Ötanazi Yunanca, -eu- ”iyi-güzel” ve -thanatos– ”ölüm” kelimelerinin birleşiminden meydana gelir. Ötanazi, insan ve diğer hayvanların var olan acılarının ve dayanılamaz boyuttaki yaşamlarının ”acısız” ve tıbbi yöntemlerle sonlandırılması işlemidir.
Duruma insanlar açısından bakıldığında bu daha çok bir tercih meselesi olarak ön plana çıkarken, hayvanlarda ise tamamen insanların belirlemiş olduğu kıstaslar geçerlilik taşımaktadır. Ötanazi, acısız veya çok az acıtan enjeksiyon yöntemleri kullanılarak sağlandığı gibi bazı özel kimyasal karışımlar vasıtasıyla da gerçekleştirilebilir. Bunlar dışında yaşam destek ünitelerinin kapatılması gibi daha edilgen olarak sınıflayabileceğimiz üçüncü bir alternatif de mevcuttur. Bu yöntemle uygulanan ötanazi, pasif ötanazi olarak tanımlanmış ve birçok ülkede yasal olarak suç içeren eylemler arasında görülmemektedir. Aktif ötanazi ise daha çok hastanın isteğine bağlı olarak gerçekleşir ve Türk Ceza Kanunu‘na göre ötanazi uygulayan hekim ya da kişi, tasarlayarak adam öldürme fiili üzerinden ömür boyu müebbetle yargılanır. Bazı ülkelerde hekim destekli ötanazi yasal olmasa da gerçekleştiren hekimler cezai işleme tâbi tutulmaz.
Ötanaziye Tarihsel bir Projeksiyon
Antik Yunan ve Antik Roma’da ölümcül hastalığa yakalanmış kişilerin tedavilerinin yapılmaması sıkça karşılaşılan bir uygulamaydı. Ölümcül hastaları tedavi etmeye çalışmanın hekimler açısından itibar kaybı ve başarısızlık gibi riskleri olmasından dolayı, tedavi çoğunlukla tercih edilen bir tıbbi seçeneğe dönüşemiyordu. Aynı zamanda Hipokrat Yemini‘nde de hastanın isteği dahi olsa hekimin ölümcül bir ilaç ya da yöntemle ötanaziyi uygulaması yasaklanmıştı. Ötanazi ile ilgili etik tartışmaların kaynağı aslında biraz da bu noktadan temelleniyor.
Antik Çağ filozoflarından Platon, Aristo ve Zenon‘a göre, ölümcül bir hastalığa yakalanmış olup kent kaynaklarının gereksiz yere tükenmesine sebep olan yetişkin kişiler için ”onlar istemeseler dahi” ötanazi veya ölümlerine kayıtsız kalmanın(pasif ötanazi) uygun olabileceği savunuluyordu. Ancak bu kişiler söz konusu intihar olduğunda daha farklı düşünebilmekteydiler; mesela Aristo intiharı kesin bir dille kınarken Seneca, kişilerin yaşamlarını istedikleri zaman sonlandırabilmelerinin bir hak olduğu savusunu yapmıştır. Dinlerin etkilerinin artmasıyla birlikte ise ötanazi daha dini bir kavrayışa doğru dönüşmüş ve genel olarak bir günah eylemi sınıfına girmeye başlamıştır. Buna rağmen yine de ötanazinin bir hak olduğunu savunan düşünürler varlığını ve düşüncelerini sürdürmüştür.
Montaigne, yaşamın bizi ölümden daha kötü bir duruma düşürmesinin ötanaziyi gerekli kılabileceğini ve Tanrı’nın da buna izin verdiğini savunmuştur. Francis Bacon ise, hekimlerin hastaların hayatını sonlandırmak konusunda gerekli bilgi ve tecrübeye sahip olmaları gerektiğinin altını çizmiştir. Daha radikal bir çıkış gerçekleştiren David Hume da, ”İntihar” adlı denemesinde; insanların sefil ve acılarla dolu bir yaşamı sırf yaratıcının kör istekleri sebebiyle sürdürmesinin anlamsızlığından bahsetmiş ve dini görüşlerin bu konudaki yasaklarına karşı özgürlük ve insan iradesini savunmuştur.
Immanuel Kant ise tüm bu düşünürlere karşı çıkarak intiharın hiçbir çeşidinin savunulamayacağını öne sürmüştür. Onun ahlâk düşüncesi intiharı hiçbir şart ve koşulda kabul etmemektedir.
Evrimcilik düşüncesinin yükselişte olduğu 19. yy’da ise Hristiyan ahlâki düşüncesi önemini yitirmeye başlamış ve yaşamın ilahi bir kudretin hükmüyle kutsal sayılışı tartışmaya açılmıştır. Bu dönemde ötanazi doğal bir gereklilik olarak yorumlanmaya başlanmış ve Francis Galton, Ernst Haeckel ekseninde gelişen Öjenik tartışmalarıyla durum çok farklı bir boyuta varmıştır. Doğal seçilimin insan müdahalesi ile suni şekilde sağlanması ve türsel bir arınma düşüncesi ile Alman Faşizm’i de kendisini iyiden iyiye refere etmiştir. Ancak bu görüşler, Nazi Almanyası‘nın 2. Dünya Savaşı yenilgisinin ardından akademik camiada tartışılmaya değer görülmeyip etkisini yitirmiştir.
