüğe işaret eden bir yaklaşım içinde ele almaya başlamışlardır.

Post- endüstriyel toplumun olumsuz atmosferinden etkilenen sanatçıların çalışmaları şizofrenik bir parçalanmayı ve çözülmeyi işaret eder hale gelmiştir. Öznenin gerilimi beden aracılığıyla kendine yeni bir dil oluşturmuştur. İnsan yaralanabilir, incinir, kırılır haldedir. Bir kahraman yerine bir kurban vardır karşımızda. Vücut artık herhangi bir nesne gibi yok olmanın eşiğindedir.

1960’lardan sonra kabul gören normlar yerine dışlanan bedensel gerçekliğin altını çizmek isteyen bazı sanatçılar, güzelin yerine iğrenci, idealize edilenin yerine fani yaşamı ele almışlar; izleyicileri tiksindikleri, yok saydıkları ve bastırdıkları şeylerle yüzleştirmeyi istemişlerdir. Hal Foster’ın da belirttiği gibi çağdaş kültürdeki birçok kişiye göre hakikat travmatik veya iğrenç öznede, hastalanmış veya zarar görmüş bedende yatar. Bu beden, hakikate tanık olmanın, iktidara karşı gerekli başarının kazanılmasının önemli ve temel kanıtıdır. Julia Kristeva’nın psikanalitiğe ve sanata katkısı olan iğrenci ele alış biçimi bu yaklaşımların temelini oluşturmuştur. Psikanalist Julia Kristeva’ya göre iğrenç kılan, kirlilik ya da hastalık değil, bir kimliği, sistemi, bir düzeni rahatsız edendir. İğrenç sınırlara, konumlara ve kurallara saygı göstermeyen bir ‘şey’dir. Arada, muğlak ve karışmış olandır. Kristeva, “iğrenç” (abject) olanın sistem tarafından asimile edilemeyen, normalleştirilemeyen dolayısıyla sistemi sarsan ve ona karşı gelen bir yapı olduğunu vurgular.

Hermann Nitsch

Viyana Aksiyonizminin öncülerinden Hermann Nitsch’in Gizemli Tiyatro adını verdiği dini ayinleri andıran aksiyonları, kan, çıplaklık ve şiddet bağlamında bedeni bir yandan kutsar, bir yandan da idealize edilmiş beden fikrine eleştirel bir yaklaşım getirir. Ölüm ve yeniden dirilmeyi işaret eden performanslarında insanın derinliklerine kök salmış şiddeti izleyicilerin tüm duyularıyla deneyimlemesini sağlar.

Hermann Nitsch ve Orgien Mysterien Theater

Damien Hirst 

İngiliz sanatçı Damien Hirst’ün Anne ve Çocuk (Bölünmüş)[Mother and Child (Divided)] adlı eseri ortadan ikiye dikey kesildikten sonra cam tankların içindeki formaldehite yatırılmış bir buzağı ve ineğin bedenlerinin teşhirinden oluşmaktadır. Sanatçı, Hristiyanlıkta önemli iki figür olarak karşımıza çıkan kutsal anne (Madonna) ve çocuk İsa’ya göndermede bulunmaktadır. Hirst, bir anne ve çocuğu sadece birbirinden tamamen ayırmakla kalmaz, ölümcül bir biçimde kendi bütünlüklerini de parçalar. Sanatçı idealleştirilmiş (kaybolan) bir birliğin (çoğu zaman bir parçalanma korkusuyla birleştirilen) elde edilmesinin ya da elde edilmesinin imkânsızlığına dair sorular sordurtmak istediğini belirtmektedir.

Jake ve Dinos Chapman

Jake and Dinos Chapman kardeşler çağdaş dünyanın siyasi, ahlaki, dini anlamsızlığını ve kendine karşı gerçekleştirdiği ihanetlerini ikonoklastik  heykeller, baskılar ve enstalasyonlar aracılığıyla ele almaktadırlar. Chapman kardeşler izleyicinin eserleri röntgenlerken kendini bulduğu noktada güzellik-acı, mizah-dehşet, yüce-sapkın, şeytani-çocuksu gibi kutupları bir araya getirerek şok edici etkiler yaratırlar.

Sarah Sitkin

Amerikalı sanatçı Sarah Sitkin’in heykellerinin temelleri sanatçının kendi deyimiyle kişisel işkencelerinde yatmaktadır. Her gün yeniden mücadeleye giriştiği kavramlar ve fikirler arasında beden,  dismorfi, nihilizm, aşkınlık, yaşlanma, sosyal yapılar ve kitle kültürü yer almaktadır. Sitkin’in çalışmaları bedenlerimizle yeni ve sıra dışı şekillerde karşılaşmamızı ve onlara katılmamızı sağlar.

