İlk yazımda eğitim sistemine dair kendimce sitemlerimi dile getirmiştim. Başlıktan da biraz anlaşılıcağı üzere benzer bir konudan devam etme niyetindeyim. Bunun sebebi; şu anda içinde olduğumuz uzaktan eğitim sürecinde gerçek öğretmenlerin ve öğretmeyenlerin saflarını daha açık bir şekilde belli etmiş olmaları.
Bu sistem geldiğinden beri belki öğrenci tanıdıklarınızdan duyduğunuz yada bizzat kendinizin tanık olduğu sıkıntılara şahitlik etmişşinizdir. Nedir bu uzaktan eğitim sistemi? Kısaca öğrencilerin hepsinin internete erişiminin ya da bilgisayarının olduğunun düşünülerek eğitime devam etme çabasıdır. Öncelikle her yıl yapılan belli başlı yerleştirme sınavlarında birincilerin köylerde çobanlık yaparak bir yandan da ders çalışmayı başarmış çocuklar tarafından alınmasını haberlerde görmeye alışmış bir ülkede yaşadığımız için bu sistemin ne kadar etkin işleyebileceği en büyük soru işaretlerinden biriydi benim için. Okullarda bir araya gelmenin imkansız olduğunun ve eğitim sürecinin bir şekilde devam etmesi gerektiğinin kuşkusuz ben de farkındayım. Beni rahatsız eden nokta, bazı insanların internet ve bilgisayara erişiminin kısıtlı olduğunu anlayışla karşılayan ve ona göre davranan bir kitle olduğu gibi tam tersi bir şekilde beni hiç alakadar etmez kim başının çaresine nasıl bakıyorsa baksın tavrında olan bir kitlenin de olması. Öğretmeyen olarak adlandırdığım meslek sahipleri tahmin etmensinin zor olmayacağı gibi ikinci kısımdakiler.
Peki öğretmen nedir? Öğretmen, en genel tanımıyla, öğrenmeye rehberlik eden kişidir. Bu süreçte öğretmenin önemli sorumlulukları, büyük fedakarlıkları vardır. Öğretme evrensel bir uğraştır. Yaşadığımız çevrede her an anne baba çocuklarına, usta çırağına, öğretmenler öğrencilerine sürekli bir şeyler öğretirler. Yani sürekli bir öğretme ve öğrenme durumu söz konusudur. Ancak öğretme ve öğrenmenin iki değişik işlev olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü öğretme bir kişi tarafından gerçekleştirilirken öğrenme başka bir kişide oluşur. Çok açık ve basit gibi görülse de aslında üzerinde ciddi bir şekilde durulması gereken bir durumdur. Öğretme öğrenme sürecinin etkili olabilmesi için o iki kişi arasında çok özel bir ilişkinin kurulması gerekir. Başka bir deyişle öğretmen ve öğrenci arasında özel bir bağ kurulmalıdır. Evet kesinlikle özel bir bağ kurulmalıdır. Bu sistemle birlikte öğrencilerini göz ardı eden ”devlet size kaydınızı dondurma imkanı sağlamış ulaşamıyorsanız seneye yaparsınız” cümlesi kuran bazı öğretme mesleğini, tamamıyla mali amaçla icra edenlerin bu bağı kurabileceğini kim söyleyebilir?
Yedi yaşından beri eğitim sisteminin içinde olan herkes bir sene kaybetmek ifadesini yaşamanın o cümleyi kurmak kadar kolay olmayacağını bilir. Bu süreçte acımazsız ve vurdumduymazca davranan öğrencileri zor durumlara sokan ve hayatlarında bir sene geri atan kişilere ben öğretmeyen demekte ısrarcıyım. Bir insanın sizin davranışlarınız ve sizin kararlarınızla 1 seneyi boşa geçirmiş olması ve tekrarlaması gerekmesi bana göre hayatla oynamaktır, üst seviye vicdansızlık gerektirir. Ben öğrencilerime kaybetmeyi de öğretirim diye çıkış yapan biri olursa kendince bunu haklı bir sebep olarak görüyorsa; halk ozanı Nihat Doğan’nın da dediği gibi ”karşısında diz çöker tövbe isterim.” Bunları dile getirmiş olmanın yanlış izlenim yaratmasının muhtemel olduğu için şunu da belirtmek isterim: Öğretmenlik benim güzümde en kutsal meslektir, diğer mesleklerin hepsi onların elinde yoğrulmuştur çünkü. Görevini hakkıyla yapan doktor, mühendis, polis, asker…… yeryüzünden ne kadar meslek gurubu varsa hepsi bir öğretmenin sayesinde ortaya çıkmıştır. Öğretmenler bile. Benim sitemim öğretmeyenlere. Başöğretmen Atatürk’ün de dediği gibi ”Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” Geleceğimizi bitkin düşmüş gençlere bırakmayalım.