Dinler Açısından Ötanazi
İslam’a göre ötanazi Allah’ın kesin bir hükümle yasakladığı bir eylemdir. Bu eylemin herhangi bir şekilde tatbik edilmesi Allah’a şirk koşmaya benzer bir günahla eş değerdir. Çünkü yaşam insana yaratıcı tarafından bahşedilmiştir ve İslam yaşamı ancak yaratıcının sonlandırabileceğini savunur.
İntihar, ötanazi ya da insanların ölümlerine göz yumulması İslam’a göre katl eylemi olarak sayılmış ve kesin hükümlerle yasaklanmıştır.
Hristiyanlık‘ın ortaya çıktığı tarihten itibaren kişilerin kendi canlarına ve başkalarınınkine kıymaları yasak kılınmıştır. Hristiyanlık tarihinde Augustine intihara dair yoğun bir eleştiri geliştirmiş ve intihar biçimlerinin 10 Emir‘den 6.sının(öldürmeyeceksin) hükmüne karşı gelmek olduğunu savunmuştur. Hristiyan düşüncesinde intihar eden kişilerin kendi mezarlıklarına gömülmesi yasaklanmış ve bu kişilerin mal varlıklarına el konulmuştur. Ünlü düşünür Thomas Aquinas‘ın intihar konusundaki eleştirileri ve reddiyeleri de Katolik Kilisesi‘nin intihar ve ötanazi ile ilgili görüşlerinin temelini oluşturması açısından önemlidir. Protestanlıkta da durum Katoliklikteki gibi olsa da zamanla bazı değişimler yaşanmış ve Joseph Fletcher gibi din adamlarının ötanazi toplulukları ile birlikte ötanaziyi savunduğu görülmüştür.
Musevilik‘te de diğer semavi dinlerdeki gibi benzer eğilimler gözlemlenmektedir. Yaşam insana Tanrı tarafından bahşedildiği için insanın bu yaşam üzerinde sonlandırıcı bir hükmü ve eylemi bulunması söz konusu değildir. İnsanın tıpkı Hristiyanlıktaki olduğu gibi Tanrı suretinde yaratıldığı ve bu sebeple yaşamının da kutsal sayıldığı düşüncesi olan Musevilik bu sebeple ötanazi eylemine karşı çıkmaktadır.
Ötanazi günümüzde İsviçre, Hollanda, Belçika, Kolombiya, Güney Kore, Lüksemburg, Japonya, Kanada ve Abd(Oregon, Montana, Vermond, Washington DC ve California, Hawaii, Colorado) gibi ülkelerde yasaldır. Avustralya‘nın Victoria eyaletinde de aktif ötanazi, 2019’un ortalarında yürürlüğe girecektir. Türkiye’de yasal olmayan ötanazi (aktif ötanazi yasak, pasif ötanazi uygulanabiliyor.) ise trafik kazası sonucu omurilik felci olan Tuğrul Cankurt ile gündeme gelmişti. Bazı ülkeler ötanazi serbestisinden kaynaklı olarak ortaya çıkan ”intihar turizmini” engellemek amacıyla kendi sigorta sistemlerinde kayıtlı olan hastalara bu hakkı tanımışlardır.
Ötanazi, Etik ve Haklar
Tıp etiği açısından bakıldığı zaman şüphesiz ki ötanazi gibi bir durumun desteklenmesi beklenemez. Bu hem Hipokrat’a hem de tıbbın insanı yaşatmakla ilgili çabasına aykırı bir durumdur. Ancak bana kalırsa gerek hayvanlar üzerinde uygulanan deneylerin, gerekse tıp disiplininin ilaç tekellerinin bir hizmetkârı gibi davranmasının ve bununla birlikte insanın kendi yaşamı hakkında tasarruf iradesi kullanabilmesi hakkının bu amorf etik anlayışı boşa çıkartmış olduğu ortadadır. Dolayısıyla ötanazinin bir hak olup olmadığının tartışılması dahi absürt bir durum. Fakat ülkemizde bu absürt noktaya gelmemizi dahi engelleyen absürtlükler mevcut. İnançsız insanlar üzerinde bile inanç eksenli mahrumiyetler yaratılan böyle bir coğrafyada ötanaziyi tartışmak da birkaç yüzyıl fazla gelecektir bize. İnsanların zaten ölümle burun buruna yaşadıkları bir coğrafyada sektörsel ve kâr odaklı bir sağlık anlayışının da kendisini etik ve inançsal temellere dayandırması insanın aklına havsalasına sığmıyor aslına bakılırsa.
Evsizlerin sokakta donarak ve açlıktan ölmesine, kanser hastalarının gerekli ilaçları tedarik edemediği için ölmesine, erkek şiddeti ile ölmeye, devlet ve toplum şiddeti ile ölmeye, kimsesizlikten ve yalnızlıktan ölmeye, gerekli tıbbi desteği zamanında alamadığımız için ölmeye, suyumuzu ve tohumumuzu tekeller kirlettiği için erken yaşta ölmeye, güvenlik ölçütleri sağlanmadan ağır ve tehlikeli şartlarda çalıştığımız için ölmeye; töreden, ecelden, haksızlıktan ölmemizde bir sakınca yok; ancak irademizle ”onurlu” bir ölümü tercih etmemizde bir günah ve yanlışlık var?
Buyurun size gerçek bir etik mevzu.
(+18) Ötanazi İşlemi
Ötanazi meselesini derinlemesine kavramak isteyen herkes için Mar Adentro filmini öneriyorum.