Berlinde De Bruyckere

Belçikalı sanatçı Berlinde De Bruyckere’nin çalışmaları ölüm karşısında insanın temel dönüşümü, aşkınlık ve uzlaşma arayışının ete kemiğe bürünmüş halleridir. Sanatçı, Avrupa sanatının üstatlarından,  Hristiyan ikonografisinden, mitolojiden ve kültürel bilgi mirasından yola çıkarak var olan çağdaş dünyanın hikâyelerini kendine has yeni anlatılarla birleştirerek izleyiciye sunmaktadır.

Joel-Peter Witkin

Amerikalı fotoğraf sanatçısı Peter Joel Witkin’in kadavralar, ucubeler, dinsel temalar, tarihsel göndermeler yüklü çalışmaları ölüm teması ve fiziksel deformasyonların çok ötesine uzanmaktadır. Modelleri ya çok güzel ya da açıkça deforme olmuştur. Karanlık ve erotizm yüklü atmosferler içerisinde çeşitli pozlarda izleyiciye kendilerini sergileyen tuhaf ve sıra dışı olana ait bu ölümlü güzellikler bedenle ilgili tüm tabulara karşı bir direniş sergilerler.

 Olivier De Sagazan

Fransız performans sanatçı Olivier de Sagazan’a göre ölüme programlanmışız. Onun ilgisi de resimdeki ışık ve gölge gibi yaşam ve ölüm arasındaki zıtlıktadır. Cesetleri temsil etmek de ölüme karşı bir mesafe koymak, nesnelleştirmek, içselliğin katlarında cansızlığa doğru açılmanın bir yoludur. Ölümü düşünmek hayatı daha fazla takdir etmeyi sağlar. Sanatçının çalışmalarında amaç edindiği şeylerden biri de dünyadaki kendisi ve benliği arasındaki varlığının büyük anlarına ulaşmaktır.

 Francesco Albano

İtalyan sanatçı Francesco Albano, insan vücudunun fiziksel ve zihinsel çöküşünün ifadesi olarak, deformiteye karşı güçlü bir biçimde çekildiğini ifade etmektedir. Albano, eti ve kemiği kimlik ve benlik sınırlarına işaret eden eleştirel birer enstrüman olarak kullanmaktadır.  Zihin ve bedeni değiştiren; kas, kemik ve cilt arasında bir çatlamaya neden olan kişisel çöküşün geçici anlarını tasvir etmeye gayret ettiğini belirtmektedir. Sanatçıya göre dışsal baskının neden olduğu bir bölünmeye tanıklık eden duygusal bir çöküntü, maddi olmayan bir ağırlığın çöküşüdür ve bu yüzden de beden ezilir ve değişir. Eserlerinde deformasyonun kökeni, insan varlığının trajik ve ironik durumunun kendi hafızasında ve duyumunda yaşadığı gerçekliğine dayanmaktadır.

Paul Freyer

İngiliz sanatçı Paul Fryer başta acı ve ölüm olmak üzere eserleri çağdaş zamanlara ait insani durumların birer araştırmasına benzemektedir. Elektrik direklerinin arasında kanatlarından yakalanıp kısılıp kalmış şeytanın oğlu Lucifer ya da şehir hattından geçen akımla çarpılarak teller arasında can veren çırılçıplak bir adam gibi sanatçının yıkım ve ölümün eşiğindeki figürleri, fanilik ve dini imgeler üzerinden çağdaş kültürün hayal gücüyle harmanlanarak izleyiciyi şoka uğratmaktadır.

Ölüm gibi iğrenç olanda toplumun normatif beklentilerini sarsan bir olgudur. Her ikisi de beden üzerinde birlikte cereyan ederler. Çünkü cesetler, kopuk beden parçaları ve iç organlar izleyiciye ölümü anımsatırlar. Ölümü estetik bir mesafeden bakan izleyici neden haz almaktadır peki? Belki de Aristoteles’in Poetika’da belirttiği gibi resimlerine bakmaktan en çok hoşlandığımız şeyler, yaşamda tiksinti duyarak baktığımız şeylerin resimleridir; son derece iğrenç hayvanların ve cesetlerin görüntüleridir. Bunun nedeniyse en haz verici şey olan öğrenmenin gerçekleşiyor oluşudur. İnsana dair bir yaratım alanı olan sanat aracılığıyla üzüntü, tedirginlik, tiksinti, korku uyandıran ve mesafe almak istediğimiz durumlar merakımızı doyurdukça onlardan kaçınmak yerine aksine onlardan daha fazla hoşlanmamıza sebep olarak sorguladığımız bilinmezliğin sırlarında bir yarık açmaktadırlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Errrkeklerin Kırılgan Egolarını İncitmeden Başarılı Olma Rehberi

Biten İlişkinin Girdabından Kurtulmak İçin: Ayrılık Meditasyonu